Kirlilik=sis tabakası=küresel ısınma 02.08.2007 Ntvmsnbc
Hint Okyanusu üzerinde kirliliğin yol açtığı sis tabakası Güney Asya’da küresel ısınmayı artırıyor.
PARİS - Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, San Diego Üniversitesi Okyanusbilim Enstitüsünden araştırmacılar, her kış Hint Okyanusu üzerinde oluşan ve kentsel, endüstriyel veya tarımsal kirliliklerden kaynaklanan mikroskobik taneciklerden meydana gelen dev ‘kara örtüyü’ incelemek amacıyla pilotsuz uçan üç minyatür uçak kullandı.
Sis tabakasında değişik irtifalarda 18 gözlem ve ölçüm görevi yapan bu uçaklardan elde edilen verileri dijital modellerle inceleyen araştırmacılar, sis tabakasının, atmosferde güneşten kaynaklanan ısınmayı yaklaşık yüzde 50 oranında artırdığı, bu kara örtü içindeki is taneciklerinin güneş ışığını emme eğilimi bulunduğu sonucuna vardılar.
Bu haberi arkadaşına gönder:
Gönderen Ad Soyad :
Alıcı E-Posta Adresi :
Gelecekteki Dünyamız için Şahsi Olarak Önlem Alıyor musunuz??
19 Ekim 2007 Cuma
36 Ülke, gıda krizinin eşiğinde
36 Ülke, gıda krizinin eşiğinde 05.10.2007 Dw-World.deBirleşmiş Milletler tarafından yayımlanan rapora göre, iklim değişikliği, ayrıca un stoklarının azalması ve talebin artması nedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuluyor.
CENEVRE : Dünya genelinde un fiyatının rekor düzeye ulaşması nedeniyle 36 ülkede “gıda krizinin” yaşanmakta olduğu bildirildi.
Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan rapora göre, iklim değişikliği, ayrıca un stoklarının azalması ve talebin artması hedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuluyor.
Un stoklarının son 25 yılın en düşük düzeyine ulaşması, özellikle Afrika’daki 21 yoksul ülkeyi tehdit ediyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
CENEVRE : Dünya genelinde un fiyatının rekor düzeye ulaşması nedeniyle 36 ülkede “gıda krizinin” yaşanmakta olduğu bildirildi.
Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan rapora göre, iklim değişikliği, ayrıca un stoklarının azalması ve talebin artması hedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuluyor.
Un stoklarının son 25 yılın en düşük düzeyine ulaşması, özellikle Afrika’daki 21 yoksul ülkeyi tehdit ediyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Su tasarrufu için seferberlik
Su tasarrufu için seferberlik 07.10.2007 SabahÇevre ve Orman Bakanlığı 'SUDEST' (Su yatırımlarını destekleme ve su tasarrufu projesi) için kolları sıvadı.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bugünlerde hükümetin 2 yıl önce uygulamaya koyduğu ve başarılı olduğu Köydes (Köylerin Alt Yapısını Destekleme), Beldes (Belediyelerin Altyapısını Destekleme) projesi gibi devletin su yatırımları için kaynak ayırmasına dayanan ve su seferberliğini de içeren bir proje için hazırlık yapmaya başladı. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun, projeyle ilgili olarak bürokratlarıyla yaptığı toplantıda, "Tarımsal sulamada kullanılan suyun depolanması ve bunun için maddi kaynak ayrılması lazım. Finansal sorunları da çözmek için yatırım bütçesinden belli bir payın tıpkı Köydes, Beldes projeleri gibi Sudest projesi için ayrılması gerekiyor" dediği öğrenildi. Düzenlenen toplantılar sonucunda yapılacak çalışmalar şöyle belirlendi: DAMLA SULAMA ÖZENDİRELECEKTarım ve sanayide suya ihtiyacı en aza indirecek teknolojiler desteklenecek. Doğru sulama teknikleri ve uzun ömürlü, su tasarrufu sağlayan, bitkinin su alımını kolaylaştıran yeni teknoloji, yani damla sulama özendirilecek. Finansal problemleri çözmek için de ilk olarak devletin yatırım bütçesinden belli bir payın su yatırımları için ayrılması sağlanacak. Köydes, Beldes projesine benzer Sudest yatırım projesi başlatılacak. ÖZEL SEKTÖR SULAYACAKSulamada özel sektörün önü açılacak. Sulama yatırımları özel sektör eliyle hızlandırılacak. Kimsenin mülkü olmayan kamunun yararı ve kullanımına bırakılmış genel suların satışı yani mülkiyetinin devri söz konusu olmayacak. Kullanım ya da işletme hakkının belli bir bir süre için devri söz konusu olacak. Çevre ve Orman Bakanlığı, ikinci adım olarak hızla bitirilmesi istenen projelerin hızlandırılması için hidroelektrikte olduğu gibi yap-işlet-devret projelerine öncelik verecek. ATIK SULARIN GERİ KAZANIMI SAĞLANACAKAtık suların geri kazanımı konusundaki çalışmaları ağırlık verilmesi sağlanacak. Bu yöndeki Avrupa Birliği desteklerinin önü açılacak. Herkesin su kullanıma özen göstermesi için ulusal düzeyde bir seferberlik başlatılacak. Toplumsal duyarlılık arttırılarak tasarrufa önem verilmesi için bakanlıklar ve sivil toplum örgütleriyle koordineli çalışılacak. DERS PROGRAMLARINA GİRECEKSu tasarrufu ve kuraklık konusu ders programlarına girecek. Öğrenciler, evde ve okulda su tasarrufu yapmanın yollarını öğrenecekler. Önümüzdeki öğretim yılının ders programlarına su tasarrufuyla ilgili dersler verilmesi için çalışmalar yapılacak. (ANKA)
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bugünlerde hükümetin 2 yıl önce uygulamaya koyduğu ve başarılı olduğu Köydes (Köylerin Alt Yapısını Destekleme), Beldes (Belediyelerin Altyapısını Destekleme) projesi gibi devletin su yatırımları için kaynak ayırmasına dayanan ve su seferberliğini de içeren bir proje için hazırlık yapmaya başladı. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun, projeyle ilgili olarak bürokratlarıyla yaptığı toplantıda, "Tarımsal sulamada kullanılan suyun depolanması ve bunun için maddi kaynak ayrılması lazım. Finansal sorunları da çözmek için yatırım bütçesinden belli bir payın tıpkı Köydes, Beldes projeleri gibi Sudest projesi için ayrılması gerekiyor" dediği öğrenildi. Düzenlenen toplantılar sonucunda yapılacak çalışmalar şöyle belirlendi: DAMLA SULAMA ÖZENDİRELECEKTarım ve sanayide suya ihtiyacı en aza indirecek teknolojiler desteklenecek. Doğru sulama teknikleri ve uzun ömürlü, su tasarrufu sağlayan, bitkinin su alımını kolaylaştıran yeni teknoloji, yani damla sulama özendirilecek. Finansal problemleri çözmek için de ilk olarak devletin yatırım bütçesinden belli bir payın su yatırımları için ayrılması sağlanacak. Köydes, Beldes projesine benzer Sudest yatırım projesi başlatılacak. ÖZEL SEKTÖR SULAYACAKSulamada özel sektörün önü açılacak. Sulama yatırımları özel sektör eliyle hızlandırılacak. Kimsenin mülkü olmayan kamunun yararı ve kullanımına bırakılmış genel suların satışı yani mülkiyetinin devri söz konusu olmayacak. Kullanım ya da işletme hakkının belli bir bir süre için devri söz konusu olacak. Çevre ve Orman Bakanlığı, ikinci adım olarak hızla bitirilmesi istenen projelerin hızlandırılması için hidroelektrikte olduğu gibi yap-işlet-devret projelerine öncelik verecek. ATIK SULARIN GERİ KAZANIMI SAĞLANACAKAtık suların geri kazanımı konusundaki çalışmaları ağırlık verilmesi sağlanacak. Bu yöndeki Avrupa Birliği desteklerinin önü açılacak. Herkesin su kullanıma özen göstermesi için ulusal düzeyde bir seferberlik başlatılacak. Toplumsal duyarlılık arttırılarak tasarrufa önem verilmesi için bakanlıklar ve sivil toplum örgütleriyle koordineli çalışılacak. DERS PROGRAMLARINA GİRECEKSu tasarrufu ve kuraklık konusu ders programlarına girecek. Öğrenciler, evde ve okulda su tasarrufu yapmanın yollarını öğrenecekler. Önümüzdeki öğretim yılının ders programlarına su tasarrufuyla ilgili dersler verilmesi için çalışmalar yapılacak. (ANKA)
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Çin'in yeşil yaylaları da çöle dönüyor
Çin'in yeşil yaylaları da çöle dönüyor 08.10.2007 SabahÇin'in İç Moğolistan'daki yüksek steplerinde bulunan ve bir zamanlar boyları 30-40 cm.'ye ulaşan çimenler yerlerini küresel ısınma ve kuraklık sonucu çöl kumlarına bırakmaya başladı. ..
Küresel ısınma sonucu çok az yağmur yağan bölgede koyunlarını otlatmaya çalışan çiftçiler, "Geçmişte otlar ve çimenler benim dizimi geçerdi." diyor. Çobanlar, yaklaşık 6 senedir bölgeye yağmur yağmadığını, çimenlik bölgelerin çok azaldığını kaydediyor. Yetkililer, Çin'deki çöl alanlarının 1994 yılında ülke genelinin yüzde 17,6'sını oluştururken, günümüzde çölleşen bölgelerinin büyüklüğünün yüzde 27,5 oranına ulaştığını açıkladı. Xinjiang, İç Moğolistan, Tibet, Qinghai ve Gansu bölgelerinin kumlar tarafından yutulmaya başlandığını dile getiren yetkililer, İlkbaharda toz fırtınalarının kumları sadece Pekin'e değil Kore'ye, Japonya'ya hatta ABD'ye ulaştırdığını bildirdi. Kum fırtınalarının sadece yeşil alanları tahrip etmediğini vurgulayan doktorlar, göz hastalıklarında giderek ciddi bir artışın gözlemlendiğini belirtti. Özellikle son 2 yılın çok kurak geçtiğinin altını çizen bölge sakinleri, çölleşmenin giderek arttığını, hayvanları için yeterli ot bulamadıklarını ifade ederek, "Beklediğimiz yağmur bir türlü gelmiyor." diye konuşuyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Küresel ısınma sonucu çok az yağmur yağan bölgede koyunlarını otlatmaya çalışan çiftçiler, "Geçmişte otlar ve çimenler benim dizimi geçerdi." diyor. Çobanlar, yaklaşık 6 senedir bölgeye yağmur yağmadığını, çimenlik bölgelerin çok azaldığını kaydediyor. Yetkililer, Çin'deki çöl alanlarının 1994 yılında ülke genelinin yüzde 17,6'sını oluştururken, günümüzde çölleşen bölgelerinin büyüklüğünün yüzde 27,5 oranına ulaştığını açıkladı. Xinjiang, İç Moğolistan, Tibet, Qinghai ve Gansu bölgelerinin kumlar tarafından yutulmaya başlandığını dile getiren yetkililer, İlkbaharda toz fırtınalarının kumları sadece Pekin'e değil Kore'ye, Japonya'ya hatta ABD'ye ulaştırdığını bildirdi. Kum fırtınalarının sadece yeşil alanları tahrip etmediğini vurgulayan doktorlar, göz hastalıklarında giderek ciddi bir artışın gözlemlendiğini belirtti. Özellikle son 2 yılın çok kurak geçtiğinin altını çizen bölge sakinleri, çölleşmenin giderek arttığını, hayvanları için yeterli ot bulamadıklarını ifade ederek, "Beklediğimiz yağmur bir türlü gelmiyor." diye konuşuyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Nükleer santral için geri sayım başlıyor
Nükleer santral için geri sayım başlıyor 09.10.2007 RadikalGeçen dönem Sezer'in vetosuyla karşılaşan Nükleer Enerji Yasası, yarın bir kez daha Meclis'te. Hükümet, nükleer santral için kararlı, çevreciler tepkili: Nükleer enerjiyi bütün dünya terk ediyor, biz niye kuruyoruz?
İSTANBUL - Türkiye, Çernobil kâbusunu hâlâ Karadeniz'deki kanserden ölümlerle birlikte anarken, hükümet, nükleer santral kurma yolunda kararlılıkla ilerliyor. Nükleer Enerji Yasası 17 Ocak 2007'de çıkmış, ancak eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vetosuyla karşılaşmıştı. Sezer'in, santralı kuracak şirketin yapısı, denetimi, söküm masrafı gibi alanlarda Anayasa'ya aykırılıklar olduğu gerekçesiyle üç maddesini veto ettiği yasa, yarın bazı değişikliklerle TBMM Sanayi ve Enerji Komisyonu'nda yeniden görüşülecek. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, nükleer santralın 'enerjide dışa bağımlılığını azaltılması için şart olduğunu ve mutlaka yapılacağını' söylemişti. Nükleer yasaya başından beri karşı olan çevrecilerin görüşü ise değişmedi: "Nükleer santrala ihtiyacımız yok, yasa hiçbir riski yok edemiyor."
Giysileri bile nükleer atık Türkiye Yeşillerinden Dr. Ümit Şahin: Kanunun bazı maddelerine değil, tümüne karşıyız. Nükleer santralların atık sorunu çözümlenmiş değil, kaza riski ortadan kalkmadı, radyoaktiviteden kaynaklanan problemleri çözülmedi. Kanunda bu sorunlara, güvenlik sorununa ilişkin öneri yok. Sadece nükleer santral kurulması için kolaylıklar var. Nükleer atıklar doğada yüzyıllarca yok olmayan radyoaktif maddeler. Santalda kullanılan her şeye, çeşitli düzeylerde radyoaktif madde bulaşıyor. Hatta çalışanların kıyafetlerine bile. Zararsız hale getirilemiyorlar. Bunların insanlara temas etmeyecek şekilde depolanması gerekiyor. Başka ülkelerde de bertarafı söz konusu değil. Eskiden okyanuslara dökülmüştü. Şu anda derin madenlere gömmek, uzaya göndermek, geçirgen olmayan kaya yataklarına depolamak gibi düşünceler var ama sadece proje bazında. Hiçbir ülkede nükleer atık deposu yok. Nükleer santralların tüm atıkları santralların içinde. Kaza riskinin sıfıra inmesi mümkün değil. Her yıl santrallarda kazalar, sızıntılar oluyor. Japonya'da çalışmalar kazalardan dolayı durduruldu. Bir de kazalar hakkında açıklandığı kadarıyla bilgiye sahip oluyoruz. Türkiye'de böyle bir durum, daha da tehlikeli olur. Dünyada güvenlik standartları artıyor. Bu, maliyeti yükseltiyor. Yeni kurulmakta olan santrallardan biri Finlandiya'da. Ve bir türlü bitirilemiyor. Çünkü güvenlik şartları artıyor. Nükleer santral maliyeti 5 milyar dolara ulaştı. Türkiye'de de serbest piyasa bunu yapamayacağı için devlet güvencesiyle yaptırılmaya çalışılıyor. Ayrıca bu yasaya ek madde konularak termik santral yapımı özendirildi. Çünkü 25 termik santral projesi onay bekliyor. Yasayla bütün uyarılara karşın termik santralın da önü açılıyor. İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı ve Nükleer Santrallara Karşı Platform Başkanı Tahir Çiçekçi: Cumhurbaşkanı değişti. Bazı partilerin de desteğiyle nükleer santral yasası için artık bir engel kalmadı. Türkiye'nin şunu sorması gerekir: Mevcut sanrallar, yeterince kullanılabiliyor mu? Yenilenebilir enerji potansiyelini kullanabiliyor muyuz? Hayır. Yatırımlar öncelikli olarak temiz enerji kaynaklarına yapılmalı. Nükleer santrallara kesinlikle ihtiyaç yok. Nükleer santrallar konusunda kaza, radyoaktif riski hâlâ söz konusu. Riskin azaltılması için birçok çalışma yapıldı ancak başarılı olunmadı. 1990'lardan bu yana kayıtlı 110 kaza var. Çernobil'in etkisini hâlâ yaşıyoruz. Türkiye Çevre Platformları Genel Koordinatörü Tanay Sıdkı Uyar: Dünyada terk edilmiş bir teknolojinin, terk edilme nedenleri göz ardı edilerek, nükleer santrallarda diretiliyor. Atık tesislerine para yetmeme meselesi 15-20 yıldır biliniyor. Ödenek yetmeyince bunu devlet karşılayacak. Ülkelerin atıklarını Türkiye'de depolamaya yönelik enerji üretmeyecek, kurulmasının parasını ve üretilmeyen enerjinin parasını vatandaşlara ödetecek bir yasa. Bu yasanın çıkmasında vekiller kadar, ses çıkarmayan meslek odaları da sorumludur. Tüm dünyanın su, rüzgâr, güneş gibi alternatif enerji kaynaklarına yöneldiği ve nükleer enerji gibi son derece riskli ve pahalı bir teknolojiyi terk ettiği bir süreçte nükleer enerji yasası toplum yararına ve siyasi etik ilkelerine aykırı. Greenpeace Basın Sözcüsü Yeşim Aslan: Nükleer enerji, eski, pahalı ve geri kalmış bir teknoloji. Güvenli değil. Biz nükleer enerjiye ayrılan kaynağın daha temiz güvenli olan yenilenebilir enerji için kullanılması gerektiğini savunuyoruz. Bu gelişmeler nükleer lobinin etkisiyle oluyor. 2000 yılı Birleşmiş Milletler iklim görüşmelerinde dünya nükleer enerjiyi, kirli, tehlikeli ve yararsız olarak tanımladı.
Batı yeni reaktör siparişi vermiyor Nükleer enerjinin bugün dünyadaki yeri ve alternatifleri ne? Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı anlattı: "ABD'de 30, Avrupa ülkelerindeyse 20 yıldır yeni nükleer reaktör siparişi verilmedi. Sadece Finlandiya 2005'te Avrupa basınçlı reaktörü siparişi verdi. Dört yılda bitecekti ancak güvenlik şartları nedeniyle yapımı gecikti. 2009'a yetişmeyecek. Finlandiya örneğinden sonra Avrupa, nükleere kuşkuyla bakmaya başladı. Batı'da yeni nükleer reaktör siparişi olmuyor, bu nedenle nükleerciler Asya ülkelerinde yayılmaya çalışıyor. Dünyada nükleerin yerine 'yenilenebilir enerjiler' kullanımı tercih ediliyor. Yani güneş, rüzgâr, biyokütle, jeotermal gibi kaynağı tükenmeyen enerjiler. Almanya, 2020'ye kadar nükleer enerjiyi devre dışı bıraktı. İspanya, yeni nükleer santral yapmayacağını, olanları kapatacağını açıklamıştı. Şu an dünyada 400 nükleer reaktör var. Bir santralın dört reaktörü olabiliyor. Bu nedenle santral sayısı değil, reaktör sayısı söyleniyor."
Bedelsiz arazi
Nükleer enerji yasa tasarısına göre kamu şirketleri de santral yapabilecek. Kurulacak şirkete özel sektör şirketleri ortak olabilecekler.
Şirket Türkiye Atom Enerjisi Kurumu standartlarına uyan firmalar arasından bir yarışmayla seçilecek.
Atıklar ve söküm için iki fon oluşturulacak. Bu fonlara ödemeler mergiden muaf. Söküme devlet katkı yapabilecek. Yatırımcılara santral arazisi bedelsiz tahsis edilecek.
2014 yılına kadar faaliyete geçecek 1000 MW'nin üzerindeki yerli kömür kullanan santrallara 15 yıl boyunca alım garantisi var.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
İSTANBUL - Türkiye, Çernobil kâbusunu hâlâ Karadeniz'deki kanserden ölümlerle birlikte anarken, hükümet, nükleer santral kurma yolunda kararlılıkla ilerliyor. Nükleer Enerji Yasası 17 Ocak 2007'de çıkmış, ancak eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vetosuyla karşılaşmıştı. Sezer'in, santralı kuracak şirketin yapısı, denetimi, söküm masrafı gibi alanlarda Anayasa'ya aykırılıklar olduğu gerekçesiyle üç maddesini veto ettiği yasa, yarın bazı değişikliklerle TBMM Sanayi ve Enerji Komisyonu'nda yeniden görüşülecek. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, nükleer santralın 'enerjide dışa bağımlılığını azaltılması için şart olduğunu ve mutlaka yapılacağını' söylemişti. Nükleer yasaya başından beri karşı olan çevrecilerin görüşü ise değişmedi: "Nükleer santrala ihtiyacımız yok, yasa hiçbir riski yok edemiyor."
Giysileri bile nükleer atık Türkiye Yeşillerinden Dr. Ümit Şahin: Kanunun bazı maddelerine değil, tümüne karşıyız. Nükleer santralların atık sorunu çözümlenmiş değil, kaza riski ortadan kalkmadı, radyoaktiviteden kaynaklanan problemleri çözülmedi. Kanunda bu sorunlara, güvenlik sorununa ilişkin öneri yok. Sadece nükleer santral kurulması için kolaylıklar var. Nükleer atıklar doğada yüzyıllarca yok olmayan radyoaktif maddeler. Santalda kullanılan her şeye, çeşitli düzeylerde radyoaktif madde bulaşıyor. Hatta çalışanların kıyafetlerine bile. Zararsız hale getirilemiyorlar. Bunların insanlara temas etmeyecek şekilde depolanması gerekiyor. Başka ülkelerde de bertarafı söz konusu değil. Eskiden okyanuslara dökülmüştü. Şu anda derin madenlere gömmek, uzaya göndermek, geçirgen olmayan kaya yataklarına depolamak gibi düşünceler var ama sadece proje bazında. Hiçbir ülkede nükleer atık deposu yok. Nükleer santralların tüm atıkları santralların içinde. Kaza riskinin sıfıra inmesi mümkün değil. Her yıl santrallarda kazalar, sızıntılar oluyor. Japonya'da çalışmalar kazalardan dolayı durduruldu. Bir de kazalar hakkında açıklandığı kadarıyla bilgiye sahip oluyoruz. Türkiye'de böyle bir durum, daha da tehlikeli olur. Dünyada güvenlik standartları artıyor. Bu, maliyeti yükseltiyor. Yeni kurulmakta olan santrallardan biri Finlandiya'da. Ve bir türlü bitirilemiyor. Çünkü güvenlik şartları artıyor. Nükleer santral maliyeti 5 milyar dolara ulaştı. Türkiye'de de serbest piyasa bunu yapamayacağı için devlet güvencesiyle yaptırılmaya çalışılıyor. Ayrıca bu yasaya ek madde konularak termik santral yapımı özendirildi. Çünkü 25 termik santral projesi onay bekliyor. Yasayla bütün uyarılara karşın termik santralın da önü açılıyor. İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı ve Nükleer Santrallara Karşı Platform Başkanı Tahir Çiçekçi: Cumhurbaşkanı değişti. Bazı partilerin de desteğiyle nükleer santral yasası için artık bir engel kalmadı. Türkiye'nin şunu sorması gerekir: Mevcut sanrallar, yeterince kullanılabiliyor mu? Yenilenebilir enerji potansiyelini kullanabiliyor muyuz? Hayır. Yatırımlar öncelikli olarak temiz enerji kaynaklarına yapılmalı. Nükleer santrallara kesinlikle ihtiyaç yok. Nükleer santrallar konusunda kaza, radyoaktif riski hâlâ söz konusu. Riskin azaltılması için birçok çalışma yapıldı ancak başarılı olunmadı. 1990'lardan bu yana kayıtlı 110 kaza var. Çernobil'in etkisini hâlâ yaşıyoruz. Türkiye Çevre Platformları Genel Koordinatörü Tanay Sıdkı Uyar: Dünyada terk edilmiş bir teknolojinin, terk edilme nedenleri göz ardı edilerek, nükleer santrallarda diretiliyor. Atık tesislerine para yetmeme meselesi 15-20 yıldır biliniyor. Ödenek yetmeyince bunu devlet karşılayacak. Ülkelerin atıklarını Türkiye'de depolamaya yönelik enerji üretmeyecek, kurulmasının parasını ve üretilmeyen enerjinin parasını vatandaşlara ödetecek bir yasa. Bu yasanın çıkmasında vekiller kadar, ses çıkarmayan meslek odaları da sorumludur. Tüm dünyanın su, rüzgâr, güneş gibi alternatif enerji kaynaklarına yöneldiği ve nükleer enerji gibi son derece riskli ve pahalı bir teknolojiyi terk ettiği bir süreçte nükleer enerji yasası toplum yararına ve siyasi etik ilkelerine aykırı. Greenpeace Basın Sözcüsü Yeşim Aslan: Nükleer enerji, eski, pahalı ve geri kalmış bir teknoloji. Güvenli değil. Biz nükleer enerjiye ayrılan kaynağın daha temiz güvenli olan yenilenebilir enerji için kullanılması gerektiğini savunuyoruz. Bu gelişmeler nükleer lobinin etkisiyle oluyor. 2000 yılı Birleşmiş Milletler iklim görüşmelerinde dünya nükleer enerjiyi, kirli, tehlikeli ve yararsız olarak tanımladı.
Batı yeni reaktör siparişi vermiyor Nükleer enerjinin bugün dünyadaki yeri ve alternatifleri ne? Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı anlattı: "ABD'de 30, Avrupa ülkelerindeyse 20 yıldır yeni nükleer reaktör siparişi verilmedi. Sadece Finlandiya 2005'te Avrupa basınçlı reaktörü siparişi verdi. Dört yılda bitecekti ancak güvenlik şartları nedeniyle yapımı gecikti. 2009'a yetişmeyecek. Finlandiya örneğinden sonra Avrupa, nükleere kuşkuyla bakmaya başladı. Batı'da yeni nükleer reaktör siparişi olmuyor, bu nedenle nükleerciler Asya ülkelerinde yayılmaya çalışıyor. Dünyada nükleerin yerine 'yenilenebilir enerjiler' kullanımı tercih ediliyor. Yani güneş, rüzgâr, biyokütle, jeotermal gibi kaynağı tükenmeyen enerjiler. Almanya, 2020'ye kadar nükleer enerjiyi devre dışı bıraktı. İspanya, yeni nükleer santral yapmayacağını, olanları kapatacağını açıklamıştı. Şu an dünyada 400 nükleer reaktör var. Bir santralın dört reaktörü olabiliyor. Bu nedenle santral sayısı değil, reaktör sayısı söyleniyor."
Bedelsiz arazi
Nükleer enerji yasa tasarısına göre kamu şirketleri de santral yapabilecek. Kurulacak şirkete özel sektör şirketleri ortak olabilecekler.
Şirket Türkiye Atom Enerjisi Kurumu standartlarına uyan firmalar arasından bir yarışmayla seçilecek.
Atıklar ve söküm için iki fon oluşturulacak. Bu fonlara ödemeler mergiden muaf. Söküme devlet katkı yapabilecek. Yatırımcılara santral arazisi bedelsiz tahsis edilecek.
2014 yılına kadar faaliyete geçecek 1000 MW'nin üzerindeki yerli kömür kullanan santrallara 15 yıl boyunca alım garantisi var.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Bursa'nın kaç günlük suyu kaldı: 9 mu, 120 mi?
Bursa'nın kaç günlük suyu kaldı: 9 mu, 120 mi? 10.10.2007 MilliyetBURSA Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İşleri (BUSKİ) Genel Müdürlüğü'nün resmi internet sitesinde kentin içme suyu ihtiyacını karşılayan Doğancı Barajı'nda kesinti uygulanmaması halinde 9 günlük su kaldığı belirtilirken,Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'li Hikmet Şahin, yeraltı kaynaklarıyla birlikte kentin 120 günlük suyu bulunduğunu kaydetti.
Bursa'nın günlük su tüketiminin 265 bin metreküp olduğu, bunun halen 170 bininin Doğancı Barajı'ndan, 80 bininin mevcut kuyulardan, 15 bininin ise pınar kaynaklarından karşılandığı açıklandı. Bursa'nın içme suyunun yüzde 80'inin karşılandığı Doğancı Barajı'ndaki minimum su kotu altındaki hacimden su alınabilmesi için seyyar pompa istasyonu kurulduğunu belirten yetkililer, kentin su ihtiyacının yarısını karşılayacak olan su kuyularının 10 gün içinde mevcut şebekeye dahil edileceğini belirtti.
Tarihi Belediye binasında yapılan meclis toplantısının ardından basın mensuplarının susuzlukla ilgili sorularını yanıtlayan Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, hiç yağmur yağmadığı takdirde bile yeraltı kaynakları ve Doğancı Barajı'ndaki 7 milyon metreküplük minimum seviyedeki kapasitenin kontrollü dağıtımı ile Bursa'nın 4 aylık suyunun bulunduğunu ifade etti. Bu arada yeraltı kaynaklarından alınan suların 4 ayrı merkezde kontrol edildikten sonra şebekeye verildiği bildirildi.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Bursa'nın günlük su tüketiminin 265 bin metreküp olduğu, bunun halen 170 bininin Doğancı Barajı'ndan, 80 bininin mevcut kuyulardan, 15 bininin ise pınar kaynaklarından karşılandığı açıklandı. Bursa'nın içme suyunun yüzde 80'inin karşılandığı Doğancı Barajı'ndaki minimum su kotu altındaki hacimden su alınabilmesi için seyyar pompa istasyonu kurulduğunu belirten yetkililer, kentin su ihtiyacının yarısını karşılayacak olan su kuyularının 10 gün içinde mevcut şebekeye dahil edileceğini belirtti.
Tarihi Belediye binasında yapılan meclis toplantısının ardından basın mensuplarının susuzlukla ilgili sorularını yanıtlayan Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, hiç yağmur yağmadığı takdirde bile yeraltı kaynakları ve Doğancı Barajı'ndaki 7 milyon metreküplük minimum seviyedeki kapasitenin kontrollü dağıtımı ile Bursa'nın 4 aylık suyunun bulunduğunu ifade etti. Bu arada yeraltı kaynaklarından alınan suların 4 ayrı merkezde kontrol edildikten sonra şebekeye verildiği bildirildi.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Hava kirliliği, Avrupa'da ömrü bir yıl kısaltıyor
Hava kirliliği, Avrupa'da ömrü bir yıl kısaltıyor 10.10.2007 MilliyetBelgrad’da bu akşam yayınlanan AB Çevre Kurumunun raporunda, Avrupa’nın, ömrü kısaltan, çocukların gelişmesini tehdit eden kirliliğe karşı ciddi tedbirler alması gerektiği vurgulandı.
Hava kirliliğinin, Avrupa’da ortalama ömrü bir yıl kısalttığı bildirildi.
Belgrad’da bu akşam yayınlanan AB Çevre Kurumunun raporunda, Avrupa’nın, ömrü kısaltan, çocukların gelişmesini tehdit eden kirliliğe karşı ciddi tedbirler alması gerektiği vurgulandı.
Raporda, başta azot oksit olmak üzere, parçacık ve ozon seviyesinin batı ve orta Avrupa ülkelerinde ortalama ömrün bir yıl kısalmasına yol açtığı kaydedildi, ancak rakam zikredilmedi. 440 sayfalık rapor, BM gözetiminde 56 ülkenin katılımıyla düzenlenen konferans çerçevesinde yayınlandı.
Rapora göre, 2000 yılından bu yana doğu Avrupa, Kafkaslar ve orta Asya’da atmosferi kirleten gazlar yüzde 10 arttı. Son 15 yıl içinde de doğu Avrupa, Kafkasya, orta Asya ve güneydoğu Avrupa’da su ve sağlık tesislerinin kalitesi düştü.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Hava kirliliğinin, Avrupa’da ortalama ömrü bir yıl kısalttığı bildirildi.
Belgrad’da bu akşam yayınlanan AB Çevre Kurumunun raporunda, Avrupa’nın, ömrü kısaltan, çocukların gelişmesini tehdit eden kirliliğe karşı ciddi tedbirler alması gerektiği vurgulandı.
Raporda, başta azot oksit olmak üzere, parçacık ve ozon seviyesinin batı ve orta Avrupa ülkelerinde ortalama ömrün bir yıl kısalmasına yol açtığı kaydedildi, ancak rakam zikredilmedi. 440 sayfalık rapor, BM gözetiminde 56 ülkenin katılımıyla düzenlenen konferans çerçevesinde yayınlandı.
Rapora göre, 2000 yılından bu yana doğu Avrupa, Kafkaslar ve orta Asya’da atmosferi kirleten gazlar yüzde 10 arttı. Son 15 yıl içinde de doğu Avrupa, Kafkasya, orta Asya ve güneydoğu Avrupa’da su ve sağlık tesislerinin kalitesi düştü.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Dünya Toksikoloji Kongresi'nin ardından
Dünya Toksikoloji Kongresi'nin ardından 10.08.2007 Cumhuriyet / Bilim TeknikDünya Toksikoloji Kongresi'nin on üçüncüsü Kanada'da yapıldı. Endüstrileşmenin kimyasallar yoluyla insan sağlığı ve çevre üzerinde yarattığı olumsuz etkilerini ortadan kaldırmada toksikoloji biliminin rolü, kongre teması olarak seçilmişti.Günümüzde kimyasal madde kullanımı hızla artmaktadır. Prof. Dr. Bensu Karahalil , Türk Toksikoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
1939 yılında 1 milyon ton olan dünya kimyasal madde üretimi bugün 400 milyon tona ulaşmıştır. Otuz bini çok sık olmak üzere 100 000 kimyasal; ilaç, tarım ilacı, kozmetik, gıda katkısı, ev kimyasalı ve endüstri kimyasalı olarak kullanılmaktadır. Bu kimyasalların insan sağlığı ve çevre üzerindeki zararlı etkileri konusundaki bilgiler 50 yıl öncesine kadar son derece sınırlı idi.
Bu sınırlı bilgiye rağmen 1940'lardan sonra kimyasalların kullanımındaki hızlı artış başta akut ve kronik zehirlenmeler, kanser ve sakat doğumlar olmak üzere bazıları epidemi boyutunda çok sayıda trajik olaya yol açmıştır. Toksikoloji bilimi, toplum sağlığı ve çevreyi tehdit eden kimyasalların bu etkilerini ortadan kaldırmak veya mümkün olduğunca azaltmak için uğraşı veren bilimsel bir disiplin konumundadır.
Ancak toksikoloji biliminin hızla gelişmesine karşın kimyasallar halen insan sağlığı ve çevre için tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Tek bir örnekle konuyu açıklamak gerekirse; bugün en etkin kontrol edilen kimyasal madde grubu olan ilaçların doktor reçetelerine uygun olarak kullanım dozunda yol açtığı advers (toksisite) etkilerden dolayı yalnız ABD'de yılda 106 000 kişi ölmektedir (Lazarou J, et.al. JAMA 1998;279:1200-5).
Bu rakam dikkate alındığında dahi, kimyasalların daha güvenli kullanılabilmesi için toksikologların önünde çok geniş bir araştırma ve çalışma alanı olduğu görülmektedir. Son yıllarda moleküler biyoloji, biyoinformatik, toksikogenomik ve farmakogenomik gibi alanlardaki gelişmelerden yararlanan toksikoloji, daha güvenli kimyasallara ulaşmada önemli adımlar atmıştır.
Kongrede, insan sağlığı ve çevreyi tehdit eden toksikolojik etkenler, oluşturdukları hasarlar, bu hasarlardan korunmak için geliştirilen stratejiler ve teknolojiler 35 sempozyum konu başlığı altında sunulan 165 çağrılı tebliğ, 5 konferans ve 1105 poster tebliği ile tartışıldı. Kongredeki sunumlar hakkında ayrıntılı bilgiye "www.ict2007.org" web adresinden ulaşılabilir.
Toksikoji kaynaklı sorunlar yönünden gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında büyük farklar söz konusudur. Örneğin Bangladeş'te içme suyunda arsenik kontaminasyonun yol açtığı kanser ve deri lezyonları milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir epidemi boyutunda iken, gelişmiş ülkelerde kontrol altında tutulan bu nedenle de azalan önemde bir konu niteliğindedir.
Yine Hepatit C prevelansı yüksek olan Çin gibi ülkelerde gıdalardaki aflatoksin kirlenmesinin yaratacağı karaciğer kanseri riski gelişmiş ülkelere göre onlarca kat daha fazladır. Toksikoloji bilimindeki en son bilimsel ve teknolojik gelişmelerin izlenmesinin yanı sıra tebliğ sunanların dünyanın dört bir köşesinden, 78 farklı ülkeden oluşu, toksikoloji konusunda dünyanın tam bir fotoğrafının çekilmesi yönünden de kongreyi önemli bir konuma getirdi.
Yetmiş sekiz ülkeden 1800 katılımcı ile gerçekleşen kongreye Türkiye'den de 16 araştırmacı katıldı. Türk katılımcılar için kongrenin bir diğer önemli yanı da başkanlığı 2004 yılından beri hocamız Prof. Dr. Ali Esat Karakaya tarafından yürütülen Uluslararası Toksikoloji Birliği'nin (IUTOX) bir organizasyonu olan bu kongrenin her aşamasında hocamızın etkinliğinin gözlenmesi idi. Kongre, Kanada Bilimsel Araştırma Kurumu (NRC) Başkanı Dr. Pierre Coulombe ve Prof. Karakaya 'nın konuşmaları ile açıldı. Prof. Karakaya, toksikolojinin ve bu bilimin en büyük örgütü olan IUTOX'un önemini vurguladığı konuşmasında birliğin Dünyada gerçekleştirdiği faaliyetleri açıkladı. 52 ulusal ve bölgesel dernek ve 24. 500 üyeden oluşan bu birliğin bir üyesi de 180 üyeli Türk Toksikoloji Derneği'dir. Türk Toksikoloji Derneği'nden, Prof. Dr. Mümtaz İşcan 'da Montreal'de yapılan IUTOX Genel Kurulu'nda IUTOX Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.
1939 yılında 1 milyon ton olan dünya kimyasal madde üretimi bugün 400 milyon tona ulaşmıştır. Otuz bini çok sık olmak üzere 100 000 kimyasal; ilaç, tarım ilacı, kozmetik, gıda katkısı, ev kimyasalı ve endüstri kimyasalı olarak kullanılmaktadır. Bu kimyasalların insan sağlığı ve çevre üzerindeki zararlı etkileri konusundaki bilgiler 50 yıl öncesine kadar son derece sınırlı idi.
Bu sınırlı bilgiye rağmen 1940'lardan sonra kimyasalların kullanımındaki hızlı artış başta akut ve kronik zehirlenmeler, kanser ve sakat doğumlar olmak üzere bazıları epidemi boyutunda çok sayıda trajik olaya yol açmıştır. Toksikoloji bilimi, toplum sağlığı ve çevreyi tehdit eden kimyasalların bu etkilerini ortadan kaldırmak veya mümkün olduğunca azaltmak için uğraşı veren bilimsel bir disiplin konumundadır.
Ancak toksikoloji biliminin hızla gelişmesine karşın kimyasallar halen insan sağlığı ve çevre için tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Tek bir örnekle konuyu açıklamak gerekirse; bugün en etkin kontrol edilen kimyasal madde grubu olan ilaçların doktor reçetelerine uygun olarak kullanım dozunda yol açtığı advers (toksisite) etkilerden dolayı yalnız ABD'de yılda 106 000 kişi ölmektedir (Lazarou J, et.al. JAMA 1998;279:1200-5).
Bu rakam dikkate alındığında dahi, kimyasalların daha güvenli kullanılabilmesi için toksikologların önünde çok geniş bir araştırma ve çalışma alanı olduğu görülmektedir. Son yıllarda moleküler biyoloji, biyoinformatik, toksikogenomik ve farmakogenomik gibi alanlardaki gelişmelerden yararlanan toksikoloji, daha güvenli kimyasallara ulaşmada önemli adımlar atmıştır.
Kongrede, insan sağlığı ve çevreyi tehdit eden toksikolojik etkenler, oluşturdukları hasarlar, bu hasarlardan korunmak için geliştirilen stratejiler ve teknolojiler 35 sempozyum konu başlığı altında sunulan 165 çağrılı tebliğ, 5 konferans ve 1105 poster tebliği ile tartışıldı. Kongredeki sunumlar hakkında ayrıntılı bilgiye "www.ict2007.org" web adresinden ulaşılabilir.
Toksikoji kaynaklı sorunlar yönünden gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında büyük farklar söz konusudur. Örneğin Bangladeş'te içme suyunda arsenik kontaminasyonun yol açtığı kanser ve deri lezyonları milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir epidemi boyutunda iken, gelişmiş ülkelerde kontrol altında tutulan bu nedenle de azalan önemde bir konu niteliğindedir.
Yine Hepatit C prevelansı yüksek olan Çin gibi ülkelerde gıdalardaki aflatoksin kirlenmesinin yaratacağı karaciğer kanseri riski gelişmiş ülkelere göre onlarca kat daha fazladır. Toksikoloji bilimindeki en son bilimsel ve teknolojik gelişmelerin izlenmesinin yanı sıra tebliğ sunanların dünyanın dört bir köşesinden, 78 farklı ülkeden oluşu, toksikoloji konusunda dünyanın tam bir fotoğrafının çekilmesi yönünden de kongreyi önemli bir konuma getirdi.
Yetmiş sekiz ülkeden 1800 katılımcı ile gerçekleşen kongreye Türkiye'den de 16 araştırmacı katıldı. Türk katılımcılar için kongrenin bir diğer önemli yanı da başkanlığı 2004 yılından beri hocamız Prof. Dr. Ali Esat Karakaya tarafından yürütülen Uluslararası Toksikoloji Birliği'nin (IUTOX) bir organizasyonu olan bu kongrenin her aşamasında hocamızın etkinliğinin gözlenmesi idi. Kongre, Kanada Bilimsel Araştırma Kurumu (NRC) Başkanı Dr. Pierre Coulombe ve Prof. Karakaya 'nın konuşmaları ile açıldı. Prof. Karakaya, toksikolojinin ve bu bilimin en büyük örgütü olan IUTOX'un önemini vurguladığı konuşmasında birliğin Dünyada gerçekleştirdiği faaliyetleri açıkladı. 52 ulusal ve bölgesel dernek ve 24. 500 üyeden oluşan bu birliğin bir üyesi de 180 üyeli Türk Toksikoloji Derneği'dir. Türk Toksikoloji Derneği'nden, Prof. Dr. Mümtaz İşcan 'da Montreal'de yapılan IUTOX Genel Kurulu'nda IUTOX Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.
İstanbul'a hayat bu ormanlara ölüm!
İstanbul'a hayat bu ormanlara ölüm! 11.10.2007 MilliyetİSKİ, Dünya Bankası'nın korunması için maddi destek verdiği Istranca derelerinin suyunu İstanbul'a getirmek istiyor. Uzmanlar ise 'Bu İğneada Longoz Ormanları'nı yok eder' diyerek projeye karşı çıkıyor
Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri, çevreciler ve uzmanlar, İSKİ'nin İstanbul'a su getirmeyi amaçlayan "Istranca (Yıldız) Dereleri Projesi"nin, İğneada Longoz Ormanları'nı yok edeceğini ve mutlaka bu projenin durdurulması gerektiğini açıkladı. Çevreci kuruluşlar, bölgeye "Dikkat! Hırsız var! Su hırsızları bölgemizde, suyumuza sahip çıkalım" şeklinde ilanlar asarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.İSKİ'nin, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun başlatılmasını istediği projesi hayata geçerse, 2 bin yılından beri Küresel Çevre Fonu ve Dünya Bankası'nın hibesiyle Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen "İğneada Longoz Ormanları Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi" de önemini ve anlamını yitirmiş olacak. Demirköy Doğayı Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği Başkanı Sırrı Tayan, İSKİ'nin bu projeyle bölgede kalan dereler ve Türkiye ile Bulgaristan sınırını oluşturan Rezve (Mutlu) Deresi'nden toplam 430 milyon metreküp suyu inşa edilecek baraj ve regülatörlerle toplayıp İstanbul'a pompalamayı planladığını belirterek şöyle dedi:"Bulanıkdere, Madaradere, Çavuşdere, Balanbandere 1 ve Balabandere 2 projelerindeki sular doğrudan doğruya İğneada ormanlarının yani 'longozların' su ihtiyacının tamamını sağlayan derelerdir ve longozların şahdamarıdır. Bu dereler olmasaydı longozlar olmazdı. Çok zengin bir biyoçeşitlilik arz eden longoz ormanlarının sanayinin gelişmesi sonucunda Avrupa'da sadece Polonya'da az bir miktar kaldı, ülkemizde ise sadece İğneada'da mevcut."
20 günlük su için...İğneada Doğal Ekosistemi Koruma ve Bölgesel Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Orhan Uyanık, "Eğer bu derelerin suyu olmazsa longoz ormanı yok olur. Bu projeden İstanbul sadece 20 günlük su elde edebilir" iddiasında bulundu. Çevreci Asaf Ertan ise uygulamayla, Karadeniz balıkçılığının da biteceğini belirterek şunları söyledi: "Rezve'den alınacak su, bir kanal açılarak longozların hemen arkasından geçirilerek Kıyıköy'e ulaşacak. Geçtiği bütün derelerden su alacak. Böylece taban suyunu engelleyerek longozun suyunu kesecek. Derelerden beslenemeyecek olan bu ortamlar taban suyunu da almazsa en çok 10 yıl içinde tümüyle çöker."Ankara Üniversitesi biyologlarından Prof. Dr. Barbaros Yüksel ise şu bilgileri verdi:
'Korumak için imza attık'"Istranca'daki ormanlar Avrupa'nın en nadir yerlerinden biridir. Tuzcul deniz ile tatlı su ekosisteminin bir arada olduğu, üzerinde subasar ormanların yer aldığı ender yerlerdendir. Ülkemizin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler ve kendi kanunlarımız çerçevesinde biz bu alanı mutlak surette korumak zorundayız. Dünya Bankası 8.2 milyon dolarlık hibe krediyi bizi sevdiğinden vermedi; bu alan biyoçeşitlilik açısından uluslararası bir öneme sahip olduğu için verdi. Eğer burayı yok edersek Uluslararası RAMSAR Sözleşmesi'ne aykırı davranmış oluruz. Subasar ormanı diğer ormanlara benzemiyor. Su gittiği zaman o ağaçlar hızla ölür." 'Buraya çivi bile çakılamaz'Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri ise şu bilgileri verdi: "Dünya Bankası ve Küresel Çevre Fonu, 8.2 milyon dolar vererek, İğneada Longoz Ormanları ile 3 bölgeyi 'mutlak koruma alanı' ilan etti. Longoz alanı 3 bin hektar. Kuş göç yolunun da üzerinde. Burada 671 tür bitki, 635 tür hayvan, 194 kuş türü, 6 da göl var. Su olmazsa buradaki sistem bozulur. Bölge, 1988'den beri Tabiatı Koruma Alanı, bir çivi çakmak bile yasak. Buradan su alınırsa tatlı su yok olur, deniz suyu bölgeye girerek ormanı yok eder. İnşaat yapılması kaçınılmaz hale gelir ki, bu da yasaya aykırı."
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri, çevreciler ve uzmanlar, İSKİ'nin İstanbul'a su getirmeyi amaçlayan "Istranca (Yıldız) Dereleri Projesi"nin, İğneada Longoz Ormanları'nı yok edeceğini ve mutlaka bu projenin durdurulması gerektiğini açıkladı. Çevreci kuruluşlar, bölgeye "Dikkat! Hırsız var! Su hırsızları bölgemizde, suyumuza sahip çıkalım" şeklinde ilanlar asarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.İSKİ'nin, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun başlatılmasını istediği projesi hayata geçerse, 2 bin yılından beri Küresel Çevre Fonu ve Dünya Bankası'nın hibesiyle Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen "İğneada Longoz Ormanları Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi" de önemini ve anlamını yitirmiş olacak. Demirköy Doğayı Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği Başkanı Sırrı Tayan, İSKİ'nin bu projeyle bölgede kalan dereler ve Türkiye ile Bulgaristan sınırını oluşturan Rezve (Mutlu) Deresi'nden toplam 430 milyon metreküp suyu inşa edilecek baraj ve regülatörlerle toplayıp İstanbul'a pompalamayı planladığını belirterek şöyle dedi:"Bulanıkdere, Madaradere, Çavuşdere, Balanbandere 1 ve Balabandere 2 projelerindeki sular doğrudan doğruya İğneada ormanlarının yani 'longozların' su ihtiyacının tamamını sağlayan derelerdir ve longozların şahdamarıdır. Bu dereler olmasaydı longozlar olmazdı. Çok zengin bir biyoçeşitlilik arz eden longoz ormanlarının sanayinin gelişmesi sonucunda Avrupa'da sadece Polonya'da az bir miktar kaldı, ülkemizde ise sadece İğneada'da mevcut."
20 günlük su için...İğneada Doğal Ekosistemi Koruma ve Bölgesel Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Orhan Uyanık, "Eğer bu derelerin suyu olmazsa longoz ormanı yok olur. Bu projeden İstanbul sadece 20 günlük su elde edebilir" iddiasında bulundu. Çevreci Asaf Ertan ise uygulamayla, Karadeniz balıkçılığının da biteceğini belirterek şunları söyledi: "Rezve'den alınacak su, bir kanal açılarak longozların hemen arkasından geçirilerek Kıyıköy'e ulaşacak. Geçtiği bütün derelerden su alacak. Böylece taban suyunu engelleyerek longozun suyunu kesecek. Derelerden beslenemeyecek olan bu ortamlar taban suyunu da almazsa en çok 10 yıl içinde tümüyle çöker."Ankara Üniversitesi biyologlarından Prof. Dr. Barbaros Yüksel ise şu bilgileri verdi:
'Korumak için imza attık'"Istranca'daki ormanlar Avrupa'nın en nadir yerlerinden biridir. Tuzcul deniz ile tatlı su ekosisteminin bir arada olduğu, üzerinde subasar ormanların yer aldığı ender yerlerdendir. Ülkemizin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler ve kendi kanunlarımız çerçevesinde biz bu alanı mutlak surette korumak zorundayız. Dünya Bankası 8.2 milyon dolarlık hibe krediyi bizi sevdiğinden vermedi; bu alan biyoçeşitlilik açısından uluslararası bir öneme sahip olduğu için verdi. Eğer burayı yok edersek Uluslararası RAMSAR Sözleşmesi'ne aykırı davranmış oluruz. Subasar ormanı diğer ormanlara benzemiyor. Su gittiği zaman o ağaçlar hızla ölür." 'Buraya çivi bile çakılamaz'Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri ise şu bilgileri verdi: "Dünya Bankası ve Küresel Çevre Fonu, 8.2 milyon dolar vererek, İğneada Longoz Ormanları ile 3 bölgeyi 'mutlak koruma alanı' ilan etti. Longoz alanı 3 bin hektar. Kuş göç yolunun da üzerinde. Burada 671 tür bitki, 635 tür hayvan, 194 kuş türü, 6 da göl var. Su olmazsa buradaki sistem bozulur. Bölge, 1988'den beri Tabiatı Koruma Alanı, bir çivi çakmak bile yasak. Buradan su alınırsa tatlı su yok olur, deniz suyu bölgeye girerek ormanı yok eder. İnşaat yapılması kaçınılmaz hale gelir ki, bu da yasaya aykırı."
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Bir sulak alan daha kurak alan oldu!
Bir sulak alan daha kurak alan oldu! 14.10.2007 MilliyetAdana Akyatan Lagünü, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da etkisiyle çöle döndü
Avrupa ile Afrika arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş yolu üzerindeki en önemli sulak alanlardan olan Adana Akyatan Lagünü, kuraklık nedeniyle çöle döndü. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan lagünde, yaklaşık 40 bin dönüm alanda sular çekildi.
36 yıl önce Uluslararası Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altına alınan lagünde, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da çölleşme sürecini hızlandırdığı belirtildi.
Van Gölü'nün 3 katı kayıp
Orman Mühendisleri Odası Doğu Akdeniz Şube Başkanı Selami Tece, kuraklığın sonuçlarının en açık şekilde görüldüğü Akyatan'da insan eliyle doğal su rejiminin bozulmasının kabul edilemez olduğunu belirterek, kanal açma çalışmalarına son verilmesini istedi.
Tece, Türkiye'de 40 yılda Van Gölü'nün 3 katı büyüklüğünde, yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın kaybedildiğine dikkat çekerek şöyle konuştu: "Şu an ülkemizde 1 milyon 250 bin hektar sulak alan kaldı. Sulak alanlar çevrenin nem oranını yükselterek başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim üzerinde olumlu etkiler meydana getirirler. Yeraltı suları için kaynak görevi yapan sulak alanlar, su kaynaklarını veya başka bir sulak alanı beslerler."
Avrupa ile Afrika arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş yolu üzerindeki en önemli sulak alanlardan olan Adana Akyatan Lagünü, kuraklık nedeniyle çöle döndü. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan lagünde, yaklaşık 40 bin dönüm alanda sular çekildi.
36 yıl önce Uluslararası Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altına alınan lagünde, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da çölleşme sürecini hızlandırdığı belirtildi.
Van Gölü'nün 3 katı kayıp
Orman Mühendisleri Odası Doğu Akdeniz Şube Başkanı Selami Tece, kuraklığın sonuçlarının en açık şekilde görüldüğü Akyatan'da insan eliyle doğal su rejiminin bozulmasının kabul edilemez olduğunu belirterek, kanal açma çalışmalarına son verilmesini istedi.
Tece, Türkiye'de 40 yılda Van Gölü'nün 3 katı büyüklüğünde, yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın kaybedildiğine dikkat çekerek şöyle konuştu: "Şu an ülkemizde 1 milyon 250 bin hektar sulak alan kaldı. Sulak alanlar çevrenin nem oranını yükselterek başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim üzerinde olumlu etkiler meydana getirirler. Yeraltı suları için kaynak görevi yapan sulak alanlar, su kaynaklarını veya başka bir sulak alanı beslerler."
Konya'da ekim dönemi geldi çiftçi hâlâ tarlaya inemedi
Konya'da ekim dönemi geldi çiftçi hâlâ tarlaya inemedi 14.10.2007 RadikalHububatta geçen yıl kuraklık yüzünden yüzde 40 rekolte kaybı yaşayan Konya'da ekim dönemi geldi. Kuraklık zararına uğrayan çiftçi ekim yapamıyor, tarlalar boş kaldı
AA - KONYA - Yaşanan kuraklık yüzünden rekoltede 40'a yaklaşan oranda kayıp yaşayan 'hububat ambarı' Konya'da, ekim dönemi gelmesine karşın çiftçi henüz tarlaya inemedi. Konya Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Kara, dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın yol açtığı kuraklığın, Türkiye'de en fazla Konya Ovası'nı etkilediğini söyledi. Ürünlerin tarlada yandığını, çiftçilerin beklediğini alamadığını ifade eden Kara, "Konya'da normalde 2 milyon 400 bin ton buğday, 1 milyon 400 bin ton arpa alınması gerekiyordu. Ancak kuraklık yüzünden yüzde 40 kayıp yaşandı. Hububatta yaklaşık 1.5 milyon tonluk bir kayıp var" dedi. Kara, bunun sadece buğday satışı olarak bakıldığında çiftçinin toplam zararının 750 milyon YTL olduğunu vurgulayarak, farklı sanayi dallarında üretim ele alındığında ise zararın milyarlarca YTL anlamına geleceğini söyledi. Çiftçinin tarladan ürün kaldıramaması yüzünden borçlarını ödeyemediğini ve adeta köşeye sıkıştığını belirten Kara, şunları kaydetti: "Orta Anadolulu çiftçi, çözüm yolu bekliyor. Sertifikalı tohum desteğini, doğrudan gelir desteğini ve kuraklık yüzünden verilmesi planlanan hasar desteğinin ödenmesini bekliyor. Çiftçi zaten borçlu. Borcunu ödeyemediği, yeniden borçlanamadığı için mazot, gübre ve tohum temin edilemiyor. Bunlar olmayınca çiftçi tarlada ne yapsın? Ekim ayındayız, ekim dönemindeyiz ancak çiftçi tarlaya inemediği için tarlalar halen boş duruyor. Bu durum ülke ekonomisi için risktir." Kara, ekim ayının 20'sine kadar ekim yapılması gerektiğini vurgulayarak, "Bundan sonraki her geçen gün rekolte kaybı demektir. Böyle giderse önümüzdeki yıl Konya, hububat ambarı özelliğini kaybedecek. Ekim, 20'sinden sonraya kalırsa kuraklığın da etkisiyle Konya, gelecek yıl daha büyük rekolte kaybı yaşayacak" dedi. Şu andaki kısır döngüden çıkılması gerektiğini belirten Kara, "Bunun için çiftçinin desteklenmesi gerekiyor. Destek ve hasar paraları ödenmiş olsa çiftçi tarlaya inecek. Tarlaların boş kalmaması için acele edilmesi gerekiyor. Çiftçiyi tarlasına küstürmemeliyiz" diye konuştu.
Narenciyeci de umutsuz Öte yandan Antalya İl Tarım Müdür Yardımcısı Mehmet Yoran, kuraklık nedeniyle narenciye üretiminde geçen yıllara oranla yüzde 10 verim düşüşünün yaşanabileceğini açıkladı. 2006'da 152 bin 79 dekarlık alanda portakal üretimi yapıldığı ve 450 bin 500 ton ürün elde edildiğini de belirten Yoran, yaş meyve ihracatında ilk sırayı kiraz ve vişnenin aldığını, yaş sebzede ise domates, biber, hıyar, mantar ve soğan, narenciyede ise limon, mandalina, portakal greyfurtun ilk sıralarda yer aldığını söyledi.
AA - KONYA - Yaşanan kuraklık yüzünden rekoltede 40'a yaklaşan oranda kayıp yaşayan 'hububat ambarı' Konya'da, ekim dönemi gelmesine karşın çiftçi henüz tarlaya inemedi. Konya Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Kara, dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın yol açtığı kuraklığın, Türkiye'de en fazla Konya Ovası'nı etkilediğini söyledi. Ürünlerin tarlada yandığını, çiftçilerin beklediğini alamadığını ifade eden Kara, "Konya'da normalde 2 milyon 400 bin ton buğday, 1 milyon 400 bin ton arpa alınması gerekiyordu. Ancak kuraklık yüzünden yüzde 40 kayıp yaşandı. Hububatta yaklaşık 1.5 milyon tonluk bir kayıp var" dedi. Kara, bunun sadece buğday satışı olarak bakıldığında çiftçinin toplam zararının 750 milyon YTL olduğunu vurgulayarak, farklı sanayi dallarında üretim ele alındığında ise zararın milyarlarca YTL anlamına geleceğini söyledi. Çiftçinin tarladan ürün kaldıramaması yüzünden borçlarını ödeyemediğini ve adeta köşeye sıkıştığını belirten Kara, şunları kaydetti: "Orta Anadolulu çiftçi, çözüm yolu bekliyor. Sertifikalı tohum desteğini, doğrudan gelir desteğini ve kuraklık yüzünden verilmesi planlanan hasar desteğinin ödenmesini bekliyor. Çiftçi zaten borçlu. Borcunu ödeyemediği, yeniden borçlanamadığı için mazot, gübre ve tohum temin edilemiyor. Bunlar olmayınca çiftçi tarlada ne yapsın? Ekim ayındayız, ekim dönemindeyiz ancak çiftçi tarlaya inemediği için tarlalar halen boş duruyor. Bu durum ülke ekonomisi için risktir." Kara, ekim ayının 20'sine kadar ekim yapılması gerektiğini vurgulayarak, "Bundan sonraki her geçen gün rekolte kaybı demektir. Böyle giderse önümüzdeki yıl Konya, hububat ambarı özelliğini kaybedecek. Ekim, 20'sinden sonraya kalırsa kuraklığın da etkisiyle Konya, gelecek yıl daha büyük rekolte kaybı yaşayacak" dedi. Şu andaki kısır döngüden çıkılması gerektiğini belirten Kara, "Bunun için çiftçinin desteklenmesi gerekiyor. Destek ve hasar paraları ödenmiş olsa çiftçi tarlaya inecek. Tarlaların boş kalmaması için acele edilmesi gerekiyor. Çiftçiyi tarlasına küstürmemeliyiz" diye konuştu.
Narenciyeci de umutsuz Öte yandan Antalya İl Tarım Müdür Yardımcısı Mehmet Yoran, kuraklık nedeniyle narenciye üretiminde geçen yıllara oranla yüzde 10 verim düşüşünün yaşanabileceğini açıkladı. 2006'da 152 bin 79 dekarlık alanda portakal üretimi yapıldığı ve 450 bin 500 ton ürün elde edildiğini de belirten Yoran, yaş meyve ihracatında ilk sırayı kiraz ve vişnenin aldığını, yaş sebzede ise domates, biber, hıyar, mantar ve soğan, narenciyede ise limon, mandalina, portakal greyfurtun ilk sıralarda yer aldığını söyledi.
Bu gece 854 milyon insan aç uyuyacak
Bu gece 854 milyon insan aç uyuyacak 16.10.2007 NtvmsnbcBugün Dünya Gıda Günü. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Genel Sekreteri Jacques Diouf, dünyada bu gece 854 milyon insanın aç karnına uyuyacağını söyledi.
ROMA - FAO Genel Sekreteri Jacques Diouf, Dünya Gıda Günü dolayısıyla FAO’nun Roma’daki genel merkezinde düzenlenen törende yaptığı konuşmada, “Gezegenimiz miktar ve kalite olarak tüm nüfusuna yetecek kadar gıda üretiyor, ancak bu gece 854 milyon insan aç karnına uyuyacak” dedi.
Beslenme hakkının, 1948’de BM tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde resmen tanındığını belirten Diouf, bu hakkın, yardımseverlik fikrinin hukuk kavramına yeniden yönlendirilmesine bağlı olduğunu söyledi.Diouf, “Her insana eşit ve düzenli gıda sağlanması güvencesi sadece bir ahlaki zorunluluk ve büyük ekonomik kazanca dönüşebilecek bir yatırım değil, aynı zamanda temel bir insan hakkının yerine getirilmesidir. Dünyanın bunu gerçeğe dönüştürebilecek olanakları mevcuttur” diye konuştu.EN FAKİR 50 ÜLKEAfganistan, Angola, Bangladeş, Benin, Butan, Burkina Faso, Burundi, Kamboçya, Cape Verde, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Comoros, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Cibuti, Ekvator Ginesi, Eritre, Etyopya, Gambia, Gine, Gine Bissau, Haiti, Kiribati, Laos, Lesotho, Liberia, Madagaskar, Malawi, Maldivler, Mali, Mauritania, Mozambik, Myanmar, Nepal, Nijer, Ruanda, Samoa, Sao Tome ve Principe Demokratik Cumhuriyeti, Senegal, Sierra Leone, Solomon Adaları, Somali, Sudan, Doğu Timor, Togo, Tuvalu, Uganda, Tanzanya, Vanuatu, Yemen, Zambia.
ROMA - FAO Genel Sekreteri Jacques Diouf, Dünya Gıda Günü dolayısıyla FAO’nun Roma’daki genel merkezinde düzenlenen törende yaptığı konuşmada, “Gezegenimiz miktar ve kalite olarak tüm nüfusuna yetecek kadar gıda üretiyor, ancak bu gece 854 milyon insan aç karnına uyuyacak” dedi.
Beslenme hakkının, 1948’de BM tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde resmen tanındığını belirten Diouf, bu hakkın, yardımseverlik fikrinin hukuk kavramına yeniden yönlendirilmesine bağlı olduğunu söyledi.Diouf, “Her insana eşit ve düzenli gıda sağlanması güvencesi sadece bir ahlaki zorunluluk ve büyük ekonomik kazanca dönüşebilecek bir yatırım değil, aynı zamanda temel bir insan hakkının yerine getirilmesidir. Dünyanın bunu gerçeğe dönüştürebilecek olanakları mevcuttur” diye konuştu.EN FAKİR 50 ÜLKEAfganistan, Angola, Bangladeş, Benin, Butan, Burkina Faso, Burundi, Kamboçya, Cape Verde, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Comoros, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Cibuti, Ekvator Ginesi, Eritre, Etyopya, Gambia, Gine, Gine Bissau, Haiti, Kiribati, Laos, Lesotho, Liberia, Madagaskar, Malawi, Maldivler, Mali, Mauritania, Mozambik, Myanmar, Nepal, Nijer, Ruanda, Samoa, Sao Tome ve Principe Demokratik Cumhuriyeti, Senegal, Sierra Leone, Solomon Adaları, Somali, Sudan, Doğu Timor, Togo, Tuvalu, Uganda, Tanzanya, Vanuatu, Yemen, Zambia.
Dünyanın 13 yılı kaldı
Dünyanın 13 yılı kaldı 23.02.2007 Dw-World.deBM, iklim felaketinin nedenlerini inceleyip geleceğe ilişkin tahminler yapılan yeni bir rapor yayınladı. Uzmanlara göre iklim felaketinin önlenmesi için 2020 yılına kadar önlem alınması gerekiyor, aksi takdirde geri dönülmez noktaya gelinmiş olacak.
BM’nin Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli’nin iklim raporunun üçüncü bölümü de basına sızdı. Bu bölümde özellikle trafik ve konutlarda enerji kullanımının yol açtığı emisyonlar inceleniyor ve alınması gereken önlemlerle ilgili öneriler yapılıyor. Raporun ikinci bölümü nisan ayında Brüksel’de, üçüncü bölümü ise mayıs ayında Bangkok’da açıklanacak. Şimdiye kadar elde edilen bilgilere göre iklimdeki ısınma iki derecede tutulursa kurtuluş mümkün.Uzmanların önerisiDaha 13 yıl vaktimiz var ya da sadece 13 yıl vaktimiz var. BM Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli uzmanlarına göre iklim felaketinin önlenmesi için 2020 yılına kadar önlem alınması gerekiyor, aksi takdirde geri dönülmez noktaya gelinmiş olacak. Geri dönülmez noktadan kasıt, kutuplardaki ve Grönland’daki buz tabakasının erimeye başlaması ve okyanuslardaki asit oranının yükselmesi. Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli ya da diğer adıyla Dünya İklim Konseyi uzmanlarının önerisi trafik ve konutlardan kaynaklanan emisyonları azaltmak, bio yakıtlara, hibrid arabalara, konut ve işyerlerinin izolasyonuna öncelik vermek, ama en etkili önlem enerji tasarrufu. Üretim biçimleri değişmeliSera etkisine yol açan gazlardan sadece karbondioksitin değil, metan ve gülme gazı olarak bilinen nitröz oksitin de azaltılması gerekiyor. Ayrıca sadece sanayi ülkeleri değil, kalkınmakta olan ülkelerin de harekete geçmesi gerektiğini belirten uzmanlar, sanayi ve tarımda üretim biçimlerinin değiştirilmesini, örneğin çok fazla metan gazına yol açan sulu pirinç tarımı yerine kuru pirinç tarımı yapılmasını öneriyorlar. Sera etkisine yol açan gazlarda indirim sağlanması durumunda dünya iklimindeki sıcaklık artışının iki derece ile sınırlandırılabileceği tahmin ediliyor. Uzmanlar açıkça söylüyor, aksi takdirde felaket kapıda. Siyasi irade ihtiyacıAlman uzman Ottmar Edenhofer’e göre, dünya ikliminin kurtarılması için yapılacak yatırımların ekonomilere yük olması da söz konusu değil. Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü şef ekonomisti Ottmar Edenhofer, raporun tüm ayrıntıları bilinmediği için abartılı değerlendirilmelerden kaçınılması gerektiğini söylese de şu yorumu yaptı.Edenhofer, “İklim felaketinden kaçınmamız, üstelik bunu ekonomileri fazla etkilemeden yapmak mümkün. Dünya çapında gayrı safi milli hasılanın yüzde birini harcayarak, tehlikeli iklim değişimini önleyebiliriz. Tek yapılması gereken bu konuda politik kararlılık göstermek.”ABD ve Çin’e daha fazla görev düşüyorUzmanlar ABD ve Çin’in iklim korumada daha fazla angajman göstermesini isterken BM Çevre Programı Başkanı Achim Steiner bu konuda umutlu. Steiner, bu iki ülkede de iklim konusunda umut verici gelişmelerin olduğuna işaret ediyor. Steiner, “Dünyanın en büyük altıncı ekonomisi olan Kaliforniya’nın hedeflediği emisyon indirimleri, Avrupa ve Almanya’da hala tartışmalı. Arnold Schwarzenegger’in kabul ettirdiği yasa son derece olumlu. Çin ise geçen yılm yenilenebilir enerjilere 180 milyar dolar yatırım yapmayı kararlaştırdı” diye konuşuyor.BM uzmanları, buna rağmen ABD ve Çin gibi sera etkisine yol açan emisyonlarda başı çeken ülkelerin bu yılın sonunda toplanacak ve Kyoto protokolünün geleceğinin görüşüleceği toplantıya kadar ikna edilmesini istiyorlar.
Ayşe Tekin / DW
BM’nin Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli’nin iklim raporunun üçüncü bölümü de basına sızdı. Bu bölümde özellikle trafik ve konutlarda enerji kullanımının yol açtığı emisyonlar inceleniyor ve alınması gereken önlemlerle ilgili öneriler yapılıyor. Raporun ikinci bölümü nisan ayında Brüksel’de, üçüncü bölümü ise mayıs ayında Bangkok’da açıklanacak. Şimdiye kadar elde edilen bilgilere göre iklimdeki ısınma iki derecede tutulursa kurtuluş mümkün.Uzmanların önerisiDaha 13 yıl vaktimiz var ya da sadece 13 yıl vaktimiz var. BM Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli uzmanlarına göre iklim felaketinin önlenmesi için 2020 yılına kadar önlem alınması gerekiyor, aksi takdirde geri dönülmez noktaya gelinmiş olacak. Geri dönülmez noktadan kasıt, kutuplardaki ve Grönland’daki buz tabakasının erimeye başlaması ve okyanuslardaki asit oranının yükselmesi. Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli ya da diğer adıyla Dünya İklim Konseyi uzmanlarının önerisi trafik ve konutlardan kaynaklanan emisyonları azaltmak, bio yakıtlara, hibrid arabalara, konut ve işyerlerinin izolasyonuna öncelik vermek, ama en etkili önlem enerji tasarrufu. Üretim biçimleri değişmeliSera etkisine yol açan gazlardan sadece karbondioksitin değil, metan ve gülme gazı olarak bilinen nitröz oksitin de azaltılması gerekiyor. Ayrıca sadece sanayi ülkeleri değil, kalkınmakta olan ülkelerin de harekete geçmesi gerektiğini belirten uzmanlar, sanayi ve tarımda üretim biçimlerinin değiştirilmesini, örneğin çok fazla metan gazına yol açan sulu pirinç tarımı yerine kuru pirinç tarımı yapılmasını öneriyorlar. Sera etkisine yol açan gazlarda indirim sağlanması durumunda dünya iklimindeki sıcaklık artışının iki derece ile sınırlandırılabileceği tahmin ediliyor. Uzmanlar açıkça söylüyor, aksi takdirde felaket kapıda. Siyasi irade ihtiyacıAlman uzman Ottmar Edenhofer’e göre, dünya ikliminin kurtarılması için yapılacak yatırımların ekonomilere yük olması da söz konusu değil. Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü şef ekonomisti Ottmar Edenhofer, raporun tüm ayrıntıları bilinmediği için abartılı değerlendirilmelerden kaçınılması gerektiğini söylese de şu yorumu yaptı.Edenhofer, “İklim felaketinden kaçınmamız, üstelik bunu ekonomileri fazla etkilemeden yapmak mümkün. Dünya çapında gayrı safi milli hasılanın yüzde birini harcayarak, tehlikeli iklim değişimini önleyebiliriz. Tek yapılması gereken bu konuda politik kararlılık göstermek.”ABD ve Çin’e daha fazla görev düşüyorUzmanlar ABD ve Çin’in iklim korumada daha fazla angajman göstermesini isterken BM Çevre Programı Başkanı Achim Steiner bu konuda umutlu. Steiner, bu iki ülkede de iklim konusunda umut verici gelişmelerin olduğuna işaret ediyor. Steiner, “Dünyanın en büyük altıncı ekonomisi olan Kaliforniya’nın hedeflediği emisyon indirimleri, Avrupa ve Almanya’da hala tartışmalı. Arnold Schwarzenegger’in kabul ettirdiği yasa son derece olumlu. Çin ise geçen yılm yenilenebilir enerjilere 180 milyar dolar yatırım yapmayı kararlaştırdı” diye konuşuyor.BM uzmanları, buna rağmen ABD ve Çin gibi sera etkisine yol açan emisyonlarda başı çeken ülkelerin bu yılın sonunda toplanacak ve Kyoto protokolünün geleceğinin görüşüleceği toplantıya kadar ikna edilmesini istiyorlar.
Ayşe Tekin / DW
Dünyayı korkutan harita!
Dünyayı korkutan harita! 27.04.2007 MilliyetAvrupa Uzay Dairesi'nin (ESA) uydusu Envisat tarafından çekilen fotoğraf, Dünya'nın 2006 yılı için nitrojendioksit (NO2) kirlilik haritasını gösteriyor.
NO2 akciğer kanseri ve solunum rahatsızlıklarına neden olan, insan faaliyetleri sonucu oluşan bir gaz.
Sensörleriyle atmosfer, okyanus, buz ve yüzeyin bilimsel ölçülerini alan gözlem uydusu, 2002'den beri faaliyette.
Bilim insanları, en büyük çevresel uydu olan Envisat'tan elde edilen bulguları gözden geçirmek üzere 2007 Envisat Sempozyumu'nda toplandı.
NO2 akciğer kanseri ve solunum rahatsızlıklarına neden olan, insan faaliyetleri sonucu oluşan bir gaz.
Sensörleriyle atmosfer, okyanus, buz ve yüzeyin bilimsel ölçülerini alan gözlem uydusu, 2002'den beri faaliyette.
Bilim insanları, en büyük çevresel uydu olan Envisat'tan elde edilen bulguları gözden geçirmek üzere 2007 Envisat Sempozyumu'nda toplandı.
Dünyayı kurtarmak için sadece 5 yıl kaldı
Dünyayı kurtarmak için sadece 5 yıl kaldı 16.05.2007 Ntvmsnbcİklim değişikliği felaketinin eşiğindeki dünyayı kurtarmak için sadece 5 yıl kaldığı belirtildi.
ANKARA - Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012’ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu.
Sky News’un internet sitesindeki habere göre, kuruluşun yetkililerinden James Leape, “olumlu değişikliğin tohumlarını ekebilmemiz için küçük bir zaman dilimimiz var ve bu süre önümüzdeki 5 yıl” diyerek bu süreyi heba etmemek gerektiğini belirtti.
WWF’nin “2050 İçin Vizyonlar” raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa “gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları” belirtildi.
WWF’nin İngiltere iklim değişiklikleri programı sorumlusu Keith Allott da iklim değişikliğinin çapının göz korkutucu olmasına karşın, acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söyledi.
ANKARA - Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012’ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu.
Sky News’un internet sitesindeki habere göre, kuruluşun yetkililerinden James Leape, “olumlu değişikliğin tohumlarını ekebilmemiz için küçük bir zaman dilimimiz var ve bu süre önümüzdeki 5 yıl” diyerek bu süreyi heba etmemek gerektiğini belirtti.
WWF’nin “2050 İçin Vizyonlar” raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa “gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları” belirtildi.
WWF’nin İngiltere iklim değişiklikleri programı sorumlusu Keith Allott da iklim değişikliğinin çapının göz korkutucu olmasına karşın, acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söyledi.
Dünya'yı 2029'da bir asteroit yok edecek!
Dünya'yı 2029'da bir asteroit yok edecek! 02.10.2007 SabahRus bilim adamları 2004 yılında keşfedilen asteroitin 2029 yılında dünyaya 27 bin km yakın mesafeden geçeceğini, bunun oluşturacağı hava basıncının ise Hiroşima'ya atılan atom bombasının bin katı etkiye sahip olacağını açıkladı
Rusya Astronomi Enstitüsü Direktörü Boris Shustov Moskova'da düzenlenen uluslararası uzay formunda yaptığı konuşmada Apophis ismi verilen asteroitin 2029 yılında dünya atmosferinden hızla geçeceğini bunun da dünya yüzeyinde çok büyük bir etki meydana getireceğini söyledi.Meydana gelecek patlamanın 1908 yılında gerçekleşen Tunguska çarpmasından daha büyük olması bekleniyor. Rusya'nın Sibirya bölgesinde meydana gelen benzer bir astroit basıncının etkisi ile 2 bin 150 km2 lik alan etkilenmiş ve büyük Sibirya ormanlarında 80 milyon ağaç yerle bir olmuştu.Meteorun meydana getireceği hava basıncının 10 ya da 20 megaton TNT kalıbına eşit olduğu ya da Hiroşima'ya atılan atom bombasından bin kat daha güçlü olduğu öngörülüyor. Basıncın geniş bir alanda hissedilecek 5 şiddetinde bir depreme de sebep olması tahmin ediliyor. Shustov daha önce yaptığı açıklamalarda da Apophis'in yüzde 3 ihtimalle dünyaya çarpabileceğini belirtmişti. Rus astronomi uzmanı astroitin Hollywood filmlerinde olduğu gibi büyük operasyonlara gerek kalmadan küçük uydularla yörüngesinin değiştirilebileceğini ifade etti. Shustov füzelerle asteroitin vurularak parçalanmasının günümüzde elde edilen teknolojiye göre öngörülmeyecek bir çözüm yöntemi olduğunu kaydederek, "On litre yakıtı olan küçük bir mikro uydu onu yolundan alıkoymaya yeter." dedi. Geçen ayda Peruvian bölgesine düşen bir meteor 30 metre çapında ve 6 metre derinliğinde bir çukur açılmasına neden olmuştu. Bölgeye gelen uzmanlar asteroitin parçalarını toplayarak incelemeye almışlardı.
Rusya Astronomi Enstitüsü Direktörü Boris Shustov Moskova'da düzenlenen uluslararası uzay formunda yaptığı konuşmada Apophis ismi verilen asteroitin 2029 yılında dünya atmosferinden hızla geçeceğini bunun da dünya yüzeyinde çok büyük bir etki meydana getireceğini söyledi.Meydana gelecek patlamanın 1908 yılında gerçekleşen Tunguska çarpmasından daha büyük olması bekleniyor. Rusya'nın Sibirya bölgesinde meydana gelen benzer bir astroit basıncının etkisi ile 2 bin 150 km2 lik alan etkilenmiş ve büyük Sibirya ormanlarında 80 milyon ağaç yerle bir olmuştu.Meteorun meydana getireceği hava basıncının 10 ya da 20 megaton TNT kalıbına eşit olduğu ya da Hiroşima'ya atılan atom bombasından bin kat daha güçlü olduğu öngörülüyor. Basıncın geniş bir alanda hissedilecek 5 şiddetinde bir depreme de sebep olması tahmin ediliyor. Shustov daha önce yaptığı açıklamalarda da Apophis'in yüzde 3 ihtimalle dünyaya çarpabileceğini belirtmişti. Rus astronomi uzmanı astroitin Hollywood filmlerinde olduğu gibi büyük operasyonlara gerek kalmadan küçük uydularla yörüngesinin değiştirilebileceğini ifade etti. Shustov füzelerle asteroitin vurularak parçalanmasının günümüzde elde edilen teknolojiye göre öngörülmeyecek bir çözüm yöntemi olduğunu kaydederek, "On litre yakıtı olan küçük bir mikro uydu onu yolundan alıkoymaya yeter." dedi. Geçen ayda Peruvian bölgesine düşen bir meteor 30 metre çapında ve 6 metre derinliğinde bir çukur açılmasına neden olmuştu. Bölgeye gelen uzmanlar asteroitin parçalarını toplayarak incelemeye almışlardı.
Bir derecelik sıcaklık artışının maliyeti 1 milyar YTL
Bir derecelik sıcaklık artışının maliyeti 1 milyar YTL 05.10.2007 Hürriyet1 derecelik sıcaklık artışı bile, verim düşüşü nedeniyle, ekonomiye yaklaşık 1 milyar YTL’nin üzerinde zarar vermekte. Buğdayda kuraklığa bağlı ortalama verim düşüşünün de yüzde 10-15 civarında olduğu hesaplanıyor.
TÜSİAD Sanayi, Hizmetler ve Tarım Komisyonu Başkanı Dr. Erdal Karamercan, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinden ilk etapta Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz kuşağının etkileneceğini belirterek, "1 derecelik sıcaklık artışı bile, verim düşüşü nedeniyle, ekonomiye yaklaşık 1 milyar YTL’nin üzerinde zarar vermekte. Buğdayda kuraklığa bağlı ortalama verim düşüşünün de yüzde 10-15 civarında olduğu hesaplanıyor. Türkiye’nin tahıl ambarı olarak ün salan Konya’da ise bu oranın yüzde 30-35’e kadar düşmesi söz konusu" dedi.Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) tarafından Ceylan Otel'de düzenlenen "İklim Değişikliği: Türk Tarımıve Gıda Sektörü" konulu seminerde konuşan Karamercan, son dönemde küresel ısınma sorununa gösterilen ilginin başta sanayileşme olmak üzere, politika yaklaşımlarında değişime yol açacak boyutta olmadığı söyledi. "POLİTİKACILAR SORUNU GÖZ ARDI EDİYOR"TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın rahatsızlığı nedeniyle son anda katılamadığı toplantıda, tarım ve tarıma dayalı gıda sanayiinin, ülke nüfusunun beslenmesi açısından tüm dünyada stratejik anlam taşıdığına dikkat çeken Karamercan, "Tarım ve gıda sanayiinin Türkiye ekonomisinde ve sosyal yapısındaki önemini vurgulamak gereksiz. Bu öneme karşılık, sektöre yıllardır hakim olan kısa vadeli bakış açısı ve uygulanan populist politikalar, artık sektörün rekabet gücünü tehdit etmektedir" dedi.Karamercan, tarım sektöründe bugüne kadar uygulanan politikalara bağlı olarak ve ölçek, finansman, işgücü gibi sorunlar nedeniyle, modern üretim yapısının gelişiminin çok yavaş olduğunu bildirdi. Son dönemde sektördeki bu sorunlara "iklim değişikliği ve kuraklık"ın da eklendiğini ifade eden Karamercan, "Benimsenen çevre politikalarının olumlu-olumsuz sonuçları ancak yıllar sonra ortaya çıkmaktadır. Bu gerçek ise, konunun politikacılar tarafından göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Maalesef bugün yaşadığımız sorunların temelinde bu olgu yatıyor" diye konuştu."2100'DE DÜNYANIN 3'TE 1'İ ÇÖL OLACAK"BM İklim Değişikliği Son Değerlendirme Raporu’na göre, önlem alınmazsa, 2100 yılında dünyanın üçte birinin çöle dönüşebileceğinin hesaplandığına işaret eden Karamercan, küresel ısınma nedeniyle 2080’e kadar 200-600 milyon insanın açlık, 1-3 milyar insanın da susuzluk tehdidi altında olacağını kaydetti. Karamercan, şöyle konuştu:"Küresel ısınmadan ilk etapta, Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz kuşağının etkileneceği tahmin ediliyor. Dünyadaki hızlı ısınma, Türkiye’deki yarı kurak iklime sahip bölgelerde kuraklık sorunlarına yol açarak, tarımsal verimlilikte belirgin kayıplara neden olmaya başladı. 1 derecelik sıcaklık artışı bile, verim düşüşü nedeniyle, ekonomiye yaklaşık 1 milyar YTL’nin üzerinde zarar vermekte. Özellikle, kışlık olarak ekilen tahıllarda rekolte düşüşü nedeniyle, bu ürünleri kullanan sektörlerde hammadde sıkıntısı başgöstermekte. Son verilere göre, arpada rekoltenin geçen seneye göre yüzde 20-30 arasında düştüğü öngörülüyor. Buğdayda kuraklığa bağlı ortalama verim düşüşünün de yüzde 10-15 civarında olduğu hesaplanıyor. Türkiye’nin tahıl ambarı olarak ün salan Konya’da ise bu oranın yüzde 30-35’e kadar düşmesi söz konusu.""40 YILDA 3 VAN GÖLÜ KADAR SULAK ALAN KAYBETTİK"Karamercan, iklim değişikliğinin yarattığı sorunlardan birinin de yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının etkin kullanılamaması olduğunu söyledi. Dünyada ve Türkiye'de su rezervlerinin, aşırı ve bilinçsiz kullanma, nüfus artışı, kentleşme, kirlenme ve yönetişim eksikliği nedenleriyle hızla azaldığına dikkat çeken Karamercan, Türkiye'nin önemli su kaynaklarına sahip olmasına rağmen, mevcut kaynakların etkin kullanılmaması nedeniyle sanılanın aksine artık 'su zengini' bir ülke olmadığını dile getirdi.Karamercan, "Türkiye’de suyun yaklaşık yüzde 70’i tarımsal sulamada kullanılıyor. Tarım arazilerine kaçak kuyulardan kontrolsüz su çekimi ve vahşi sulama nedeniyle, milyonlarca ton su rezervi heba olurken, verimli topraklarımız da tuzlanıyor. Yerüstü ve yer altı sularımızı yıllarca hoyratça kullanmamız sonucunda, son 40 yılda Van Gölü’nün 3 katı büyüklüğündeki sulak alanı kaybettik" diye konuştu. "ÜRÜN DESENLERİ YENİDEN OLUŞTURULMALI"Meteorolojik kuraklığın tarımsal kuraklığa dönüşümünü kaygıyla izlemek yerine, tarım ve gıda sanayinin geleceğe nasıl hazırlanacağına ilişkin çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulayan Karamercan, şu önerilerde bulundu:"Durumu tüm boyutlarıyla açıkça ortaya koyacak bilimsel çalışmalardan yararlanarak, tarım ve gıda sanayiinde iklim değişikliğine uyum politikaları geliştirmeliyiz. Hava sıcaklığındaki artışın hangi bölgede, hangi ürünü nasıl etkilediğini belirleyerek, ürün desenlerini yeniden değerlendirmeli ve gıda sanayiimizi de bu doğrultuda şekillendirmeliyiz."
TÜSİAD Sanayi, Hizmetler ve Tarım Komisyonu Başkanı Dr. Erdal Karamercan, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinden ilk etapta Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz kuşağının etkileneceğini belirterek, "1 derecelik sıcaklık artışı bile, verim düşüşü nedeniyle, ekonomiye yaklaşık 1 milyar YTL’nin üzerinde zarar vermekte. Buğdayda kuraklığa bağlı ortalama verim düşüşünün de yüzde 10-15 civarında olduğu hesaplanıyor. Türkiye’nin tahıl ambarı olarak ün salan Konya’da ise bu oranın yüzde 30-35’e kadar düşmesi söz konusu" dedi.Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) tarafından Ceylan Otel'de düzenlenen "İklim Değişikliği: Türk Tarımıve Gıda Sektörü" konulu seminerde konuşan Karamercan, son dönemde küresel ısınma sorununa gösterilen ilginin başta sanayileşme olmak üzere, politika yaklaşımlarında değişime yol açacak boyutta olmadığı söyledi. "POLİTİKACILAR SORUNU GÖZ ARDI EDİYOR"TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın rahatsızlığı nedeniyle son anda katılamadığı toplantıda, tarım ve tarıma dayalı gıda sanayiinin, ülke nüfusunun beslenmesi açısından tüm dünyada stratejik anlam taşıdığına dikkat çeken Karamercan, "Tarım ve gıda sanayiinin Türkiye ekonomisinde ve sosyal yapısındaki önemini vurgulamak gereksiz. Bu öneme karşılık, sektöre yıllardır hakim olan kısa vadeli bakış açısı ve uygulanan populist politikalar, artık sektörün rekabet gücünü tehdit etmektedir" dedi.Karamercan, tarım sektöründe bugüne kadar uygulanan politikalara bağlı olarak ve ölçek, finansman, işgücü gibi sorunlar nedeniyle, modern üretim yapısının gelişiminin çok yavaş olduğunu bildirdi. Son dönemde sektördeki bu sorunlara "iklim değişikliği ve kuraklık"ın da eklendiğini ifade eden Karamercan, "Benimsenen çevre politikalarının olumlu-olumsuz sonuçları ancak yıllar sonra ortaya çıkmaktadır. Bu gerçek ise, konunun politikacılar tarafından göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Maalesef bugün yaşadığımız sorunların temelinde bu olgu yatıyor" diye konuştu."2100'DE DÜNYANIN 3'TE 1'İ ÇÖL OLACAK"BM İklim Değişikliği Son Değerlendirme Raporu’na göre, önlem alınmazsa, 2100 yılında dünyanın üçte birinin çöle dönüşebileceğinin hesaplandığına işaret eden Karamercan, küresel ısınma nedeniyle 2080’e kadar 200-600 milyon insanın açlık, 1-3 milyar insanın da susuzluk tehdidi altında olacağını kaydetti. Karamercan, şöyle konuştu:"Küresel ısınmadan ilk etapta, Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz kuşağının etkileneceği tahmin ediliyor. Dünyadaki hızlı ısınma, Türkiye’deki yarı kurak iklime sahip bölgelerde kuraklık sorunlarına yol açarak, tarımsal verimlilikte belirgin kayıplara neden olmaya başladı. 1 derecelik sıcaklık artışı bile, verim düşüşü nedeniyle, ekonomiye yaklaşık 1 milyar YTL’nin üzerinde zarar vermekte. Özellikle, kışlık olarak ekilen tahıllarda rekolte düşüşü nedeniyle, bu ürünleri kullanan sektörlerde hammadde sıkıntısı başgöstermekte. Son verilere göre, arpada rekoltenin geçen seneye göre yüzde 20-30 arasında düştüğü öngörülüyor. Buğdayda kuraklığa bağlı ortalama verim düşüşünün de yüzde 10-15 civarında olduğu hesaplanıyor. Türkiye’nin tahıl ambarı olarak ün salan Konya’da ise bu oranın yüzde 30-35’e kadar düşmesi söz konusu.""40 YILDA 3 VAN GÖLÜ KADAR SULAK ALAN KAYBETTİK"Karamercan, iklim değişikliğinin yarattığı sorunlardan birinin de yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının etkin kullanılamaması olduğunu söyledi. Dünyada ve Türkiye'de su rezervlerinin, aşırı ve bilinçsiz kullanma, nüfus artışı, kentleşme, kirlenme ve yönetişim eksikliği nedenleriyle hızla azaldığına dikkat çeken Karamercan, Türkiye'nin önemli su kaynaklarına sahip olmasına rağmen, mevcut kaynakların etkin kullanılmaması nedeniyle sanılanın aksine artık 'su zengini' bir ülke olmadığını dile getirdi.Karamercan, "Türkiye’de suyun yaklaşık yüzde 70’i tarımsal sulamada kullanılıyor. Tarım arazilerine kaçak kuyulardan kontrolsüz su çekimi ve vahşi sulama nedeniyle, milyonlarca ton su rezervi heba olurken, verimli topraklarımız da tuzlanıyor. Yerüstü ve yer altı sularımızı yıllarca hoyratça kullanmamız sonucunda, son 40 yılda Van Gölü’nün 3 katı büyüklüğündeki sulak alanı kaybettik" diye konuştu. "ÜRÜN DESENLERİ YENİDEN OLUŞTURULMALI"Meteorolojik kuraklığın tarımsal kuraklığa dönüşümünü kaygıyla izlemek yerine, tarım ve gıda sanayinin geleceğe nasıl hazırlanacağına ilişkin çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulayan Karamercan, şu önerilerde bulundu:"Durumu tüm boyutlarıyla açıkça ortaya koyacak bilimsel çalışmalardan yararlanarak, tarım ve gıda sanayiinde iklim değişikliğine uyum politikaları geliştirmeliyiz. Hava sıcaklığındaki artışın hangi bölgede, hangi ürünü nasıl etkilediğini belirleyerek, ürün desenlerini yeniden değerlendirmeli ve gıda sanayiimizi de bu doğrultuda şekillendirmeliyiz."
Gökyüzünde karbon savaşı
Gökyüzünde karbon savaşı 07.10.2007 Hürriyet
Avrupa Birliği’nin (AB) aldığı karar havacılık dünyasını karıştırdı. AB, 2012’den itibaren Avrupa hava sahasını kullanan tüm havayollarından yaptığı uçuş miktarına göre 'kirlilik parası' alacak.
Büyük itirazların geldiği uygulama ile AB havayolu şirketlerinden 10 yılda en az 45 milyar Euro toplamayı hedefliyor.
Araştırmalara göre, uçakların küresel ısınmaya neden olan karbondioksit gaz salınımının yüzde 1.6’sını oluşturduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu gazların yerden binlerce metre yukarda bırakılması nedeniyle oran küçük de olsa zararı artırıyor.
Yeşillerin büyük tepkisine neden olan uçakların karbondioksit salınımına karşı AB geçen günlerde önemli bir karar aldı. Buna göre 2012’den itibaren Avrupa hava sahasını kullanan havayolları, uçaklarının çevreyi kirletmelerine ve yapılan uçuş miktarına göre sınıflandırılacak. Şirketlerden, kirliliğe karşı yıllık 4.5-5 milyar Euro para toplanacak. Oluşturulacak fon, havacılık endüstrisinde karbondioksit oranlarını azaltılması için geliştirilecek yeni nesil teknolojiler için harcanacak.
HAVAYOLLARINDAN İTİRAZ
Miktar büyük olunca, şirketlerden ciddi bir itiraz yükseliyor. Rakamlar bu miktarın Avrupa’daki tüm havayolu şirketlerinin bir yıllık kárına eşit olduğunu ortaya koyuyor. Mali danışmanlık hizmeti veren Ernst&Young’ın yaptığı araştırmaya göre havayollarının bu parayı toplamak için bilet ücretlerini en az yüzde 15 oranında yükseltmesi gerekiyor. Bilet ücretlerinin yükselmesi yolcu sayısını olumsuz etkileyecek. En az yüzde 10’luk bir düşüşün sektörde ciddi kriz yaratabileceğine dikkat çekiliyor.
Bu paranın toplanması konusunda AB kararlı. Hatta ilk uygulama bu konuda en hassas ülkelerin başında gelen Almanya’da gelecek yıldan itibaren başlayacak. Alman hükümeti başta Frankfurt ve Münih olmak üzere havalimanlarında, oluşturdukları kirlilik oranında havayollarından para almaya başlayacak. Bu uygulamayı İngiltere ve Fransa’nın izlemesi bekleniyor.
İLK UYGULAMA BA’DEN
Havayolları bu uygulamaya şimdiden yolcuların alışmaları için farklı yollar deniyor. İngiliz Havayolları British Airways (BA), internet sitesinde "Respecting Our World" bölümünü ziyaret edecek yolcular uçuşlarındaki emisyon oranlarını ve maliyetleri hesaplayabilme imkanı sunuyor.
Yolcu, uçuş boyunca ortaya çıkan karbondioksit oranını görerek Uluslararası İklim Koruma Vakfı’na bağış yapabiliyor. Bu miktar AB’nin "karbon ticareti" adı verdiği uygulamaya göre hesaplanıyor. Yolcu, İstanbul-Londra arasında gidiş-dönüş çıkan gaz oranını hesapladığında yaklaşık 11 YTL’lik bağışı kredi kartı ile internet üzerinden ödeyebiliyor.
BİYOLOJİK YAKIT
Sektör, kirliliğin azaltılması için son yıllarda yeni teknolojilere ciddi yatırım yapıyor. Bu konuda en önemli uygulamaların başında uçaklarda kullanılacak biyolojik ve sentetik yakıtlar geliyor.
Kısacı bio-yakıt olarak adlandırılan çevreci yakıt bitkiler işlenerek hazırlanıyor. Farklı bölgelere göre soya fasulyesi, palmiyeden elde ediliyor. Çevreyi daha az kirleten yakıt ilk olarak yolcu uçaklarında denenmeye İngiliz Virgin Havayolları’na ait Boeing 747-400’de başlandı. Ancak bu yakıta olan aşırı talep ve artan tarım maliyetleri soru işaretlerini yanında getiriyor. Amerikan Hava Kuvvetleri ise halen sentetik yakıtlar konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Bu tür yakıtlar fosil bazlı yakıtlarla karıştırılarak kullanılıyor.
YENİ TEKNOLOJİLER
General Electric, Pratt&Whitney ve Rolls Royce gibi dev motor imalatçıları bir araya gelerek daha çevreci motorlar üzerinde çalışıyor. Daha verimli çalışacak uçak motorları ile önümüzdeki 10 yıl içinde çevreyi yüzde 50 oranında daha az kirletecek motorların hizmete girmesi planlanıyor.
UÇAKLAR ÇEVREYİ NE KADAR KİRLETİYOR
Uçaklar küresel sera etkisi yaratan gazların yaklaşık yüzde 1,6’sından sorumlu.
Yeni nesil yolcu uçakları 1960’lardaki ilk jetlere göre gökyüzünü yüzde 70 oranında daha az kirletiyor. Ayrıca motorlar yüzde 75 daha sessiz.
Motor imalatçılarının hedefi önümüzdeki 10 yılda uçak motorlarını şu andaki teknolojiye göre yüzde 50, 2050’de ise yüzde 75 daha temiz hale getirmek.
Yeni nesil uçaklarda kilometre başına yolcuya düşen karbondioksit üretimi 95,7 gram. Ortalama bir aile otomobilinde bu rakam 160, trenlerde 112 gram.
KAYNAK: Easyjet Havayolları çevre raporu Tolga ÖZBEK
Avrupa Birliği’nin (AB) aldığı karar havacılık dünyasını karıştırdı. AB, 2012’den itibaren Avrupa hava sahasını kullanan tüm havayollarından yaptığı uçuş miktarına göre 'kirlilik parası' alacak.
Büyük itirazların geldiği uygulama ile AB havayolu şirketlerinden 10 yılda en az 45 milyar Euro toplamayı hedefliyor.
Araştırmalara göre, uçakların küresel ısınmaya neden olan karbondioksit gaz salınımının yüzde 1.6’sını oluşturduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu gazların yerden binlerce metre yukarda bırakılması nedeniyle oran küçük de olsa zararı artırıyor.
Yeşillerin büyük tepkisine neden olan uçakların karbondioksit salınımına karşı AB geçen günlerde önemli bir karar aldı. Buna göre 2012’den itibaren Avrupa hava sahasını kullanan havayolları, uçaklarının çevreyi kirletmelerine ve yapılan uçuş miktarına göre sınıflandırılacak. Şirketlerden, kirliliğe karşı yıllık 4.5-5 milyar Euro para toplanacak. Oluşturulacak fon, havacılık endüstrisinde karbondioksit oranlarını azaltılması için geliştirilecek yeni nesil teknolojiler için harcanacak.
HAVAYOLLARINDAN İTİRAZ
Miktar büyük olunca, şirketlerden ciddi bir itiraz yükseliyor. Rakamlar bu miktarın Avrupa’daki tüm havayolu şirketlerinin bir yıllık kárına eşit olduğunu ortaya koyuyor. Mali danışmanlık hizmeti veren Ernst&Young’ın yaptığı araştırmaya göre havayollarının bu parayı toplamak için bilet ücretlerini en az yüzde 15 oranında yükseltmesi gerekiyor. Bilet ücretlerinin yükselmesi yolcu sayısını olumsuz etkileyecek. En az yüzde 10’luk bir düşüşün sektörde ciddi kriz yaratabileceğine dikkat çekiliyor.
Bu paranın toplanması konusunda AB kararlı. Hatta ilk uygulama bu konuda en hassas ülkelerin başında gelen Almanya’da gelecek yıldan itibaren başlayacak. Alman hükümeti başta Frankfurt ve Münih olmak üzere havalimanlarında, oluşturdukları kirlilik oranında havayollarından para almaya başlayacak. Bu uygulamayı İngiltere ve Fransa’nın izlemesi bekleniyor.
İLK UYGULAMA BA’DEN
Havayolları bu uygulamaya şimdiden yolcuların alışmaları için farklı yollar deniyor. İngiliz Havayolları British Airways (BA), internet sitesinde "Respecting Our World" bölümünü ziyaret edecek yolcular uçuşlarındaki emisyon oranlarını ve maliyetleri hesaplayabilme imkanı sunuyor.
Yolcu, uçuş boyunca ortaya çıkan karbondioksit oranını görerek Uluslararası İklim Koruma Vakfı’na bağış yapabiliyor. Bu miktar AB’nin "karbon ticareti" adı verdiği uygulamaya göre hesaplanıyor. Yolcu, İstanbul-Londra arasında gidiş-dönüş çıkan gaz oranını hesapladığında yaklaşık 11 YTL’lik bağışı kredi kartı ile internet üzerinden ödeyebiliyor.
BİYOLOJİK YAKIT
Sektör, kirliliğin azaltılması için son yıllarda yeni teknolojilere ciddi yatırım yapıyor. Bu konuda en önemli uygulamaların başında uçaklarda kullanılacak biyolojik ve sentetik yakıtlar geliyor.
Kısacı bio-yakıt olarak adlandırılan çevreci yakıt bitkiler işlenerek hazırlanıyor. Farklı bölgelere göre soya fasulyesi, palmiyeden elde ediliyor. Çevreyi daha az kirleten yakıt ilk olarak yolcu uçaklarında denenmeye İngiliz Virgin Havayolları’na ait Boeing 747-400’de başlandı. Ancak bu yakıta olan aşırı talep ve artan tarım maliyetleri soru işaretlerini yanında getiriyor. Amerikan Hava Kuvvetleri ise halen sentetik yakıtlar konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Bu tür yakıtlar fosil bazlı yakıtlarla karıştırılarak kullanılıyor.
YENİ TEKNOLOJİLER
General Electric, Pratt&Whitney ve Rolls Royce gibi dev motor imalatçıları bir araya gelerek daha çevreci motorlar üzerinde çalışıyor. Daha verimli çalışacak uçak motorları ile önümüzdeki 10 yıl içinde çevreyi yüzde 50 oranında daha az kirletecek motorların hizmete girmesi planlanıyor.
UÇAKLAR ÇEVREYİ NE KADAR KİRLETİYOR
Uçaklar küresel sera etkisi yaratan gazların yaklaşık yüzde 1,6’sından sorumlu.
Yeni nesil yolcu uçakları 1960’lardaki ilk jetlere göre gökyüzünü yüzde 70 oranında daha az kirletiyor. Ayrıca motorlar yüzde 75 daha sessiz.
Motor imalatçılarının hedefi önümüzdeki 10 yılda uçak motorlarını şu andaki teknolojiye göre yüzde 50, 2050’de ise yüzde 75 daha temiz hale getirmek.
Yeni nesil uçaklarda kilometre başına yolcuya düşen karbondioksit üretimi 95,7 gram. Ortalama bir aile otomobilinde bu rakam 160, trenlerde 112 gram.
KAYNAK: Easyjet Havayolları çevre raporu Tolga ÖZBEK
Bodrum İklim Şaşkını
Bodrum İklim Şaşkını 09.10.2007 RadikalBodrum'da dallarında meyveler bulunan ceviz ağaçları yeniden çiçeklenmeye başladı.
Bodrum'da dallarında meyveler bulunan ceviz ağaçları yeniden çiçeklenmeye başladı. Yılda bir nadiren de iki kez kuluçkaya yatan ördekler bu yıl üçüncü kez kuluçkaya yattı. Veteriner Ahmet Kurt, "İlkbahar benzeri hava nedeniyle doğada hayvanlar ve bitkiler zamanlama hatası yapıyor" dedi. (dha)
Bodrum'da dallarında meyveler bulunan ceviz ağaçları yeniden çiçeklenmeye başladı. Yılda bir nadiren de iki kez kuluçkaya yatan ördekler bu yıl üçüncü kez kuluçkaya yattı. Veteriner Ahmet Kurt, "İlkbahar benzeri hava nedeniyle doğada hayvanlar ve bitkiler zamanlama hatası yapıyor" dedi. (dha)
Akdeniz'de kurbağa balık paniği
Akdeniz'de kurbağa balık paniği 10.10.2007 HürriyetAkdeniz'de, su sıcaklığındaki artışla beraber, Süveyş Kanalı aracılığıyla Kızıl Deniz'den gelen ekonomik değeri yüksek balıklarla beslenen ve eti yenmeyen kurbağa balıklarının (Lagocephalus sceleratus) çoğaldığı bildirildi.
Mersinli balıkçılar, “Denizdeki canavar” dedikleri kurbağa balıkları yüzünden ağlarının boş kalmasından yakınırken, uzmanlar, bu balıklardan kurtulmanın tek çaresini, kurbağa balığıyla beslenen avcı balıklarda görüyor.Mersin'in 30 yıllık balıkçılarından Yakup Çınar, avını son derce hızlı yakalayabilen kurbağa balıkları yüzünden işlerini bırakma noktasına geldiklerini bildirdi.Çınar, “Bu balığın etinin zehirli olduğu söyleniyor, bu yüzden yemeyi hiç denemedik. Geçmiş yıllarda da aynı balığa rastlıyorduk, ancak hiçbir dönemde bu yılki kadar yoğun görmedik. Denize attığımız yemleri bile kısa sürede yutan bu balıklar, Mersin'de neredeyse balıkçılığı bitirecek” diye konuştu.UMUT AVCI BALIKLARDAMersin Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedii Cicik ise Süveyş Kanalı'nın açılmasının, bu balık türünün Akdeniz'de görülmesine yol açtığını, bu balıkların zamanla çoğalarak baskın duruma geçtiklerini ifade etti.Kürsel ısınmaya bağlı olarak deniz suyu sıcaklığındaki artışın, tropikal indo pasifik kökenli kurbağa balıklarının çoğalmasında etken olduğuna dikkati çeken Cicik, şunları söyledi:“Son dönemlerde Akdeniz'de sayıları artan bu balıklara balon balığı da deniyor. Kızıldenizden Süveyş Kanalı aracılığıyla Akdeniz'e geçen bu balıklar ekosistemde dominant hale gelerek ekonomik türler üzerinde olumsuz etki yapmaya başladı.”Doç. Dr. Cicik, bu tür balıkların içerdiği “tetrodoksin” adlı zehirli madde nedeniyle tüketilmelerinin son derece sakıncalı olduğunu belirterek, “Özellikle kaslarda kasılmaya, diğer bir ifade ile felce neden olur. Ancak içerdiği zehir özellikle karaciğer ve sindirim sisteminde olduğu için etinin belirli işleme teknikleri kullanıldığında Uzak Doğu ülkelerinde tüketiliyor. Birçok ülkede tüketilmediğinden de ekonomik öneme sahip olmayan bir türdür” dedi.Cicik, deniz suyu sıcaklığının mevsim normallerine dönmesiyle bu balıkların sayılarının azalacağını ümit ettiklerini belirterek, şunları kaydetti:“Kurbağa balıklarıyla beslenen avcı balıklar mutlaka vardır. Sorunun giderilmesi için deniz suyunun soğuması ve avcı balıklarının bunları tüketmesini beklemekten başka çaremiz yok”KURBAĞA BALIĞIBaşının gövdeyle birleştiği yerin hemen üstünde arkaya doğru sert iğne olan, boyları 30 santimetreye kadar ulaşan kurbağa balıkları Akdeniz, Ege ve Marmara'da taşlık ve yosunlu bölgelerde yaşıyor.Vücutları grimsi kahverengi, düzensiz açık renkli benekleri bulunan ve sırt yüzgeci siyah olan kurbağa balıkları, kafalarının da diğer balıklara göre daha büyük oluşuyla dikkati çekiyor.Dipte yatarak başının üstündeki gözleri ile küçük canlıları veya balıkları görüp avlayan bu balıklar, nisan ve mayıs aylarında kışladıkları derin sulardan sahillere, bazen de acı su bölgelerine sokulup, temmuz ve eylül ayları arasında ürüyorlar.Ağırlıklarına göre 10- 20 bin yumurta bırakan bu balıkların, “fugu” adı verilen türünü, Japonların özel sertifikalı aşçılar aracılığıyla pişirerek, yedikleri biliniyor.
Mersinli balıkçılar, “Denizdeki canavar” dedikleri kurbağa balıkları yüzünden ağlarının boş kalmasından yakınırken, uzmanlar, bu balıklardan kurtulmanın tek çaresini, kurbağa balığıyla beslenen avcı balıklarda görüyor.Mersin'in 30 yıllık balıkçılarından Yakup Çınar, avını son derce hızlı yakalayabilen kurbağa balıkları yüzünden işlerini bırakma noktasına geldiklerini bildirdi.Çınar, “Bu balığın etinin zehirli olduğu söyleniyor, bu yüzden yemeyi hiç denemedik. Geçmiş yıllarda da aynı balığa rastlıyorduk, ancak hiçbir dönemde bu yılki kadar yoğun görmedik. Denize attığımız yemleri bile kısa sürede yutan bu balıklar, Mersin'de neredeyse balıkçılığı bitirecek” diye konuştu.UMUT AVCI BALIKLARDAMersin Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedii Cicik ise Süveyş Kanalı'nın açılmasının, bu balık türünün Akdeniz'de görülmesine yol açtığını, bu balıkların zamanla çoğalarak baskın duruma geçtiklerini ifade etti.Kürsel ısınmaya bağlı olarak deniz suyu sıcaklığındaki artışın, tropikal indo pasifik kökenli kurbağa balıklarının çoğalmasında etken olduğuna dikkati çeken Cicik, şunları söyledi:“Son dönemlerde Akdeniz'de sayıları artan bu balıklara balon balığı da deniyor. Kızıldenizden Süveyş Kanalı aracılığıyla Akdeniz'e geçen bu balıklar ekosistemde dominant hale gelerek ekonomik türler üzerinde olumsuz etki yapmaya başladı.”Doç. Dr. Cicik, bu tür balıkların içerdiği “tetrodoksin” adlı zehirli madde nedeniyle tüketilmelerinin son derece sakıncalı olduğunu belirterek, “Özellikle kaslarda kasılmaya, diğer bir ifade ile felce neden olur. Ancak içerdiği zehir özellikle karaciğer ve sindirim sisteminde olduğu için etinin belirli işleme teknikleri kullanıldığında Uzak Doğu ülkelerinde tüketiliyor. Birçok ülkede tüketilmediğinden de ekonomik öneme sahip olmayan bir türdür” dedi.Cicik, deniz suyu sıcaklığının mevsim normallerine dönmesiyle bu balıkların sayılarının azalacağını ümit ettiklerini belirterek, şunları kaydetti:“Kurbağa balıklarıyla beslenen avcı balıklar mutlaka vardır. Sorunun giderilmesi için deniz suyunun soğuması ve avcı balıklarının bunları tüketmesini beklemekten başka çaremiz yok”KURBAĞA BALIĞIBaşının gövdeyle birleştiği yerin hemen üstünde arkaya doğru sert iğne olan, boyları 30 santimetreye kadar ulaşan kurbağa balıkları Akdeniz, Ege ve Marmara'da taşlık ve yosunlu bölgelerde yaşıyor.Vücutları grimsi kahverengi, düzensiz açık renkli benekleri bulunan ve sırt yüzgeci siyah olan kurbağa balıkları, kafalarının da diğer balıklara göre daha büyük oluşuyla dikkati çekiyor.Dipte yatarak başının üstündeki gözleri ile küçük canlıları veya balıkları görüp avlayan bu balıklar, nisan ve mayıs aylarında kışladıkları derin sulardan sahillere, bazen de acı su bölgelerine sokulup, temmuz ve eylül ayları arasında ürüyorlar.Ağırlıklarına göre 10- 20 bin yumurta bırakan bu balıkların, “fugu” adı verilen türünü, Japonların özel sertifikalı aşçılar aracılığıyla pişirerek, yedikleri biliniyor.
Eriyen buzullar, Amerika ile Kanada'yı birbirine düşürdü
Eriyen buzullar, Amerika ile Kanada'yı birbirine düşürdü 10.10.2007 ZamanKüresel ısınma nedeniyle Kuzey Kanada'da yer alan Atlantik ile Pasifik okyanusu arasında buzulların erimesi sonucu oluşan geçitin kullanıma Amerika ile Kanada arasında tartışmalara sebeb oldu.
Buzulların erimesiyle birlikte oluşan geçit (Nortwest Passage), kullanıldığı takdirde İngiltere'den Japonya'ya 1 ay olan normal gemi yolculuğu süresini 15 güne düşürecek.
1500'lü yıllardan beri başta İngiltere İmparatorluğu tarafından Asya'nın zengin ülkelerine daha kısa sürede varmak için birçok kez Atlantik ile Pasifik okyanusu arasında bir geçit açılması için girişimlerde bulunulmuş ancak başarılı olunamamış, hatta gönderilen çok sayıda uzman ekip geri dönememişti. Yüzyıllar boyuncu istenilen bu geçit küresel ısınmanın etkisiyle kendiliğinden oluştu. Olayı şaşkınlıkla karşılayan özellikle bölgede araştırmalardan bulunan Kanadalı ve Amerikalı bilim adamları, on yıllar sonra olmasını bekledikleri erimenin çok daha kısa sürede gerçekleştiği görüşündeler. Bölgede araştırma yapan Kanadalı bilim adamı Doug Bancroft on yıllar sonra bekledikleri gelişmenin geçtiğimiz yaz meydana geldiğini söylüyor. Bancroft, "Bu kadar erimenin gerçekleşmesini on yıl sonrası için bekliyordum. Hava şartlarına da baktığımızda böyle bir gelişmeyi şu an için beklemiyorduk ama geçtiğimiz yaz bu gerçekleşti." dedi.
Ancak Nortwest Passage adı verilen geçit Amerika ile Kanada arasında yeni bir krize neden olacağa benziyor. Geçiti kullanma yönünde hak iddia eden Amerika'ya karşı Kanada ise kendi topraklarının kuzey kısmında yer alan geçitin kendi kontrollerinde olduğunu söylüyor. Kanada halihazırda kuzey buz denizindeki araştırmalara büyük önem veriyor ve bölgede çok sayıda bilim adamıyla birlikte teknik ekipman bulunduruyor. BBC'ye konuşan Kanada Kıyı Sahilleri Komiyonu Başkanı George Da Paint Nortwest geçidinin kendileri için hayati öneme sahip oluğunu söyledi. George Da Paint, "Her ülkede olduğu gibi etrafımızdaki toprak ve denizlerde araştırma yapmak bizim için de önemlidir."dedi.
Yaklaşık 40 önce bölgeye gönderilen dev bir gemi sert ve devasa buzullar yüzünden zarar görmüş ve geri dönmek zorunda kalmıştı. Ancak okyanus altındaki buzları görünce işaret vererek motorun yavaşlamasını sağlayan Amundsen adında Kanada tarafından üretilen yeni bir gemi bölgeye gitti. Küresel ısınmanın sebep olduğu ve yüzyıllar boyunca uğraşılan bu geçidin oluşmasıyla birlikte gemi ulaşımını rahatlatacak olan Nortwest geçidi aynı zamanda gemi taşımacılığında milyonlarca dolar masraftan da kurtarmış olacak.
küresel ısınma, www.r10.net kuresel isinmaya hayir seo yarismasi, www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması,
Buzulların erimesiyle birlikte oluşan geçit (Nortwest Passage), kullanıldığı takdirde İngiltere'den Japonya'ya 1 ay olan normal gemi yolculuğu süresini 15 güne düşürecek.
1500'lü yıllardan beri başta İngiltere İmparatorluğu tarafından Asya'nın zengin ülkelerine daha kısa sürede varmak için birçok kez Atlantik ile Pasifik okyanusu arasında bir geçit açılması için girişimlerde bulunulmuş ancak başarılı olunamamış, hatta gönderilen çok sayıda uzman ekip geri dönememişti. Yüzyıllar boyuncu istenilen bu geçit küresel ısınmanın etkisiyle kendiliğinden oluştu. Olayı şaşkınlıkla karşılayan özellikle bölgede araştırmalardan bulunan Kanadalı ve Amerikalı bilim adamları, on yıllar sonra olmasını bekledikleri erimenin çok daha kısa sürede gerçekleştiği görüşündeler. Bölgede araştırma yapan Kanadalı bilim adamı Doug Bancroft on yıllar sonra bekledikleri gelişmenin geçtiğimiz yaz meydana geldiğini söylüyor. Bancroft, "Bu kadar erimenin gerçekleşmesini on yıl sonrası için bekliyordum. Hava şartlarına da baktığımızda böyle bir gelişmeyi şu an için beklemiyorduk ama geçtiğimiz yaz bu gerçekleşti." dedi.
Ancak Nortwest Passage adı verilen geçit Amerika ile Kanada arasında yeni bir krize neden olacağa benziyor. Geçiti kullanma yönünde hak iddia eden Amerika'ya karşı Kanada ise kendi topraklarının kuzey kısmında yer alan geçitin kendi kontrollerinde olduğunu söylüyor. Kanada halihazırda kuzey buz denizindeki araştırmalara büyük önem veriyor ve bölgede çok sayıda bilim adamıyla birlikte teknik ekipman bulunduruyor. BBC'ye konuşan Kanada Kıyı Sahilleri Komiyonu Başkanı George Da Paint Nortwest geçidinin kendileri için hayati öneme sahip oluğunu söyledi. George Da Paint, "Her ülkede olduğu gibi etrafımızdaki toprak ve denizlerde araştırma yapmak bizim için de önemlidir."dedi.
Yaklaşık 40 önce bölgeye gönderilen dev bir gemi sert ve devasa buzullar yüzünden zarar görmüş ve geri dönmek zorunda kalmıştı. Ancak okyanus altındaki buzları görünce işaret vererek motorun yavaşlamasını sağlayan Amundsen adında Kanada tarafından üretilen yeni bir gemi bölgeye gitti. Küresel ısınmanın sebep olduğu ve yüzyıllar boyunca uğraşılan bu geçidin oluşmasıyla birlikte gemi ulaşımını rahatlatacak olan Nortwest geçidi aynı zamanda gemi taşımacılığında milyonlarca dolar masraftan da kurtarmış olacak.
küresel ısınma, www.r10.net kuresel isinmaya hayir seo yarismasi, www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması,
Madra küresel felaketin kitabını yazdı
Madra küresel felaketin kitabını yazdı 10.10.2007 NtvmsnbcGazeteci, yazar ve radyo programcısı Ömer Madra, ‘Küresel Isınma ve İklim Krizi’ adlı kitabında küresel felaketin bugünkü ve gelecekteki sonuçlarını yazdı.
İSTANBUL - Yazar, gazeteci ve radyo programcısı Ömer Madra, ‘Küresel Isınma ve İklim Krizi’ adlı bir kitap çıkardı. Kitabını İTÜ’de gerçekleşen TTDM’nin küresel ısınma seminerinde tanıtan Madra, küresel ısınmanın dünyayı nasıl etkilediğini farklı örnekler vererek anlattı; “Eskimolar ilk defa buzdolabı ve klima satın aldılar. Bu bir fıkra değil, çok üzücü bir durum” dedi.
‘Küresel Isınma ve İklim Krizi’ adlı kitap Ömer Madra ile çevreci Dr. Ümit Şahin’in 26 saatlik söyleşilerinden oluşturulmuş. Şahin’in sorularına, Madra yanıt vermiş.
Küresel Isınma ve İklim Krizi adlı kitap, çevreci Dr. Ümit Şahin ile Ömer Madra'nın 26 saatlik söyleşilerinden derlenerek hazırlandı.
Kitap, küresel ısınmanın tespitlerini, kanıtlarını ekolojik perspektif bakışıyla izliyor ve iklim krizinin siyasal sorunlarını yanıtlıyor. Küresel ısınmanın sadece dünyada yaratacağı etkisine değil, siyasal ve psikolojik derinliği de anlatılıyor ve neden hâlâ önlem alınmadığına dair farklı tahminlerde bulunuluyor. Madra, “Akdeniz Bölgesi’nde, Türkiye’de, Ortadoğu’da ve bütün kıtalarda aynı anda bütün buzların erimesiyle, gezegenin tarihinde gördüğü en büyük felaketlerinden birine doğru çok büyük bir hızla sürüklendiğini görüyoruz. Bu süreç Endüstri Devrimi’ne kadar uzanmaktadır” diyor. Madra küresel ısınmanın sonunda yaşanacakları çarpıcı örneklerle anlatıyor: “Grönland’da buzlar eridikten sonra, petrol ve doğalgaz çıkartabileceklerini umuyorlar, öte yandan ‘kutup hayvanları hayvanat bahçelerinde korunmak zorunda kalacaklar. Kuzey Kutubu’nda sıcaklık 22 dereceyi buldu, yağmur yağdı. Bu dünya tarihinde görülmemiş bir sıcaklık.” KİTAPTAN ALINTILAR: Yakın gelecek üzerine...Derken dünyada petrol talebinin ve ona bağlı olarak bütün tüketim şehvetinin daha da büyük bir hızla yükselmeye devam edeceğini, uçak seferlerinin yakın gelecekte kat be kat artıp dünya semalarını karbonla kaplayacağını, Hindistan gibi ‘gelişmekte olan’ ülkelerin de yüz milyonları ucuz araba sahibi yapacağını öğrendik. Eh gene mood’umuz değişti, yeni bir mood’a girdik ve kitabın adını da değiştirtik: “Bütün eller havaya-küresel ısınma buraya!” Endüstri devrimi üzerine...Küresel ısınma çağdaş endüstri medeniyetinin bir sonucu aslında. Endüstri devrimine kadar geri götürebileceğimiz bir olay. Enerji, sanayi, ulaşım, tarım, ticaret ve ısınma için tüketilen yakıtların bir sonucu.
"Yalnız 1980’deki makalede bile fosil yakıt kullanımının sıcaklıkları 21. yüzyılın sonlarına doğru 2,5 derece arttıcağını, bunun da dünyayı bu hesaba göre milyonlarca yıl öncekinden daha sıcak bir duruma sokacağını ve mesozoik çağ da denen dinozorlar çağından bile daha sıcak hale getireceğini söylemişler."
Türkiye’deki dağlar üzerine...Ağrı, Cilo, Süphan ve Kaşgar dağlarının çok az bir kısmında kar kalmış. Erciyes ve Aladağ’larda tamamen yok olmuş. Bu haberde tek kelime küresel iklim değişikliğinden bahsedilmiyor, biliyor musunuz? Gazetelerde Türkiye’de buzulların eridiğine ilişkin koskoca bir haber yapılıyor ve hiçbir bağlantı kurulmuyor. Küresel felakette ilk yok olacak ada Tuvalu üzerine...Daha 1978’de sömürgecilikten kurtulmuş, ama dünyanın en kısa ömürlü demokrasilerinden biri olacağa benziyor Tuvalu. Lynas’a o şarkıları çeviren adam da aslında adanın ilk başbakanı Toaripi imiş. Hatta biliyor musun demiş, bilge Toaripi, ben Kyoto Konferansı’na da gittim. Bilimciler bu salımları anlattılar, ben de eğer dünyayı bu hale getiriyorsa, benim adamı da batırıyorsa, e durdursunlar o zaman dedim. Ama durdurmadılar. İnsanlarımız, gelenekleri, kültürleri, örf ve adetleriyle birlikte taşınsınlar o zaman demiş çözüm olarak da..... Ama ben bu adada kalıp Tuvalu’yla birlikte denizin dibine gitmeyi düşünüyorum, fikrim budur diyor ilk başbakan. Çok acıklı, değil mi? Bush yönetiminin tavrı üzerine...Amerikan bilim dernekleri, tehdit altındayken bile insanların fosil yakıtlar ve petrol kullanarak küresel ısınmayı yarattığını söylüyor. Bush yönetimiyse söylenenleri bilimsel değildir diye reddediyor ve önemli iklim kuruluşlarının başındaki insanları değiştiriyor. ames Hansen gibi önemli bazı bilimciler çıkıp, Bush yönetimi baskı yapıyor, konuşma bunları halkla paylaşma diyor, bu kadarı ancak Nazi ve Stalin yönetimlerinde oluyordu, diyorlar Nükleer silahlar üzerine...Amerika’nın toplam 3 bin yerde nükleer silahı var. On binlerce nükleer başlık geliştiriliyor ve binden fazla deneme yapmış, bunun çevre üzerinde etkilerini incelemek lazım. Washington eyaletinde, Batı’da yani, Columbia nehrinin çevresinde uçsuz bucaksız kurak yerleri var, orada Manhattan projesi sırasında açılan ve Hanford Site denen muazzam bir bomba fabrikası var, İkinci Dünya Savaşı’nda açılmış. Nagasaki’ye atılan bomba da orada yapılmış. 1945 yılından 1995’e kadar plütonyum üretilmiş, 50 yıl boyunca milyarlarca galon radyoaktif suyu Columbia nehrine akıtmış, Allah bilir sonucunu. ABD’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamaması üzerine...Gazetelerde evlerin ısıtılmasından tutun da, yazlıklara ya da turistik seyahatlere gidilmesine kadar her şeyin küresel ısınmayı arttırdığına dair haberler verilse bile, bütün bunların arkasında yatan faaliyetleri ortaya çıkarmaya yönelik bir yayın yapılmıyor. Neden? Reklam gelirleri düşünüldüğü için. Dolayısıyla, medyanın da aynı derecede ağır bir sorumluluğu olduğu çıkıyor ortaya. Çünkü medya bütün bu gerçekleri sessizlik içinde geçiştirmeyi tercih ediyor. Büyük ölçüde Amerikan endüstrisini temsil eden bir kuruluş olan ABD Ulusal İmalatçılar Birliği, 2001’de George Bush’a bir mektup yazmış, “14 bin üye şirketimiz ve bunların 18 milyon çalışanı adına, yani Amerika’da imalat yapan işçiler adına, Kyoto Protokolü’ne karşı çıktığınız için size teşekkürlerimizi bildiririz, çünkü Kyoto’yu imzalamanız ABD ekonomisine ağır zarar verecekti” demişti. Giderek artan sıcaklık üzerine...Kuzey Buz Denizi’nde buzullar çözülünce 5 bin kilometrelik yeni bir ticaret yolu açılacak. Etrafından dolaşacağımıza ortasından geçeceğiz diye ve oradan bol bol petrol çıkaracağız... Yalnız 1980’deki makalede bile fosil yakıt kullanımının sıcaklıkları 21. yüzyılın sonlarına doğru 2,5 derece arttıcağını, bunun da dünyayı bu hesaba göre milyonlarca yıl öncekinden daha sıcak bir duruma sokacağını ve mesozoik çağ da denen dinozorlar çağından bile daha sıcak hale getireceğini söylemişler.
küresel ısınma, www.r10.net kuresel isinmaya hayir seo yarismasi, www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması,
İSTANBUL - Yazar, gazeteci ve radyo programcısı Ömer Madra, ‘Küresel Isınma ve İklim Krizi’ adlı bir kitap çıkardı. Kitabını İTÜ’de gerçekleşen TTDM’nin küresel ısınma seminerinde tanıtan Madra, küresel ısınmanın dünyayı nasıl etkilediğini farklı örnekler vererek anlattı; “Eskimolar ilk defa buzdolabı ve klima satın aldılar. Bu bir fıkra değil, çok üzücü bir durum” dedi.
‘Küresel Isınma ve İklim Krizi’ adlı kitap Ömer Madra ile çevreci Dr. Ümit Şahin’in 26 saatlik söyleşilerinden oluşturulmuş. Şahin’in sorularına, Madra yanıt vermiş.
Küresel Isınma ve İklim Krizi adlı kitap, çevreci Dr. Ümit Şahin ile Ömer Madra'nın 26 saatlik söyleşilerinden derlenerek hazırlandı.
Kitap, küresel ısınmanın tespitlerini, kanıtlarını ekolojik perspektif bakışıyla izliyor ve iklim krizinin siyasal sorunlarını yanıtlıyor. Küresel ısınmanın sadece dünyada yaratacağı etkisine değil, siyasal ve psikolojik derinliği de anlatılıyor ve neden hâlâ önlem alınmadığına dair farklı tahminlerde bulunuluyor. Madra, “Akdeniz Bölgesi’nde, Türkiye’de, Ortadoğu’da ve bütün kıtalarda aynı anda bütün buzların erimesiyle, gezegenin tarihinde gördüğü en büyük felaketlerinden birine doğru çok büyük bir hızla sürüklendiğini görüyoruz. Bu süreç Endüstri Devrimi’ne kadar uzanmaktadır” diyor. Madra küresel ısınmanın sonunda yaşanacakları çarpıcı örneklerle anlatıyor: “Grönland’da buzlar eridikten sonra, petrol ve doğalgaz çıkartabileceklerini umuyorlar, öte yandan ‘kutup hayvanları hayvanat bahçelerinde korunmak zorunda kalacaklar. Kuzey Kutubu’nda sıcaklık 22 dereceyi buldu, yağmur yağdı. Bu dünya tarihinde görülmemiş bir sıcaklık.” KİTAPTAN ALINTILAR: Yakın gelecek üzerine...Derken dünyada petrol talebinin ve ona bağlı olarak bütün tüketim şehvetinin daha da büyük bir hızla yükselmeye devam edeceğini, uçak seferlerinin yakın gelecekte kat be kat artıp dünya semalarını karbonla kaplayacağını, Hindistan gibi ‘gelişmekte olan’ ülkelerin de yüz milyonları ucuz araba sahibi yapacağını öğrendik. Eh gene mood’umuz değişti, yeni bir mood’a girdik ve kitabın adını da değiştirtik: “Bütün eller havaya-küresel ısınma buraya!” Endüstri devrimi üzerine...Küresel ısınma çağdaş endüstri medeniyetinin bir sonucu aslında. Endüstri devrimine kadar geri götürebileceğimiz bir olay. Enerji, sanayi, ulaşım, tarım, ticaret ve ısınma için tüketilen yakıtların bir sonucu.
"Yalnız 1980’deki makalede bile fosil yakıt kullanımının sıcaklıkları 21. yüzyılın sonlarına doğru 2,5 derece arttıcağını, bunun da dünyayı bu hesaba göre milyonlarca yıl öncekinden daha sıcak bir duruma sokacağını ve mesozoik çağ da denen dinozorlar çağından bile daha sıcak hale getireceğini söylemişler."
Türkiye’deki dağlar üzerine...Ağrı, Cilo, Süphan ve Kaşgar dağlarının çok az bir kısmında kar kalmış. Erciyes ve Aladağ’larda tamamen yok olmuş. Bu haberde tek kelime küresel iklim değişikliğinden bahsedilmiyor, biliyor musunuz? Gazetelerde Türkiye’de buzulların eridiğine ilişkin koskoca bir haber yapılıyor ve hiçbir bağlantı kurulmuyor. Küresel felakette ilk yok olacak ada Tuvalu üzerine...Daha 1978’de sömürgecilikten kurtulmuş, ama dünyanın en kısa ömürlü demokrasilerinden biri olacağa benziyor Tuvalu. Lynas’a o şarkıları çeviren adam da aslında adanın ilk başbakanı Toaripi imiş. Hatta biliyor musun demiş, bilge Toaripi, ben Kyoto Konferansı’na da gittim. Bilimciler bu salımları anlattılar, ben de eğer dünyayı bu hale getiriyorsa, benim adamı da batırıyorsa, e durdursunlar o zaman dedim. Ama durdurmadılar. İnsanlarımız, gelenekleri, kültürleri, örf ve adetleriyle birlikte taşınsınlar o zaman demiş çözüm olarak da..... Ama ben bu adada kalıp Tuvalu’yla birlikte denizin dibine gitmeyi düşünüyorum, fikrim budur diyor ilk başbakan. Çok acıklı, değil mi? Bush yönetiminin tavrı üzerine...Amerikan bilim dernekleri, tehdit altındayken bile insanların fosil yakıtlar ve petrol kullanarak küresel ısınmayı yarattığını söylüyor. Bush yönetimiyse söylenenleri bilimsel değildir diye reddediyor ve önemli iklim kuruluşlarının başındaki insanları değiştiriyor. ames Hansen gibi önemli bazı bilimciler çıkıp, Bush yönetimi baskı yapıyor, konuşma bunları halkla paylaşma diyor, bu kadarı ancak Nazi ve Stalin yönetimlerinde oluyordu, diyorlar Nükleer silahlar üzerine...Amerika’nın toplam 3 bin yerde nükleer silahı var. On binlerce nükleer başlık geliştiriliyor ve binden fazla deneme yapmış, bunun çevre üzerinde etkilerini incelemek lazım. Washington eyaletinde, Batı’da yani, Columbia nehrinin çevresinde uçsuz bucaksız kurak yerleri var, orada Manhattan projesi sırasında açılan ve Hanford Site denen muazzam bir bomba fabrikası var, İkinci Dünya Savaşı’nda açılmış. Nagasaki’ye atılan bomba da orada yapılmış. 1945 yılından 1995’e kadar plütonyum üretilmiş, 50 yıl boyunca milyarlarca galon radyoaktif suyu Columbia nehrine akıtmış, Allah bilir sonucunu. ABD’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamaması üzerine...Gazetelerde evlerin ısıtılmasından tutun da, yazlıklara ya da turistik seyahatlere gidilmesine kadar her şeyin küresel ısınmayı arttırdığına dair haberler verilse bile, bütün bunların arkasında yatan faaliyetleri ortaya çıkarmaya yönelik bir yayın yapılmıyor. Neden? Reklam gelirleri düşünüldüğü için. Dolayısıyla, medyanın da aynı derecede ağır bir sorumluluğu olduğu çıkıyor ortaya. Çünkü medya bütün bu gerçekleri sessizlik içinde geçiştirmeyi tercih ediyor. Büyük ölçüde Amerikan endüstrisini temsil eden bir kuruluş olan ABD Ulusal İmalatçılar Birliği, 2001’de George Bush’a bir mektup yazmış, “14 bin üye şirketimiz ve bunların 18 milyon çalışanı adına, yani Amerika’da imalat yapan işçiler adına, Kyoto Protokolü’ne karşı çıktığınız için size teşekkürlerimizi bildiririz, çünkü Kyoto’yu imzalamanız ABD ekonomisine ağır zarar verecekti” demişti. Giderek artan sıcaklık üzerine...Kuzey Buz Denizi’nde buzullar çözülünce 5 bin kilometrelik yeni bir ticaret yolu açılacak. Etrafından dolaşacağımıza ortasından geçeceğiz diye ve oradan bol bol petrol çıkaracağız... Yalnız 1980’deki makalede bile fosil yakıt kullanımının sıcaklıkları 21. yüzyılın sonlarına doğru 2,5 derece arttıcağını, bunun da dünyayı bu hesaba göre milyonlarca yıl öncekinden daha sıcak bir duruma sokacağını ve mesozoik çağ da denen dinozorlar çağından bile daha sıcak hale getireceğini söylemişler.
küresel ısınma, www.r10.net kuresel isinmaya hayir seo yarismasi, www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması,
Gaz patlaması böyle yıktı
Gaz patlaması böyle yıktı 14.10.2007 SabahBaşkent Kiev'in 500 kilometre güneydoğusundaki şehirde patlama sonucu 10 katlı bina kısmen çöktü.
Ukrayna'nın Dnipropetrovsk kentindeki bir binada sabah saatlerinde meydana gelen doğalgaz patlamasında, sekiz kişi öldü.
Başkent Kiev'in 500 kilometre güneydoğusundaki şehirde patlama sonucu 10 katlı bina kısmen çöktü. Yetkililer, 21 kişinin ise hastanelere kaldırıldığını bildirdi.
Patlama neticesinde bina kullanılamaz hale gelirken, komşu binaların da camları hasar gördü. Binanın hâlâ ayakta olan kısmında oturanlar tahliye edildi. Olay yerinde halen 95 kişilik bir ekibin bina enkazında arama kurtarma çalışmalarını sürdürdüğü .
küresel ısınma, www.r10.net kuresel isinmaya hayir seo yarismasi, www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması,
Ukrayna'nın Dnipropetrovsk kentindeki bir binada sabah saatlerinde meydana gelen doğalgaz patlamasında, sekiz kişi öldü.
Başkent Kiev'in 500 kilometre güneydoğusundaki şehirde patlama sonucu 10 katlı bina kısmen çöktü. Yetkililer, 21 kişinin ise hastanelere kaldırıldığını bildirdi.
Patlama neticesinde bina kullanılamaz hale gelirken, komşu binaların da camları hasar gördü. Binanın hâlâ ayakta olan kısmında oturanlar tahliye edildi. Olay yerinde halen 95 kişilik bir ekibin bina enkazında arama kurtarma çalışmalarını sürdürdüğü .
küresel ısınma, www.r10.net kuresel isinmaya hayir seo yarismasi, www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması,
Bu kış hava nasıl olacak?
Bu kış hava nasıl olacak? 14.10.2007 Hürriyet / Prof.Dr. Mikdat KADIOĞLUUzun vadeli hava ve iklim tahminleri başta turizm, tarım, tekstil, kışla mücadele, enerji üretimi gibi birçok sektöre önemli fayda sağlar.
Tabii bunları kullanmasını bilene. Ülkemizde maalesef hálá doğru dürüst tahmin yapılmıyor. Veriler gerektiğince kullanılmadığı için şehirleri seller götürüyor, su kesintileri yaşanıyor. Önümüzdeki altı ayın tahminlerini yazıyorum. Belki bu kez dikkate alınır!Türkiye’de hálá günlük hava tahminleri bile "tahmin" tanımına uymamakta. Diğer bir deyişle, halkımız ve kurumlarımız "kaynak, yer, zaman, miktar ve ihtimal" olarak bu bilgiyi talep etmemekte, Devlet Meteoroloji İşleri yıllardır "etkili/etkisiz yağış" gibi literatürde yeri olmayan ve tahmin tanımına uymayan muğlák ifadelerle güya tahminler vermekte. Ancak bir marifetmiş gibi sadece sel gibi bir afetin sonrasında, metrekareye düşen yağış miktarını söyler. Sonra da kendilerinin çok "başarılı" olduklarını iddia ederler!..UYARMADI DEMEYİN2007 yılının çok sıcak, 2006-2007 kışının kurak geçeceğini daha önceki yazılarımda söylemiştim. (Mike gibi ecnebi bir isme sahip olmadığım için dikkate alınmadım!) Ayrıca, yerel yönetimlerin suyu doğru dürüst yönetebilmesi için su yılının başından itibaren kuraklığı mutlaka izleyip Kuraklıkla Mücadele Planları’na göre gereken önlemleri zamanında almalarının önemini en az kırk kere yazdım. Buna rağmen birçok yetkilimiz kamuoyunun önüne çıkıp böyle bir kuraklık yaşanacağına dair kimsenin kendilerini uyarmadığını söyledi! Haydi beni dikkate almıyorlar, çok "başarılı" meteorolojimiz de mi onları uyarmadı! Muhtemelen tahminleri kullanmayı da bilmiyorlar, ama ben yine önümüzdeki kış ile ilgili şu an elde olan 16 aylık tahminleri yazıp, önümüzdeki her ayın başında güncelleyeceğim.2006-2007 Kışı’nda dünya El Nino’dan etkilenmiş ve Kuzey Yarımküre’de Japonya’dan Kanada’ya kadar her ülkede, her dinden halkın yağmur duasına çıkmasına şahit olmuştuk. Şu anda El Nino yerini La Nina’ya bırakıyor. Genel olarak La Nina yıllarında Avustralya, Yeni Gine, Endonezya, Yeni Zelanda, Hindistan, Tayland, Güney Afrika, Sahil ve Orta Amerika’da yağışların arttığı gözlenir. Fakat Avrupa’nın bazı kısımları, ABD, Orta Asya ve Güney Amerika’nın bazı kısımlarında yağışlar azalır.El Nino ile La Nina arasındaki geçiş döneminde ise dünyada genellikle yağışlar normal seyrinde devam eder. Maalesef normal yağışlar şu andaki şiddetli kuraklığın etkilerini ortadan kaldıramaz. Su kaynakları ile birlikte doğanın kendine gelebilmesi için birkaç yıl süren iyi miktarda yağışa ihtiyaç olduğu unutulmamalı. Yani birey olarak su tasarrufuna devam, yerel yönetimler olarak su bütçesi yapıp Kuraklıkla Mücadele Planı’ndaki senaryolarına uyarak suyu yönetmeli ve altyapı kaçaklarını önlemeli, çiftçi olarak mikro sulama yöntemlerine geçip doğru zamanda ve miktarlarda sulama yapmalıyız... KAR YERİNE YAĞMURSonuç olarak, IRI merkezinin iklim tahminlerine göre Ekim 2007 ile Mart 2008 arasında ülkemizdeki yağışların mevsim normalleri civarında olması bekleniyor. Hava sıcaklıklarına gelince... Ekim 2007 - Mart 2008 arasındaki 180 günün yarısı mevsim normallerinden daha sıcak geçecek. Üçte birinin mevsim normalleri civarında, dörde birinin mevsim normallerinin altında geçmesi bekleniyor. Bu arada yağış miktarının normal seviyede bulunmasına rağmen, yağışın daha çok yağmur olacağına dikkat edilmeli!..
Tabii bunları kullanmasını bilene. Ülkemizde maalesef hálá doğru dürüst tahmin yapılmıyor. Veriler gerektiğince kullanılmadığı için şehirleri seller götürüyor, su kesintileri yaşanıyor. Önümüzdeki altı ayın tahminlerini yazıyorum. Belki bu kez dikkate alınır!Türkiye’de hálá günlük hava tahminleri bile "tahmin" tanımına uymamakta. Diğer bir deyişle, halkımız ve kurumlarımız "kaynak, yer, zaman, miktar ve ihtimal" olarak bu bilgiyi talep etmemekte, Devlet Meteoroloji İşleri yıllardır "etkili/etkisiz yağış" gibi literatürde yeri olmayan ve tahmin tanımına uymayan muğlák ifadelerle güya tahminler vermekte. Ancak bir marifetmiş gibi sadece sel gibi bir afetin sonrasında, metrekareye düşen yağış miktarını söyler. Sonra da kendilerinin çok "başarılı" olduklarını iddia ederler!..UYARMADI DEMEYİN2007 yılının çok sıcak, 2006-2007 kışının kurak geçeceğini daha önceki yazılarımda söylemiştim. (Mike gibi ecnebi bir isme sahip olmadığım için dikkate alınmadım!) Ayrıca, yerel yönetimlerin suyu doğru dürüst yönetebilmesi için su yılının başından itibaren kuraklığı mutlaka izleyip Kuraklıkla Mücadele Planları’na göre gereken önlemleri zamanında almalarının önemini en az kırk kere yazdım. Buna rağmen birçok yetkilimiz kamuoyunun önüne çıkıp böyle bir kuraklık yaşanacağına dair kimsenin kendilerini uyarmadığını söyledi! Haydi beni dikkate almıyorlar, çok "başarılı" meteorolojimiz de mi onları uyarmadı! Muhtemelen tahminleri kullanmayı da bilmiyorlar, ama ben yine önümüzdeki kış ile ilgili şu an elde olan 16 aylık tahminleri yazıp, önümüzdeki her ayın başında güncelleyeceğim.2006-2007 Kışı’nda dünya El Nino’dan etkilenmiş ve Kuzey Yarımküre’de Japonya’dan Kanada’ya kadar her ülkede, her dinden halkın yağmur duasına çıkmasına şahit olmuştuk. Şu anda El Nino yerini La Nina’ya bırakıyor. Genel olarak La Nina yıllarında Avustralya, Yeni Gine, Endonezya, Yeni Zelanda, Hindistan, Tayland, Güney Afrika, Sahil ve Orta Amerika’da yağışların arttığı gözlenir. Fakat Avrupa’nın bazı kısımları, ABD, Orta Asya ve Güney Amerika’nın bazı kısımlarında yağışlar azalır.El Nino ile La Nina arasındaki geçiş döneminde ise dünyada genellikle yağışlar normal seyrinde devam eder. Maalesef normal yağışlar şu andaki şiddetli kuraklığın etkilerini ortadan kaldıramaz. Su kaynakları ile birlikte doğanın kendine gelebilmesi için birkaç yıl süren iyi miktarda yağışa ihtiyaç olduğu unutulmamalı. Yani birey olarak su tasarrufuna devam, yerel yönetimler olarak su bütçesi yapıp Kuraklıkla Mücadele Planı’ndaki senaryolarına uyarak suyu yönetmeli ve altyapı kaçaklarını önlemeli, çiftçi olarak mikro sulama yöntemlerine geçip doğru zamanda ve miktarlarda sulama yapmalıyız... KAR YERİNE YAĞMURSonuç olarak, IRI merkezinin iklim tahminlerine göre Ekim 2007 ile Mart 2008 arasında ülkemizdeki yağışların mevsim normalleri civarında olması bekleniyor. Hava sıcaklıklarına gelince... Ekim 2007 - Mart 2008 arasındaki 180 günün yarısı mevsim normallerinden daha sıcak geçecek. Üçte birinin mevsim normalleri civarında, dörde birinin mevsim normallerinin altında geçmesi bekleniyor. Bu arada yağış miktarının normal seviyede bulunmasına rağmen, yağışın daha çok yağmur olacağına dikkat edilmeli!..
Çernobil ve Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu
Çernobil ve Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu 12.10.2007 Cumhuriyet / Bilim TeknikGeçtiğimiz hafta fosil yakıtlara bağlı kanser sıklığı hakkında Dr. Gale'in öngördüğü rakamları vermiştim. Dr Gale, sadece kömür ve petrolün neden olduğu çevre sorunları nedeniyle 2.000.000 kişinin 2065 yılına dek kansere yakalanacağını öne sürüyordu.
"Çernobil, 2065 yılına kadar kanser sıklığını ne kadar arttıracak" isimli yazımla ilgili olarak çok sayıda elektronik posta aldım. Bunların arasında en dikkat çekici olanı Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu'nun kurucularından ve halen bu platformun koordinatörlüğü görevini yürüten Fizik Yüksek Mühendisi Sayın Adil Buyan'ın gönderdiği iletiydi.
Buyan iletisinde şunları söylüyordu. "Bu konuda maalesef bilim sürekli katledildi. Medyatik olmaya gayret eden az sayıdaki kötü niyetli Prof, Dr. ya da Müh. takılı kişiler tarafından bu konu sürekli tabulaştırıldı... Konuya ideolojik bakanların yarattığı davranış biçimi sayesinde nükleer karşıtlığını bir DİN ve bizleri de bu dine inanmayan ATEİSTLER haline getirenlerle bilimsel verilerle mücadele ettik, etmeye de devam edeceğiz. Ancak bilimin izlenme oranlarının ülkemizde ne denli düştüğünü de bilmekteyiz."
Aslına bakarsanız bu nükleer enerji ve Çernobil konusunda benim aklım hep karışıktır. Televizyonlarda daha fazla izlenme dışında hiçbir kaygı ve sorumluluk taşımayan programlarda hemen neredeyse tüm kanserleri Çernobil'e bağlayan, acılı anne babalar üzerinden rayting kapmaya çalışan programlar, nükleer enerji lehine söylenen her şeyi vatan hainliği ve çevre düşmanlığı ile özdeşleştiren halk yardakçısı söylemler beni hep rahatsız etmiştir.
Bu konuda çok anlaşılabilir bir örnek vermek istiyorum. Hiroşima ve Nagazaki deneyimi, radyasyona bağlı akut lösemi (kan kanseri) sıklığının patlamayı takiben ilk 2-10 yıl içinde arttığını ve sıklığın 10. yılsonunda normale geldiğini bize öğretti. Ancak halen ve Çernobil'den 20 yıl sonra akut lösemi sıklığındaki artışı Çernobil'e bağlayan bilim insanlarımız var.
Sayın Buyan, bana yolladığı yazıda koordinatörlüğünü yaptığı platformun web sayfası olan www.nukte.org adresinde konuşmaya alıştığımızın dışında önemli bilgilerin sunulduğundan söz ediyor. Örneğin, nükleer santrallerin dünyada hızla azaldığı ancak ülkemizde dünyadaki bu eğilimin tersi davranıldığı hep söylenen bir iddiadır. Ancak Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu bu görüşte değil. Onlar bize şu bilgiyi sunuyor. Yıllara göre Nükleer Santral adetleri 1979'da 81, 1980'de 244, 1985'te 365, 1990'da 419, 2000'de 436, 2006'da 443'tür. 2005 yılına kadar dünyada ekonomik ömrü dolan ve dolayısı ile kapatılan santral sayısı ise 95 adettir. Yani hep söylenegelen bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Aslında tüm dünya ülkeleri nükleer santrallarını sadece ömrü dolduğundan kapatıyor ve yerine derhal yenilerini kuruyor.
Geçtiğimiz hafta fosil yakıtlara bağlı kanser sıklığı hakkında Dr. Gale'in öngördüğü rakamları vermiştim. Dr Gale, sadece kömür ve petrolün neden olduğu çevre sorunları nedeniyle 2.000.000 kişinin 2065 yılına dek kansere yakalanacağını öne sürüyordu. Bu sayı Çernobil'e bağlı kanser sıklığı artışı ile karşılaştırılamayacak kadar büyüktür.
Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu, iki temel nedenle nükleer enerjiye evet diyor. Bunlardan ilkini şöyle açıklıyorlar: "Nükleer teknoloji gibi çok geniş kapsamlı ileri teknolojilerin ülkeye kazandıracağı pek çok yarar vardır. Bir nükleer santralda yüksek teknoloji gerektiren yaklaşık 22 bin değişik parçanın bulunduğu göz önüne alınırsa, böyle bir teknolojiye sahip olmaya yönelmekle sanayimiz, bilim ve teknoloji kuruluşlarımız pek çok değişik alanda kullanılabilecek bilgi birikimi ve tecrübe kazanacaktır."
İkinci önemli noktayı ise şöyle dile getiriyorlar: "Son dönemde dünyada yaşanan gelişmeler, en geniş anlamıyla uluslararası güvenlik ve milli güvenlik kavramını hızla değiştirmektedir... Nükleer enerji gibi güvenilir bir temin seçeneğine sahip olmak, ülkemizin hem uluslararası arenada, hem de iç politikada daha güçlü etkinlik ve siyaset üretmesini sağlayacaktır."
Konu ile ilgili ezberlerini gözden geçirmek isteyenlere www.nukte.org adresini salık veririm.
Artık başta Çernobil'in ülkemizde neden oldukları olmak üzere nükleer enerji ve sakıncaları hakkında daha anlaşılır ve bilimsel bir bakış açısıyla konuşmaya başlamalıyız diye düşünüyorum. Bu köşe benimle aynı kaygıyı taşıyanların bilimsel ve objektif olmak kaydıyla her türlü farklı görüşüne açıktır.
"Çernobil, 2065 yılına kadar kanser sıklığını ne kadar arttıracak" isimli yazımla ilgili olarak çok sayıda elektronik posta aldım. Bunların arasında en dikkat çekici olanı Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu'nun kurucularından ve halen bu platformun koordinatörlüğü görevini yürüten Fizik Yüksek Mühendisi Sayın Adil Buyan'ın gönderdiği iletiydi.
Buyan iletisinde şunları söylüyordu. "Bu konuda maalesef bilim sürekli katledildi. Medyatik olmaya gayret eden az sayıdaki kötü niyetli Prof, Dr. ya da Müh. takılı kişiler tarafından bu konu sürekli tabulaştırıldı... Konuya ideolojik bakanların yarattığı davranış biçimi sayesinde nükleer karşıtlığını bir DİN ve bizleri de bu dine inanmayan ATEİSTLER haline getirenlerle bilimsel verilerle mücadele ettik, etmeye de devam edeceğiz. Ancak bilimin izlenme oranlarının ülkemizde ne denli düştüğünü de bilmekteyiz."
Aslına bakarsanız bu nükleer enerji ve Çernobil konusunda benim aklım hep karışıktır. Televizyonlarda daha fazla izlenme dışında hiçbir kaygı ve sorumluluk taşımayan programlarda hemen neredeyse tüm kanserleri Çernobil'e bağlayan, acılı anne babalar üzerinden rayting kapmaya çalışan programlar, nükleer enerji lehine söylenen her şeyi vatan hainliği ve çevre düşmanlığı ile özdeşleştiren halk yardakçısı söylemler beni hep rahatsız etmiştir.
Bu konuda çok anlaşılabilir bir örnek vermek istiyorum. Hiroşima ve Nagazaki deneyimi, radyasyona bağlı akut lösemi (kan kanseri) sıklığının patlamayı takiben ilk 2-10 yıl içinde arttığını ve sıklığın 10. yılsonunda normale geldiğini bize öğretti. Ancak halen ve Çernobil'den 20 yıl sonra akut lösemi sıklığındaki artışı Çernobil'e bağlayan bilim insanlarımız var.
Sayın Buyan, bana yolladığı yazıda koordinatörlüğünü yaptığı platformun web sayfası olan www.nukte.org adresinde konuşmaya alıştığımızın dışında önemli bilgilerin sunulduğundan söz ediyor. Örneğin, nükleer santrallerin dünyada hızla azaldığı ancak ülkemizde dünyadaki bu eğilimin tersi davranıldığı hep söylenen bir iddiadır. Ancak Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu bu görüşte değil. Onlar bize şu bilgiyi sunuyor. Yıllara göre Nükleer Santral adetleri 1979'da 81, 1980'de 244, 1985'te 365, 1990'da 419, 2000'de 436, 2006'da 443'tür. 2005 yılına kadar dünyada ekonomik ömrü dolan ve dolayısı ile kapatılan santral sayısı ise 95 adettir. Yani hep söylenegelen bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Aslında tüm dünya ülkeleri nükleer santrallarını sadece ömrü dolduğundan kapatıyor ve yerine derhal yenilerini kuruyor.
Geçtiğimiz hafta fosil yakıtlara bağlı kanser sıklığı hakkında Dr. Gale'in öngördüğü rakamları vermiştim. Dr Gale, sadece kömür ve petrolün neden olduğu çevre sorunları nedeniyle 2.000.000 kişinin 2065 yılına dek kansere yakalanacağını öne sürüyordu. Bu sayı Çernobil'e bağlı kanser sıklığı artışı ile karşılaştırılamayacak kadar büyüktür.
Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu, iki temel nedenle nükleer enerjiye evet diyor. Bunlardan ilkini şöyle açıklıyorlar: "Nükleer teknoloji gibi çok geniş kapsamlı ileri teknolojilerin ülkeye kazandıracağı pek çok yarar vardır. Bir nükleer santralda yüksek teknoloji gerektiren yaklaşık 22 bin değişik parçanın bulunduğu göz önüne alınırsa, böyle bir teknolojiye sahip olmaya yönelmekle sanayimiz, bilim ve teknoloji kuruluşlarımız pek çok değişik alanda kullanılabilecek bilgi birikimi ve tecrübe kazanacaktır."
İkinci önemli noktayı ise şöyle dile getiriyorlar: "Son dönemde dünyada yaşanan gelişmeler, en geniş anlamıyla uluslararası güvenlik ve milli güvenlik kavramını hızla değiştirmektedir... Nükleer enerji gibi güvenilir bir temin seçeneğine sahip olmak, ülkemizin hem uluslararası arenada, hem de iç politikada daha güçlü etkinlik ve siyaset üretmesini sağlayacaktır."
Konu ile ilgili ezberlerini gözden geçirmek isteyenlere www.nukte.org adresini salık veririm.
Artık başta Çernobil'in ülkemizde neden oldukları olmak üzere nükleer enerji ve sakıncaları hakkında daha anlaşılır ve bilimsel bir bakış açısıyla konuşmaya başlamalıyız diye düşünüyorum. Bu köşe benimle aynı kaygıyı taşıyanların bilimsel ve objektif olmak kaydıyla her türlü farklı görüşüne açıktır.
Küresel ısınma, nemin de artışına yol açıyor
Küresel ısınma, nemin de artışına yol açıyor 16.10.2007 Ntvmsnbcİnsan etkinliklerinin yol açtığı küresel ısınmanın, sadece dünyanın ısının daha fazla artmasına değil, rutubet artışına de yol açtığı belirtildi.
WASHINGTON - Nature (Doğa) dergisinde yayımlanan bir çalışmada, sıcaklıkları daha dayanılmaz hale getiren nemin yüzeye yakın havadaki oranının yaklaşık son 30 yılda yüzde 2,2 arttığı kaydedildi.
Bilgisayar örneklerinin, bu durumun tek açıklaması olarak insanın yol açtığı küresel ısınmayı gösterdiği belirtilen çalışmanın sahiplerinden İngiliz East Anglia Üniversitesinden Nathan Gillett, nem oranındaki bu değişimin, küresel ısınma sonucu sıcaklığın insanda yarattığı sıkıntıda önemli etkisi bulunduğuna işaret etti.Belirli nem değişiklikleri üzerinde yapılan çalışmada, 1973-2002 yılları arasında havadaki toplam nem oranının ölçüldüğü belirtildi.Bu arada çalışmayla doğrudan bağlantısı olmayan Miami Üniversitesi sağlık ve iklim araştırmacısı Laurance Kalkztein, nem oranındaki artışın insanlar için tehlikeli olabileceğini, çünkü bunun vücudun kendini kendini soğutmasını daha zorlaştıracağını vurguladı.Çalışmanın sahiplerinden, Yale Üniversitesinden iklim araştırmacısı Katharine Willet de nemin, kürenin çoğu bölgesinde arttığını, ABD’nin batısı, Güney Afrika ve Avustralya’nın bazı bölümlerinde havanın daha kuru olduğunu kaydetti.Fizik kuralları uyarınca sıcak havanın daha fazla nem tutabilmesi nedeniyle, çalışmadaki bulgular iklim araştırmacılarını şaşırtmazken, çalışmada, şu anki nem artışının önemli oranda olduğunun ve bunda sera etkisi yaratan gazların salımının etkisi olabileceğinin ortaya konulduğuna dikkat çekiliyor.Çalışmanın ayrıntıları, Nature dergisinin internetteki “http://www.nature.com/nature” adresinden görülebilir.
WASHINGTON - Nature (Doğa) dergisinde yayımlanan bir çalışmada, sıcaklıkları daha dayanılmaz hale getiren nemin yüzeye yakın havadaki oranının yaklaşık son 30 yılda yüzde 2,2 arttığı kaydedildi.
Bilgisayar örneklerinin, bu durumun tek açıklaması olarak insanın yol açtığı küresel ısınmayı gösterdiği belirtilen çalışmanın sahiplerinden İngiliz East Anglia Üniversitesinden Nathan Gillett, nem oranındaki bu değişimin, küresel ısınma sonucu sıcaklığın insanda yarattığı sıkıntıda önemli etkisi bulunduğuna işaret etti.Belirli nem değişiklikleri üzerinde yapılan çalışmada, 1973-2002 yılları arasında havadaki toplam nem oranının ölçüldüğü belirtildi.Bu arada çalışmayla doğrudan bağlantısı olmayan Miami Üniversitesi sağlık ve iklim araştırmacısı Laurance Kalkztein, nem oranındaki artışın insanlar için tehlikeli olabileceğini, çünkü bunun vücudun kendini kendini soğutmasını daha zorlaştıracağını vurguladı.Çalışmanın sahiplerinden, Yale Üniversitesinden iklim araştırmacısı Katharine Willet de nemin, kürenin çoğu bölgesinde arttığını, ABD’nin batısı, Güney Afrika ve Avustralya’nın bazı bölümlerinde havanın daha kuru olduğunu kaydetti.Fizik kuralları uyarınca sıcak havanın daha fazla nem tutabilmesi nedeniyle, çalışmadaki bulgular iklim araştırmacılarını şaşırtmazken, çalışmada, şu anki nem artışının önemli oranda olduğunun ve bunda sera etkisi yaratan gazların salımının etkisi olabileceğinin ortaya konulduğuna dikkat çekiliyor.Çalışmanın ayrıntıları, Nature dergisinin internetteki “http://www.nature.com/nature” adresinden görülebilir.
SERA GAZI EMİSYON MİKTARLARI
Tarih: 03.05.1999
DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI
ÇEVRE İSTATİSTİKLERİ KAPSAMINDA 1990-1997 YILLARI ARASINDA
TÜRKİYE'NİN SERA GAZI EMİSYON MİKTARLARINI AÇIKLADI
1992 yılında Rio de Janerio'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzaya açılmıştır. Sözleşmeye bugüne kadar 174 ülke ve Avrupa Birliği taraf olmuştur. Sözleşmenin temel amacı; atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun iklim sistemini daha fazla etkilemeyeceği seviyede tutmaktır.
Türkiye, Sözleşmenin amacını benimsemekle birlikte, taraf olan OECD ülkelerinin sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine indirmeleri ve gelişme yolundaki ülkelere teknik ve mali yardımda bulunma yükümlüğü getirdiğinden, Sözleşmeye ve 1997 yılında 3. Taraflar Konferansı'nda kabul edilen Kyoto Protokolü'ne henüz taraf olmamıştır.
Türkiye Sözleşmeye taraf olmamasına rağmen, Sözleşme gereğince ülkelerin hesaplamaları gereken sera gazı emisyonları ile ilgili çalışmalara başlamıştır.
Uluslararası İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası, ülkelerin sera gazı emisyonlarının kıyaslanabilir olması amacıyla, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC: Intergovernmental Climate Change Panel) Rehberi'nin kullanılmasını önermektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Türkiye'nin sera gazı emisyonlarını hazırlarken IPCC Rehberini kullanmıştır. IPCC Rehberi'nde, karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve nitrozoksit (N2O) doğrudan (direct) sera gazları, azot oksitler (NOx), karbonmonoksit (CO), metan dışı uçucu bileşikler (NMVOCs), hidroflorokarbonlar (HFCs), perflorokarbonlar (PFCs), kükürtflorür (SF6) ve kükürtdioksit (SO2) gazları da dolaylı (indirect) sera gazları olarak belirtilmiştir.
Enstitünün Çevre İstatistikleri Şubesi tarafından IPCC Rehberi kullanılarak hesaplanan Türkiye sera gazı emisyonları incelendiğinde; doğrudan sera gazı emisyon miktarı CO2 eşdeğeri olarak 1990 yılında 200.7 milyon ton iken, 1997 yılında 271.2 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Uluslararası İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ülkelerin 2000 yılında sera gazı emisyon seviyelerini 1990 yılı seviyelerine çekmelerini talep ederken, sera gazı emisyonlarının en büyük kaynağı olan Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere diğer bir çok ülke gibi Türkiye'de de doğrudan sera gazı emisyonlarında 1997 yılında 1990 yılına göre %35.10 oranında artış gerçekleşmiştir. Diğer taraftan kişi başı doğrudan sera gazı emisyonu 1990 yılı için 3.55 ve 1997 yılı için de 4.34 olarak hesaplanmıştır (Tablo 1 ve Tablo 2).
Doğrudan sera gazlarının en önemli bileşeni olan CO2 emisyonu ise; 1997 yılında 1990 yılına göre %35.50 oranında artış göstermiştir (Tablo 1).
Kişi başına düşen CO2 emisyonu, 1990 yılında 3.15 iken 1997 yılında bu değer 3.86'ya çıkmıştır (Tablo1).
Sera gazı emisyonlarının en önemli kaynağı olan yakıt tüketiminden salınan CO2 emisyonu incelendiğinde; 1997 yılında 1990 yılına göre %34.28 oranında artış olduğu görülmektedir (Tablo 1).
Yakıt tüketiminden kaynaklanan kişi başı CO2 emisyonu incelendiğinde dünya ortalaması 1990 yılında 4.08 iken 1995 yılında 3.92'ye; OECD ülkeleri ortalaması 1990 yılında 11.10 iken 1995 yılında 11.08'e düşmüş; sera gazı emisyonlarının en önemli kaynağı olan Amerika Birleşik Devletleri'nin 1990 yılı ortalaması 19.64 iken 1995 yılında 19.88'e yükselmiştir. Türkiye'nin ise; yakıt tüketiminden kaynaklanan kişi başı CO2 emisyonu 1990 yılında 3.15'den 1995 yılında 3.49'a yükselmesine rağmen her iki yıl için de, dünya, OECD ülkeleri ve ABD ortalamalarının oldukça altında kalmıştır (Tablo 2).
CH4 ve N2O emisyonları 100 yıllık dönem için CO2 eşdeğerine dönüştürülerek toplam doğrudan sera gazı emisyonu hesaplanmıştır. 1990 yılında doğrudan sera gazı emisyonlarının %88.67'sinin CO2, %10.77'sinin CH4 ve %0.56'sının da N2O iken 1997 yılında %88.93'ünün CO2, %9.42'sinin CH4 ve %1.65'inin de N2O gazından kaynaklandığı belirlenmiştir (Tablo 4).
Doğrudan sera gazı emisyonlarının sektörlerine göre 1990 ve 1997 yıllarındaki durumu incelendiğinde; 1990 yılında toplam 200.7 milyon ton olan doğrudan sera gazı emisyonlarının %73.10'u yakıt tüketiminden, %17.65'i endüstriyel proseslerden, %9.03'ü tarımsal faaliyetlerden ve %0.22'si de diğer sektörlerden kaynaklanırken, 1997 yılında toplam 271.2 milyon tonun %72.10'u yakıt tüketiminden, %19.52'si endüstriyel proseslerden, %6.10'u tarımsal faaliyetlerden ve %2.28'i de diğer sektörlerden kaynaklanmıştır. Tarımsal faaliyetlerin 1997 yılı için toplam emisyon içindeki payının 1990'a göre kıyaslandığında düştüğü görülmektedir (Tablo 5, Tablo 6).
Sera gazları içinde ayrıcalıklı bir önemi olan CO2 emisyonunun 1990 yılında yakıt tüketiminden kaynaklanan, miktarı 142.7 milyon ton ve doğrudan sera gazları içindeki payı %97.3, 1997 yılında ise CO2 emisyon miktarı 191.7 milyon ton ve doğrudan sera gazları içindeki payı ise %98.0 olarak belirlenmiştir (Tablo 7 ve Tablo 8).
Yakıt tüketiminden kaynaklanan CO2 emisyonu 1997 yılı için sektörel bazda incelendiğinde, enerji ve çevrim sektöründen %37, sanayi sektöründen %26, ulaştırma sektöründen %18 ve diğer sektörlerden %19 olduğu belirlenmiştir (Tablo 16).
Endüstriyel proseslerden kaynaklanan CO2 emisyonu 1990 ve 1997 yıllarında kıyaslamalı olarak incelendiğinde, 1990 yılında 35.2 milyon ton ve doğrudan sera gazı içindeki payı %99.5 iken 1997 yılı için 49.5 milyon ton ile doğrudan sera gazı emisyonlarındaki payının %93.5'e düştüğü görülmüştür (Tablo 9 ve Tablo 10).
1990 yılında 21.62 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplanan CH4 emisyonunun, %78.87'si hayvancılıktan (enterik fermentasyon ve gübre yönetimi), %14.54'ü yakıt tüketiminden, %2.02'si kömür madenciliğinden, %2.22'si pirinç ekiminden, %2.10'u tarımsal artıkların (anız) yakılmasından, %0.23'ü endüstriyel proseslerden, %0.01'i rafine edilen petrolden ve %0.001'i de ham petrolün taşınmasından kaynaklanmaktadır. 1997 yılında ise 25.55 milyon ton CO2 eşdeğeri CH4 emisyonunun, %60.26'sı hayvancılıktan, %18.95'i düzenli depolama alanlarından, %11.32'si yakıt tüketiminden, %5.26'sı kömür madenciliğinden, %2.26'sı pirinç ekiminden, %1.74'ü tarımsal artıkların yakılmasından, %0.19'u endüstriyel proseslerden, %0.01'i rafine edilen petrolden ve %0.001'i de ham petrolün taşınmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 17).
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere CH4 emisyonuna neden olan en önemli kaynak hayvancılık sektörüdür.
1997 yılında 4.48 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplanan N2O emisyonunun, %75.38'i endüstriyel proseslerden, %21.64'ü yakıt tüketiminden, %2.97'si tarımsal artıkların (anız) yakılmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 18 ve Tablo 19).
NOx, CO, NMVOC ve SO2 gazları dolaylı sera gazları olarak tanımlanmıştır. Söz konusu gazlar için CO2 eşdeğerine çevirmek için bir katsayısı bulunmadığından, herbir gazın emisyonları orjinal sonuçlarına göre değerlendirilmiştir.
NOx emisyonu; yakıt tüketimi, endüstriyel prosesler ve tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmaktadır. NOx emisyonu, 1990 yılında 680.41 bin ton iken 1997 yılında 871.52 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında NOx emisyonunun %96.64'ü yakıt tüketiminden, %2.20'si endüstriyel proseslerden ve %1.16'sı da tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmıştır (Tablo 20 ve Tablo 21).
CO emisyonu da; yakıt tüketimi, endüstriyel prosesler ve tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmaktadır. CO emisyonu, 1990 yılında 3,773 bin ton iken 1997 yılında 4,198 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında CO emisyonunun %87.82'si yakıt tüketiminden, %1.56'sı endüstriyel proseslerden ve %10.61'i de tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmıştır (Tablo 22 ve Tablo23).
NMVOC emisyonu da; yakıt tüketimi ve endüstriyel proseslerden kaynaklanmaktadır. NMVOC emisyonu, 1990 yılında 524 bin ton iken 1997 yılında 632 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında NMVOC emisyonunun %91.05'i yakıt tüketiminden ve %8.95'i endüstriyel proseslerden kaynaklanmıştır (Tablo 24 ve Tablo25).
Termik santrallarda yakıt tüketiminden kaynaklanan SO2 emisyonu Türkiye Elektrik Üretim, İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından, endüstriyel proseslerden kaynaklanan kısmı ise IPCC rehberine göre hesaplanmıştır. SO2 emisyonu, 1990 yılında 813 bin ton iken 1997 yılında 1,038 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında SO2 emisyonunun %90.80'i termik santrallardan ve %9.20'si endüstriyel proseslerden kaynaklanmıştır (Tablo 26 ve Tablo 27).
Ormanlar tarafından emilen CO2 emisyon miktarı Orman Bakanlığı tarafından hesaplanmıştır. Ormanlar tarafından emilen CO2 emisyonu 1990 yılında 43.8 milyon ton iken 1997 yılında 49.7 milyon tona çıkmıştır (Tablo 28).
NOT: 100 yıllık dönem için CH4 emisyon değeri 21 katsayısı ile N2O emisyon değeri de 310 katsayısı ile çarpılarak CO2 eşdeğerine çevrilmiştir.
DETAYLI VERİLER AŞAĞIDAKİ TABLOLARDAN SAĞLANABİLİR. TABLO 1. 1990-1997 Yılları Arasında Doğrudan Sera Gazı Emisyonları ve Göstergeler TABLO 2. 1990 ve 1995 Yıllarında Dünya, OECD ülkeleri, ABD ve Türkiye'nin CO2 Emisyonu ile ilgili Göstergeleri
TABLO 3. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları
TABLO 4. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 5. 1990 Yılında Sektörlerine Göre Doğrudan Sera Gazı Emisyon Miktarları ve Emisyon Oranları
TABLO 6. 1997 Yılında Sektörlerine Göre Doğrudan Sera Gazı Emisyon Miktarları ve Emisyon Oranları
TABLO 7. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları TABLO 8. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 9. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Endüstriyel Proseslerden Kaynaklanan Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları
TABLO 10. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Endüstriyel Proseslerden Kaynaklanan Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 11. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Tarımsal Artıkların Yakılmasından Kaynaklanan Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları
TABLO 12. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Tarımsal Artıkların Yakılmasından Kaynaklanan Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 13. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO2 Emisyon Miktarları
TABLO 14. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO2 Emisyon Oranları
TABLO 15. 1990-1997 Yılları Arasında Sektörlerine Göre Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan CO2 Emisyon Miktarları
TABLO 16. 1990-1997 Yılları Arasında Sektörlerine Göre Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan CO2 Emisyon Oranları
TABLO 17. 1990-1997 Yılları arasında Kaynaklarına Göre CH4 Emisyon Oranları
TABLO 18. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N2O Emisyonları
TABLO 19. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N2 O Emisyon Oranları
TABLO 20. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N Ox Emisyonları
TABLO 21. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N Ox Emisyon Oranları
TABLO 22. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO Emisyonları
TABLO 23. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO Emisyon Oranları
TABLO 24. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre NMVOC Emisyon Miktarları
TABLO 25. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre NMVOC Emisyon Oranları
TABLO 26. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre SO2 Emisyon Miktarları
TABLO 27. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre SO2 Emisyon Oranları
TABLO 28. Ormanlar Tarafından Emilen CO2 Emisyon Miktarı
DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI
ÇEVRE İSTATİSTİKLERİ KAPSAMINDA 1990-1997 YILLARI ARASINDA
TÜRKİYE'NİN SERA GAZI EMİSYON MİKTARLARINI AÇIKLADI
1992 yılında Rio de Janerio'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzaya açılmıştır. Sözleşmeye bugüne kadar 174 ülke ve Avrupa Birliği taraf olmuştur. Sözleşmenin temel amacı; atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun iklim sistemini daha fazla etkilemeyeceği seviyede tutmaktır.
Türkiye, Sözleşmenin amacını benimsemekle birlikte, taraf olan OECD ülkelerinin sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine indirmeleri ve gelişme yolundaki ülkelere teknik ve mali yardımda bulunma yükümlüğü getirdiğinden, Sözleşmeye ve 1997 yılında 3. Taraflar Konferansı'nda kabul edilen Kyoto Protokolü'ne henüz taraf olmamıştır.
Türkiye Sözleşmeye taraf olmamasına rağmen, Sözleşme gereğince ülkelerin hesaplamaları gereken sera gazı emisyonları ile ilgili çalışmalara başlamıştır.
Uluslararası İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası, ülkelerin sera gazı emisyonlarının kıyaslanabilir olması amacıyla, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC: Intergovernmental Climate Change Panel) Rehberi'nin kullanılmasını önermektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Türkiye'nin sera gazı emisyonlarını hazırlarken IPCC Rehberini kullanmıştır. IPCC Rehberi'nde, karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve nitrozoksit (N2O) doğrudan (direct) sera gazları, azot oksitler (NOx), karbonmonoksit (CO), metan dışı uçucu bileşikler (NMVOCs), hidroflorokarbonlar (HFCs), perflorokarbonlar (PFCs), kükürtflorür (SF6) ve kükürtdioksit (SO2) gazları da dolaylı (indirect) sera gazları olarak belirtilmiştir.
Enstitünün Çevre İstatistikleri Şubesi tarafından IPCC Rehberi kullanılarak hesaplanan Türkiye sera gazı emisyonları incelendiğinde; doğrudan sera gazı emisyon miktarı CO2 eşdeğeri olarak 1990 yılında 200.7 milyon ton iken, 1997 yılında 271.2 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Uluslararası İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ülkelerin 2000 yılında sera gazı emisyon seviyelerini 1990 yılı seviyelerine çekmelerini talep ederken, sera gazı emisyonlarının en büyük kaynağı olan Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere diğer bir çok ülke gibi Türkiye'de de doğrudan sera gazı emisyonlarında 1997 yılında 1990 yılına göre %35.10 oranında artış gerçekleşmiştir. Diğer taraftan kişi başı doğrudan sera gazı emisyonu 1990 yılı için 3.55 ve 1997 yılı için de 4.34 olarak hesaplanmıştır (Tablo 1 ve Tablo 2).
Doğrudan sera gazlarının en önemli bileşeni olan CO2 emisyonu ise; 1997 yılında 1990 yılına göre %35.50 oranında artış göstermiştir (Tablo 1).
Kişi başına düşen CO2 emisyonu, 1990 yılında 3.15 iken 1997 yılında bu değer 3.86'ya çıkmıştır (Tablo1).
Sera gazı emisyonlarının en önemli kaynağı olan yakıt tüketiminden salınan CO2 emisyonu incelendiğinde; 1997 yılında 1990 yılına göre %34.28 oranında artış olduğu görülmektedir (Tablo 1).
Yakıt tüketiminden kaynaklanan kişi başı CO2 emisyonu incelendiğinde dünya ortalaması 1990 yılında 4.08 iken 1995 yılında 3.92'ye; OECD ülkeleri ortalaması 1990 yılında 11.10 iken 1995 yılında 11.08'e düşmüş; sera gazı emisyonlarının en önemli kaynağı olan Amerika Birleşik Devletleri'nin 1990 yılı ortalaması 19.64 iken 1995 yılında 19.88'e yükselmiştir. Türkiye'nin ise; yakıt tüketiminden kaynaklanan kişi başı CO2 emisyonu 1990 yılında 3.15'den 1995 yılında 3.49'a yükselmesine rağmen her iki yıl için de, dünya, OECD ülkeleri ve ABD ortalamalarının oldukça altında kalmıştır (Tablo 2).
CH4 ve N2O emisyonları 100 yıllık dönem için CO2 eşdeğerine dönüştürülerek toplam doğrudan sera gazı emisyonu hesaplanmıştır. 1990 yılında doğrudan sera gazı emisyonlarının %88.67'sinin CO2, %10.77'sinin CH4 ve %0.56'sının da N2O iken 1997 yılında %88.93'ünün CO2, %9.42'sinin CH4 ve %1.65'inin de N2O gazından kaynaklandığı belirlenmiştir (Tablo 4).
Doğrudan sera gazı emisyonlarının sektörlerine göre 1990 ve 1997 yıllarındaki durumu incelendiğinde; 1990 yılında toplam 200.7 milyon ton olan doğrudan sera gazı emisyonlarının %73.10'u yakıt tüketiminden, %17.65'i endüstriyel proseslerden, %9.03'ü tarımsal faaliyetlerden ve %0.22'si de diğer sektörlerden kaynaklanırken, 1997 yılında toplam 271.2 milyon tonun %72.10'u yakıt tüketiminden, %19.52'si endüstriyel proseslerden, %6.10'u tarımsal faaliyetlerden ve %2.28'i de diğer sektörlerden kaynaklanmıştır. Tarımsal faaliyetlerin 1997 yılı için toplam emisyon içindeki payının 1990'a göre kıyaslandığında düştüğü görülmektedir (Tablo 5, Tablo 6).
Sera gazları içinde ayrıcalıklı bir önemi olan CO2 emisyonunun 1990 yılında yakıt tüketiminden kaynaklanan, miktarı 142.7 milyon ton ve doğrudan sera gazları içindeki payı %97.3, 1997 yılında ise CO2 emisyon miktarı 191.7 milyon ton ve doğrudan sera gazları içindeki payı ise %98.0 olarak belirlenmiştir (Tablo 7 ve Tablo 8).
Yakıt tüketiminden kaynaklanan CO2 emisyonu 1997 yılı için sektörel bazda incelendiğinde, enerji ve çevrim sektöründen %37, sanayi sektöründen %26, ulaştırma sektöründen %18 ve diğer sektörlerden %19 olduğu belirlenmiştir (Tablo 16).
Endüstriyel proseslerden kaynaklanan CO2 emisyonu 1990 ve 1997 yıllarında kıyaslamalı olarak incelendiğinde, 1990 yılında 35.2 milyon ton ve doğrudan sera gazı içindeki payı %99.5 iken 1997 yılı için 49.5 milyon ton ile doğrudan sera gazı emisyonlarındaki payının %93.5'e düştüğü görülmüştür (Tablo 9 ve Tablo 10).
1990 yılında 21.62 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplanan CH4 emisyonunun, %78.87'si hayvancılıktan (enterik fermentasyon ve gübre yönetimi), %14.54'ü yakıt tüketiminden, %2.02'si kömür madenciliğinden, %2.22'si pirinç ekiminden, %2.10'u tarımsal artıkların (anız) yakılmasından, %0.23'ü endüstriyel proseslerden, %0.01'i rafine edilen petrolden ve %0.001'i de ham petrolün taşınmasından kaynaklanmaktadır. 1997 yılında ise 25.55 milyon ton CO2 eşdeğeri CH4 emisyonunun, %60.26'sı hayvancılıktan, %18.95'i düzenli depolama alanlarından, %11.32'si yakıt tüketiminden, %5.26'sı kömür madenciliğinden, %2.26'sı pirinç ekiminden, %1.74'ü tarımsal artıkların yakılmasından, %0.19'u endüstriyel proseslerden, %0.01'i rafine edilen petrolden ve %0.001'i de ham petrolün taşınmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 17).
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere CH4 emisyonuna neden olan en önemli kaynak hayvancılık sektörüdür.
1997 yılında 4.48 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplanan N2O emisyonunun, %75.38'i endüstriyel proseslerden, %21.64'ü yakıt tüketiminden, %2.97'si tarımsal artıkların (anız) yakılmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 18 ve Tablo 19).
NOx, CO, NMVOC ve SO2 gazları dolaylı sera gazları olarak tanımlanmıştır. Söz konusu gazlar için CO2 eşdeğerine çevirmek için bir katsayısı bulunmadığından, herbir gazın emisyonları orjinal sonuçlarına göre değerlendirilmiştir.
NOx emisyonu; yakıt tüketimi, endüstriyel prosesler ve tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmaktadır. NOx emisyonu, 1990 yılında 680.41 bin ton iken 1997 yılında 871.52 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında NOx emisyonunun %96.64'ü yakıt tüketiminden, %2.20'si endüstriyel proseslerden ve %1.16'sı da tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmıştır (Tablo 20 ve Tablo 21).
CO emisyonu da; yakıt tüketimi, endüstriyel prosesler ve tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmaktadır. CO emisyonu, 1990 yılında 3,773 bin ton iken 1997 yılında 4,198 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında CO emisyonunun %87.82'si yakıt tüketiminden, %1.56'sı endüstriyel proseslerden ve %10.61'i de tarımsal artıkların yakılmasından kaynaklanmıştır (Tablo 22 ve Tablo23).
NMVOC emisyonu da; yakıt tüketimi ve endüstriyel proseslerden kaynaklanmaktadır. NMVOC emisyonu, 1990 yılında 524 bin ton iken 1997 yılında 632 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında NMVOC emisyonunun %91.05'i yakıt tüketiminden ve %8.95'i endüstriyel proseslerden kaynaklanmıştır (Tablo 24 ve Tablo25).
Termik santrallarda yakıt tüketiminden kaynaklanan SO2 emisyonu Türkiye Elektrik Üretim, İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından, endüstriyel proseslerden kaynaklanan kısmı ise IPCC rehberine göre hesaplanmıştır. SO2 emisyonu, 1990 yılında 813 bin ton iken 1997 yılında 1,038 bin ton'a çıkmıştır. 1997 yılında SO2 emisyonunun %90.80'i termik santrallardan ve %9.20'si endüstriyel proseslerden kaynaklanmıştır (Tablo 26 ve Tablo 27).
Ormanlar tarafından emilen CO2 emisyon miktarı Orman Bakanlığı tarafından hesaplanmıştır. Ormanlar tarafından emilen CO2 emisyonu 1990 yılında 43.8 milyon ton iken 1997 yılında 49.7 milyon tona çıkmıştır (Tablo 28).
NOT: 100 yıllık dönem için CH4 emisyon değeri 21 katsayısı ile N2O emisyon değeri de 310 katsayısı ile çarpılarak CO2 eşdeğerine çevrilmiştir.
DETAYLI VERİLER AŞAĞIDAKİ TABLOLARDAN SAĞLANABİLİR. TABLO 1. 1990-1997 Yılları Arasında Doğrudan Sera Gazı Emisyonları ve Göstergeler TABLO 2. 1990 ve 1995 Yıllarında Dünya, OECD ülkeleri, ABD ve Türkiye'nin CO2 Emisyonu ile ilgili Göstergeleri
TABLO 3. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları
TABLO 4. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 5. 1990 Yılında Sektörlerine Göre Doğrudan Sera Gazı Emisyon Miktarları ve Emisyon Oranları
TABLO 6. 1997 Yılında Sektörlerine Göre Doğrudan Sera Gazı Emisyon Miktarları ve Emisyon Oranları
TABLO 7. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları TABLO 8. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 9. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Endüstriyel Proseslerden Kaynaklanan Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları
TABLO 10. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Endüstriyel Proseslerden Kaynaklanan Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 11. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Tarımsal Artıkların Yakılmasından Kaynaklanan Doğrudan ve Dolaylı Sera Gazı Emisyon Miktarları
TABLO 12. 1990-1997 Yılları Arasında Türkiye’de Tarımsal Artıkların Yakılmasından Kaynaklanan Doğrudan Sera Gazı Emisyon Oranları
TABLO 13. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO2 Emisyon Miktarları
TABLO 14. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO2 Emisyon Oranları
TABLO 15. 1990-1997 Yılları Arasında Sektörlerine Göre Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan CO2 Emisyon Miktarları
TABLO 16. 1990-1997 Yılları Arasında Sektörlerine Göre Yakıt Tüketiminden Kaynaklanan CO2 Emisyon Oranları
TABLO 17. 1990-1997 Yılları arasında Kaynaklarına Göre CH4 Emisyon Oranları
TABLO 18. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N2O Emisyonları
TABLO 19. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N2 O Emisyon Oranları
TABLO 20. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N Ox Emisyonları
TABLO 21. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre N Ox Emisyon Oranları
TABLO 22. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO Emisyonları
TABLO 23. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre CO Emisyon Oranları
TABLO 24. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre NMVOC Emisyon Miktarları
TABLO 25. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre NMVOC Emisyon Oranları
TABLO 26. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre SO2 Emisyon Miktarları
TABLO 27. 1990-1997 Yılları Arasında Kaynaklarına Göre SO2 Emisyon Oranları
TABLO 28. Ormanlar Tarafından Emilen CO2 Emisyon Miktarı
Konuyla İlgili Gazetedeki Makaleler
KÜRESEL ISINMA NANOBAKTERİLERİ TETİKLER
12.04.2005 Ntvmsnbc
Bulutlarda saklanan ve damar tıkanıklığı, böbrek taşı gibi hastalıklara neden olan anobakteriler, küresel ısınmayla daha uzun ömürlü olacak. Uzmanlar bu hastalıkların salgın halini alabileceğini vurguluyor.
Bilinen bakterilerin 100’de biri büyüklüğündeki nanobakteriler böbrek taşı, kalp hastalığı ve rahim kanseri gibi bazı hastalıkların tetikleyicisi sayılıyor. Bilim insanları, atmosferde bulutlarda yaşayan nanobakterilerin küresel ısınmayla daha uzun ömürlü olacağı ve bu hastalıkların oluşumuna etkilerinin artacağını öne sürüyor.
Ulm Üniversitesi’nden Andrei Sommer ve Cardiff Üniversitesi’nden N. Chandra Wickramasinghe’nin ortaya attığı teze göre, nanobakteriler önce insan bedeninde oluşuyor, insandan havaya karışıyor ve sonra yeniden insanlar tarafından alınıyor. Bilim insanları Journal of Proteome Research dergisinde yayımladıkları makalede nanobakterinin atmosferde varlığını sürdüğünü kanıtladıklarını ifade etti.
NANOBAKTERİYİ BULUTLAR BARINDIRIYOR
Sommer ve Wickramasinghe makalelerine yazdıkları giriş yazısında şu ifadeyi kullandı: “Küresel ısınma aynı zamanda troposfer tabakasının da ısınmasına neden oluyor. Bulutlar kalınlaşarak daha uzun ömürlü hale geliyor ve bu da bulutların nanobakterileri barındırma potansiyelini artırıyor. Bu süreç, atmosferdeki nanobakterilere bağlı hastalıklarda artış nedeni olarak öngörülebilir.”
Bilim ekibi Hindistan’ın Hayderabad kenti semalarında yaptıkları deneyde, özel bir balonla kentin atmosferinden hava numuneleri toplayarak, laboratuvarda inceledi. Havadan toplanan nanobakteri partikülleri ile insanda bulunan nanobakteriler arasında yapılan karşılaştırmada, iki tip arasında 7 anahtar kategoride benzerlik çıktı. Araştırmacılar bunu, insanların havadan aldıkları nanobakterilerden enfekte oldukları şeklinde yorumlanabileceğini savunuyor.
NANOBAKTERİLER NEREDEN GELİYOR?
Nanobakterilerin kaynağının ne olduğu sorusu ise ayrı bir tartışma konusu. Dr. Sommer, nanobakterilerin insanların idrarlarından havaya karıştığını öne sürüyor. Bu teze göre, idrar kanalizasyona karışınca atık sularla birlikte buharlaşıyor ve varlığını havada sürdürüyor. Atmosfere bir kez çıktıktan sonra ise, nanobakteriler yeryüzüne ıslak veya kuru olarak iki türlü iniş yapabiliyor. Nanobakteriler kuru halde yerçekimiyle yeryüzüne geri dönüş yapıyor.
Nanobakteri bulutların arasında ıslak halde ise daha uzun süre yaşıyor. Kuru halde tehlike arzetmediği düşünülen nanobakterilerin asıl tehlikesi ıslak halde, yağmur damlalarıyla yeryüzüne düşmesi, zira bu durumda nanobakteriler hala ‘canlı’ sayılıyor.
NANOBAKTERİ NEDİR?
Atmosferde bulunan, nefes yoluyla veya içme sularına karışarak bulaşan nanobakterilerin nasıl bir yaşam formu olduğu başlı başına bir soru işareti. Nanobakterileri ilk olarak 1988 yılında Fin biyokimyacı Olavi Kajander hücre araştırmaları sırasında tesadüfen farketmişti. Ölü hücrelerde keşfedilen nanobakterilerin normal bakterinin 100’de biri büyüklüğünde olduğu saptandı. Bunların yeni bir yaşam formu olduğuna kanaat getiren Kajander, ‘nanobakteri’ olarak adlandırdığı bu araştırmasıyla mikrobiyoloji alanında önemli bir tartışmayı da başlatmış oldu.
Nanobakterilerin bir kristal parçacığı olup olmadığı da mikrobiyoloji alanında önemli tartışma konularından biri. Bilim dünyası 20 ila 200 nanometre arasında çapa sahip canlıların ayakta kalmayı başaramayacağını kabul ediyor. Ancak nanobakteriler, başta ısı olmak üzere bakterileri yok eden bir çok dış etkene karşı yüksek direnç gösteriyor
KÜRESEL ISINMA İÇİN ARTIK ÇOK GEÇ
18.03.2005 Ntvmsnbc
Bilim insanları, dünya toplumlarının sera etkisini bugün durdurmaları halinde dahi, küresel ısınmanın durdurulamayacak bir yöne gittiğini savunuyor.
Küresel ısınma bu hızıyla devam ederse 2100 yılında 25 cm yükselecek, sıcaklıklar ise yarım derece artacak. Bilim insanlarının yaptıkları bilgisayar simülasyonlarına göre, deniz seviyesi bugüne kadar yükseldiğinden daha fazla yükselecek, kuraklıklar, fırtınalar ve sıcak hava dalgaları daha sert hale gelecek.
SULAR 2100’DE 25 CM YÜKSELECEK
Sonuçları Science dergisinde yayımlanan, Colorado’daki ‘National Center for Atmospheric Research (NCAR)’da yapılan araştırmalara göre, sera gazlarının atmosfere salınmasını durdurmanın zamanı geçiyor. Bilim insanlarının korkutucu senaryo olarak niteledikleri ise, bu döngünün geri çevrilemez bir hal alması. Tahminlere göre, tüm dünya karbon dioksit emisyonunu (salınımı) kesse dahi, deniz seviyesi yine de 2100 yılında 11 cm yükselmiş olacak.
GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ HALE GELDİ
En kötü senaryoya göre ise, deniz seviyesi 30 cm yükselirken, sıcaklıklar 3.5 derece artacak. İnsanoğlunu bekleyen asıl felaket ise 2400 yılında, deniz seviyelerinin 1 metre artacağı öngörüsü. Araştırmayı kaleme alan bilim insanı Dr. Tom Wigley sonucu şöyle değerlendiriyor: “Kısaca, dünya geri dönülmez bir yola girmiş durumda.”
DENİZ KENARLARI SULAR ALTINDA KALACAK
Küresel ısınma sonucunda Grönland’daki buz kütlesi tamamen erirse deniz seviyesi 7 metre, Antarktika’nın batısındaki buz kütlesi erirse 5 metre daha artacak. Bu seviyeler, Bangladeş, Florida ve Manhattan’ın büyük bölümünün sular altında kalması için yeterli olacak.Küresel ısınma insanoğlunun fosil bazlı maddeleri yakarak atmosfere karbon dioksit ve benzeri gazlara salmasıyla oluşuyor. Bu gazlar atmosferde bir tabaka oluşturarak Dünya’ya düşen Güneş ışınlarını yeryüzüne hapsediyor. Buna sera etkisi deniyor.
KLİMANJARO'DA ON YIL SONRA KAR KALMAYACAK
15.03.2005 BBC Türkçe
Londra'da toplanan uluslararası iklim değişikliği konferansında, küresel ısınma tehdidini Tanzanya'daki dorukları karlı muhteşem Klimanjaro dağının fotoğrafı simgeliyor. Klimanjaro, doruklarını süsleyen beyaz şapkasıyla Afrika kıtasının da en iyi bilinen sembollerinden. Fakat, son otuz yıl içinde eski yanardağın doruklarındaki karların erimesiyle, Klimanjaro fotoğrafları büyük bir değişiklik gösterdi. Bu hızla giderse on ya da onbeş yıl içinde Klimanjaro'nun doruklarında hiç kar kalmıyacağı tahmin ediliyor.
Yapılan araştırmalar, dağın doruklarındaki buzul ve kar tabakasının son yüzyıl içinde yüzde seksen oranında azaldığını gösteriyor. Buna sebep olarak da küresel ısınma gösteriliyor. Bununla birlikte, iklim bilimciler arasında bu erimenin tek nedeninin küresel ısınma olup olmadığı konusunda görüş ayrılıkları var. Kimi uzmanlar, dağın eteklerinin ormansızlaştırılması gibi başka faktörlerin de bu değişiklikte rol oynadığını savunuyor.
NE YAPILABİLİR?
Yirmi ülkenin çevre ve enerji bakanlarını biraraya getiren toplantıda, dünya ekonomisinin fosil yakıtlara bağımlılığının azaltılması ve küresel ısınmanın önüne geçilmesinin yolları konuşuluyor. Toplantıya en büyük sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu yediler grubunun yanısıra, dünyanın hızla gelişen ekonomik devleri, Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkelerden de bakanlar katılıyor. Amaç, Kyoto Protokolu ardından atılacak adımlar konusundaki tartışmayı canlandırmak.
Kyoto Protokolu hep küresel ısınmayla mücadelede bir ilk adım olarak düşünüldü.Bu protokolü imzalayan sanayileşmiş ülkeler, atmosfere saldıkları karbon dioksit miktarını 1990 yılı seviyesinin yüzde beş altına düşürmeyi taahhüt ettiler. Fakat, dünya genelinde bakıldığında, karbon dioksit salınımı halühazırda 1990 düzeyinin çok üzerinde ve eğer radikal önlemler alınmazsa, önümüzdeki 25 yıl içinde yüzde altmış oranında daha yükselecek. Bu artışın çok büyük bir kısmı da gelişmekte olan büyük ülkelerden geliyor. Çin, Hindistan ve Brezilya gibi. Bu ve diğer gelişmekte olan ülkelerden bakanlar, iki günlük Londra Konferansında, G8 diye bilinen yedi en varlıklı ülke ve Rusya grubuna katılacak ve sera gazları denilen zararlı gazların salınımını azaltmak için ne yapabileceklerini ortaya koyacaklar. Tartışmalar, ülkelerin hangi somut taahhütleri vereceğinden ziyade, çevre dostu yeni teknolojilerin kullanımı, bilgi alışverişi gibi konular üzerinde odaklanacak. Buna karşılık, Kyoto Protokolu'nun süresi 2012 yılında dolduğunda, yerine ciddi bir yeni düzenlemenin geçirilmesi konusundaki uluslararası tartışma ve baskılar yoğunlaşmaya başladı.
HİMALAYALAR ERİYOR, KURAKLIK KAPIDA
14.03.2005 Ntvmsnbc
Küresel ısınma yüzünden Himalaya buzullarındaki erime hızlandı. Uzmanlar, buzulların bu hızla erimesinin önce ırmakların taşmasına, sonra da kuraklığa yol açacağı uyarısını yapıyor.Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) raporuna göre Çin, Nepal ve Kuzey Hindistan’da yüzmilyonlarca kişi önce sel felaketleri, sonra da su kıtlığıyla karşı karşıya kalacak. WWF raporu, Hindistan’ın kuzeyi ve Nepal’de kimi göllerde buharlaşma ve su seviyesinde düşüş tespit edildiğini ortaya koyuyor.
KURAKLIK BİRİNCİ TEHLİKE
Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın raporu, iklimin daha da ısınması ve Himalaya buzullarının bu hızla erimesi halinde, akarsu ve nehirlerin taşacağı ve su baskınların yaşanacağını belirtiyor. Tahminlere göre, 30 ila 40 yıl sonra su seviyesi normale dönse dahi, geriye söz konusu bölgelerde ekonomik ve ekolojik sorunlar kalacak. Bunların en ciddisi ise kuraklık.
TARIM RİSK ALTINDA
Bölge halklarının başlıca geçim kaynağı tarım. Su kaynaklarındaki azalması mahsullerin ve gelirlerin azalması anlamına geliyor. Taşan ırmakların yaratacağı seller tarım alanlarını kaplayarak ekilemez hale getirecek. Buzulların erimeye devam etmesi, hidroelektrik enerjisinin de sonunu getirecek, bu da uzun vadede tarım ve kentleşmeyi sekteye uğratacak.Himalaya buzulları 33 bin kilometrekarelik alanı kaplayarak 7 büyük ırmağı besliyor. Ganj, Indus, Sarı ırmak, Gökırmak gibi ırmaklar, dünyanın en kalabalık nüfuslarına sahip bölgelerden geçiyor.
ÇİN HÜKÜMETİNE UYARI
Çin hükümeti, ülkenin geri kalan batı bölgelerinin gelişmesi için özel projelerle tarım ve endüstriyi destekliyordu. Ancak, kırsal bölgelerde artan kentleşme su ihtiyacını arttırıyor. Uzmanlar, Çin hükümetinin devasa ve iddialı projelerinin bölgedeki ekolojik dengeyi daha da bozabileceğine dikkat çekiyor. WWF uzmanları Çin hükümetinin bölgenin hassas dengelerini gözetmesi gerekeceğini vurguluyor. / Ntvmsnbc 14-03-2005
WWF'ye göre; Nepal, Çin ve Hindistan'da küresel ısınma hissedilmeye başlandı bile. Nepal'de sıcaklık 0.06 derece arttı, kar suyuyla beslenen üç nehir cılızlaştı. Çin'in Kuinhay platosunda göl ve nehirler küçüldü. Hindistan'ın Gangotogri buzulu her yıl 23 metre erimeye başladı. / Radikal 15-03-2005
BİZİ BU HAVALAR MAHVETTİ
02.03.2005 Milliyet
Türkiye'nin yarısı sular, yarısı ise karlar altında... Yollar kapandı, ulaşım durdu. Tarlaları ve evleri su bastı. Olan yine halka oldu.Yurt genelinde etkili olan soğuk hava ve kar yağışı yüzünden Samsun, Amasya, Ordu, Bolu, Çankırı ve Kütahya'da toplam 703 köy yolu ulaşıma kapandı. Samsun'da 13, Amasya'da 51 ve Ordu'da 236 köye ulaşılamadığını belirten yetkililer, yolların açılması için yoğun çaba gösterildiğini söyledi. Karayolları ekiplerinin kar temizleme ve tuzlama çalışması yaparak ulaşımı rahatlatmaya çalıştığı Bolu Dağı'nda, sürücüler elektronik tabelalarla yavaş gitmeleri konusunda uyarıldı.
SEL GİTTİ, KAR GELDİ
Edirne'de, Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması sonucu 12 günde 3 kez yaşanan su taşkınının ardından, kar yağışı başladı. Yunan ve Bulgar yetkililere, kapakların aralıklı açılmasını rica ettiklerini söyleyen Vali Nusret Miroğlu, suların çekilmeye başladığını söyledi. Konuyu Dışişleri Bakanlığı'na bildirdiklerini de ifade eden Miroğlu, ekiplerin hazır bekletildiğini açıkladı. Samsun'un Bafra ilçesinde de dün geceki yağışın ardından gölün taşması sonucu, Şirinköy'de yaklaşık 2 bin dönüm tarım alanı ve bazı evler su altında kaldı. Çanakkale Boğazı'nda ise zaman zaman etkisini artıran poyraz nedeniyle, Gökçeada - Kabatepe arasındaki arabavapuru seferleri geçici olarak durduruldu.
VAN GÖLÜ'NDE KÜRESEL ISINMA
20.02.2005 Radikal
Küresel ısınmanın birinci derecede etkisini göstereceği yerlerden biri de Van Gölü ve çevresidir. AA - VAN - Küresel ısınma, Van Gölü'nü de vuracak. Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Doç. Dr. Mustafa Sarı, Van Gölü ve çevresini kuraklık tehlikesinin beklediğini söyledi. Sarı, "Küresel ısınmanın birinci derecede etkisini göstereceği yerlerden biri de Van Gölü ve çevresidir. Göldeki su seviyesi 1994'te maksimum seviyeye ulaştı. 11 yıldır bu seviyeye ulaşamaması küresel ısınmanın göstergesi. Küresel ısınma devam ettikçe su seviyesindeki değişiklik de sürecek.
Göl ve çevresinde yıllık ortalama sıcaklık 1 derece arttı, bitki büyüme derece günleri farklılaştı. Van Gölü ve çevresini kuraklık tehlikesi bekliyor. Uydu görüntülerinden, Özalp ve Saray ilçelerinde tamamı kurumuş göletler saptadık" dedi. Sarı, kuraklık tehlikesine karşı yerel bir planlama oluşturulması gerektiğini söyledi.
25 YIL SONRA 'ÇÖL KUŞAĞINA' GİRİYORUZ
28.02.2005 Milliyet
Araştırmalara göre, 2030'dan itibaren Türkiye'de sıcaklık 2 - 3 derece artacak. Kurak bir iklim kuşağına girilirken, bir yandan da denizler yükselip kıyı şeridini tehdit edecek.Türkiye, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri açısından "risk grubundaki ülkeler" arasında yer alıyor. Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Türkeş, küresel ısınma önlenemediği takdirde, Türkiye'nin gelecek 100 yılda Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da egemen olan daha sıcak ve kurak, çölleşme süreçleriyle orman yangınlarına daha eğilimli bir iklim kuşağına gireceğini söyledi. Türkiye'nin atmosfere yılda 220 milyon ton karbondioksit bıraktığını belirten Türkeş, "Dünya sıralamasında 20. sıradayız. Bu hiç de iyi değil. 2010'da bu rakam 400 milyon tonlara ulaşacak" dedi.
KARADENİZ ŞARAP ÜRETECEK
Araştırmalara göre, 2030'da Türkiye'nin büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek, sıcaklıklar 2 - 3 derece artacak. Deniz seviyesinin 2030'da 30, 2050 - 2100 arasında da azami 100 santimetre yükselmesi bekleniyor.
İTÜ Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Şen de, Anadolu'nun kurak ve sıcak bir iklime girmesiyle tarımda büyük değişimler yaşanacağını, özellikle Karadeniz'de bağcılık ve şarapçılığın giderek önem kazanacağını söyledi. Orhan Şen, denizlerin yükselmesinden kıyı kesimlerinin etkileneceğini, özellikle Sadullah Paşa ve Amcazade Hüseyin Paşa gibi bazı yalıların da sular altına kalabileceğini belirtti.
TURİSTİK PLAJLAR 'BİTECEK'
Senaryolara göre, küresel ısınma sonucu Türkiye'de özetle şunlar olacak:
-Deniz yükselecek. Turistik plajlar, yat limanları kullanılamaz hale gelecek.
-Deniz suyu, tatlı su kaynaklarını yok edecek. Kıyı şeridindeki tarım alanları da kullanılamaz hale gelebilecek.
-Uludağ gibi kış spor merkezlerinde sezon kısalacak.
-Nehirlerin su miktarı düşecek. Barajların su seviyesi azalarak, hidroelektrik enerji üretimi aksayacak.
KOMŞULARLA SU KAVGASI ÇIKABİLİR
-Suyun azalması nedeniyle Türkiye, Suriye ve Irak'la sorun yaşayacak.
-Düzensiz, şiddetli yağışlar, seller, heyelan, erozyon artacak. Uzun süreli kuraklıklar yaşanacak.
-Kıyılarda nemli hava yüksek sıcaklıkla birleşince, hava bunaltacak.
-Balıkların göç yolları değişecek.
-Kuru kesimlerde orman yangınları, tarımsal hastalıklar ve böcek zararlılarında büyük artışlar görülecek.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ?
19.02.2005 Sabah
Pek çok ülke, çevreye son derece zararlı olmasına karşın, özellikle kömür gibi fosil yakıtları kullanmaktadır.Kyoto protokolü sera gazı emisyonlarını azaltmaları için OECD ülkelerine çağrıda bulunmaktadır. Kyoto'da 2008-12 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin %5.4 altına çekilmesi hedeflenmiştir.
WWF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ediyor. Kampanya kapsamında, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yerine su, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kullanılması teşvik ediliyor. Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır. Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır.
SİZ NELER YAPABİLİRSİNİZ?
Otomobilinizin hava ve yakıt filtrelerinin her zaman temiz olmasına dikkat edin. Çok tozlu ortamlara yaptığınız yolculuklardan sonra mutlaka filtrelerinizi temizletin. Kirli filtreler fazla yakıt harcanmasına yol açar.Araç klimanızı yalnızca gereksinim duyduğunuzda çalıştırın. Klima daha fazla yakıt harcamaya yol açar.
Günümüzde çalıştırılmadan önce otomobillerin motorlarının ısıtılmasına gerek yoktur. Motoru ısıtmak daha fazla yakıt tüketmenize neden olur.
Pencerelerinizde çift cam tercih edin.
CFC içeren spreyleri kesinlikle kullanmayın. Etiketinde ozon dostu yazan ürünleri seçin.
'KÜRESEL ISINMA İNKAR EDİLEMEZ'
18.02.2005 BBC Türkçe
Amerikan Bilimi İlerletme Derneği'nin yıllık araştırmasının sonuçları, Kyoto Protokolü'nün yürürlüğe girmesinden bir gün sonra ilan edildi.
Uzmanlara göre çalışma, küresel ısınmanın ardında insanların parmağı olduğunu gözler önüne seriyor.
Son 40 yılda, okyanusların sıcaklığı ortalama yarım derece artmış.
Araştırmada, bu duruma sadece karbon dioksit seviyesindeki artışın yol açabileceğini gösteriyor. Bilim adamları, diğer ihtimalleri de göz ardı etmemiş.Bu ihtimallere, güneşin yaydığı radyasyon ve volkanlardaki faaliyetler de dahil.Ama bilgisayar örneklemleri gösteriyor ki, bu durumun en büyük sorumlusu sera etkisi yaratan gazlar.
Çalışmayı yürüten Kaliforniya Üniversitesi Okyanus Bilimleri Enstitüsü'nden Doktor Tim Barnett, küresel ısınmanın gerçekten var olup olmadığına ilişkin tartışmaları bırakıp, bunun sonuçlarına bakmak gerektiğini söylüyor.
"Himalayalar'daki buzullar erimeye başladı. Çin Bilim Akademisi 2050 yılına gelindiğinde, bu tabakanın üçte ikisini erimiş olacağını tahmin ediyor. Çin'in batısında yazları eriyen buzullardan faydalanan 300 milyon insan var" diyen Doktor Barnett, "Bu insanlar ne yapacak? diye soruyor ve ekliyor:
"Neyle mücadele ettiğimizi bilene dek, bununla nasıl mücadele edeceğimizi anlamamız güç olacak."
Amerika Birleşik Devletleri'nin batı sahilinde zaten yazları su sıkıntısı yaşanıyor.
Benzer bir sorun, Güney Amerika'da da var.
Doktor Barnett bu verilerin Kyoto Protokolü'ne uymayan, özellikle Amerika gibi ülkeleri aldıkları kararları gözden geçirmeye itmesi gerektiğini, aksi takdirde sera etkisi yaratan gazlardaki artışın yaratacağı sonuçları düşünmeye vakit bulamayacaklarını söylüyor.
HEDEF, İKLİM BOMBASI’NIN PATLAMASINI ENGELLEMEK 13.02.2005 HÜRRİYET Pazar
Bilim alarm üzerine alarm veriyor, 2050 yılına kadar 150 milyon insan yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalabilir. Yani kötümser bir senaryoya göre; su savaşları, yiyecek savaşları,iklim mültecileri, yok olan ada ülke halkları, sular altında kalan ülkeler ve büyük şehirler, yaşanmaz büyük araziler, muazzam orman yangınları, azalan yağışlar yüzünden yiyecek üretiminin tümden çökeceği yarı kıtalar, sıtma gibi öldürücü hastalıkların salgını bekliyor bizi gelecekte...
Senaryo korkutucu, ama bilim de öte yandan bu olası felaketleri kontrol altına almak ve öngörülerini artırmak için bu yıl 4 alanda önemli yenilikler gerçekleştirecek. İşte ani iklim değişimi ve bilimin karşı çabalarıyla ilgili son gelişmeler...
TAHİTİ’DE DENİZ SEVİYESİ ÖLÇÜMÜ
Buzulların eridiği son dönemin (MÖ 10 bin-6 bin) deniz seviyesi üzerindeki etkilerini ölçmek için Uluslararası Deniz Sondaj Programı, Tahiti’de bu yaz yeni bir projeye başlıyor.
Son 30 bin yıl öncesini temel alan deniz seviyesi değişimleri Atlantik Okyanusu’nda Barbade yakınlarında bir alanda yapılan ölçümlere dayanıyor. Söz konusu alan tektonik açıdan aktif bir bölge olduğu için elde edilen bulguların dolaylı yoldan elde edildiğine dikkat çeken bilim insanları, Tahiti gibi istikrarlı bölgelerden deniz seviyesine ilişkin yapılacak incelemelerin daha sağlıklı olacağını ileri sürüyorlar. Avrupa Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde görevli çevre ve uzmanları, sera etkisi yapan gazların atmosferdeki etkilerinden ve ısıdan kaynaklanan okyanus dalgalanmalarını karşılıklı olarak kıyaslayacaklar. Böylelikle, deniz seviyesindeki yükselmelerin daha kesin bir şekilde belirlenerek daha koruyucu önlemler alınması hedefleniyor.
UZAYDAN FIRTINA TAKİBİ
Sis tabakalarını gündüz olduğu kadar gece de kolayca saptamak, şiddetli fırtınaları önceden görebilmek... 1977’de Meteosa’ın fırlatılışından bu yana, Avrupa’daki meteoroloji uzmanları bu gelişmelerin hayalini kuruyorlardı. Avrupa Meteorolojik Uydular Organizasyonu Eumestat tarafından ikinci jenerasyon uydunun bu yıl fırlatılmasıyla emellerine kavuşmuş olacaklar. 2004 yılı ocak ayında gönderilen ilk ikinci jenerasyon uydu Meteosat-8’den elde edilen bulgular umut verici. Araştırmacılar, 12 gözlem kanalı sayesinde hem gözle hem de kızıl ötesi ortamda her 15 dakikada bir görüntü elde edildiğini söylüyor. Hedeflenen ise bu süreyi 5 dakikaya indirerek tüm Avrupa’da atmosferin durumundan, farklı rakımlarda nem oranını, rüzgarların şiddetinden bulutların cinsine kadar her türlü bilgiyi elde ederek şiddetli hava olaylarına karşı önceden önlem almak.
DENİZİN 3 BİN METRE ALTINDAKİ ÜS
Okyanus bilimi ile bağlantılı ilk prototip istasyon, 24 saat süresince denizlerin dibindeki değişimleri saptamak üzere ocak ayında faaliyete geçti. İstasyonda hem depremle ilgili bulgular hem de yeni yaşam türleri araştırılıyor. Seattle’da 3 bin metre derinlikte kurulan istasyondan 2008 yılına kadar 25 tane daha kurulması planlanıyor. ABD’de Washington, Kanada’da ise Victoria Üniversiteleri’nden bilim insanları, Neptune adını verdikleri bu proje sayesinde tsunamilerin ve deprem dalgalarının daha önce saptanabileceğini, ayrıca balıkların miktarlarındaki değişimlerin de daha süratle gözlenebileceğini belirtiyorlar. Bu arada, okyanusların atmosferdeki karbondioksit gazını emme kapasitesi belirlenmeye çalışılıyor.
TARİHİN EN ESKİ İÇBUZULUNDA KEŞİF
10 Avrupa ülkesinden bilim insanının bir araya gelerek oluşturduğu Antartika’daki Buzul İnceleme Projesi (Epica) son 900 bin yıllık dönemde atmosferin kimyasal yapısında meydana gelen değişimleri araştırıyor. Kıtanın 1000 kilometre içerilerinde çalışmalarını yürüten ekip, tarihteki en bilinen, en eski içbuzul üzerinde yaptığı incelemelerde bugüne kadar bilinen 4 buzul dönemine ek olarak 4 yeni buzul döneminin daha yaşandığını saptadı. Yeni katmanların diğerlerinden hem yoğunluk hem de buzullar arası dönemler açısından farklılıklar gösterdiğini kaydeden uzmanlar, buradan yola çıkarak karbondioksit oranlarındaki farklılıkları ve bunun iklim üzerindeki doğrudan etkisini saptamaya çalışıyorlar.
SERA GAZLARININ TEHLİKESİ BİR KEZ DAHA DOĞRULANDI
Tarihteki en kapsamlı iklim konferanslarından biri, 1-3 Şubat tarihleri arasında İngiltere’de Exeter’de yapıldı. ‘Tehlikeli iklim değişikliklerini önleyelim’ başlıklı uluslararası konferansta, atmosferdeki karbondioksit gazlarının, ‘iklim denilen son derece hassas makineyi’’ şimdiden raydan çıkarmaya başladığına karar verildi. Petrol ve doğalgazın kullanımıyla ortaya çıkan karbondioksit gibi sera gazlarının atmosfere salımı sonucunda: Dünyanın her tarafında buzullar eriyor; yarı donmuş topraklar çözülüyor; kuraklık, fırtına, sel ve sıcak dalgaları gibi, iklim değişikliğinden kaynaklanan ‘doğal’ felaketler, deprem gibi iklimden bağımsız öteki doğal felaketlere göre kat be kat artıyor. Eğer sera etkisi yapan gazların miktarında bir azalmaya gidilmezse, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna kadar ortalama sıcaklık iyimser rakamla 1,6 derece; kötümser rakamla 5,8 derece artmış olacak.
10 YIL İÇİNDE KÜRESEL ISINMADA GERİYE DÖNÜŞ ŞANSI KALMAYACAK
İngiltere’deki uluslararası iklim konferansından 5 gün önce, küresel ısınma konusunda bir rapor daha yayınlandı. Rapora göre küresel ısınmadaki geri dönüşü olmayan noktaya, 10 yıl veya çok daha kısa bir süre zarfında erişilecek. İklim Sorunuyla Yüzleşme (Meeting The Climate Challenge) adlı rapor, bütün ülkelerin ulusal liderlerinden başlayarak politikacılarını hedefliyor. Raporda belirtilen araştırma sonuçlarına göre, dünyanın ortalama sıcaklığı şimdiye dek halihazırda 0,8 derece yükselmiş durumda ve artmaya da devam ediyor. Böyle olunca dünyanın hayati noktayla arasında bir dereceden biraz fazla bir mesafe kalmış oluyor. Daha kötüsü, raporda atmosferdeki sıcaklığın iki derece artmasına yol açacak olan karbondioksit oranı değerlendiriliyor ve bu oran 400 ppm olarak belirtiliyor. Mevcut seviye 379 ppm ve her yıl 2 ppm’in üzerinde bir oranda artıyor; yani 400 ppm’lik eşik değer, 10 yıl veya daha kısa bir süre sonra aşılmış olabilir.
Rapor, eşik değerin aşılmasının olası sonuçlarını kesin bir dille ifade ediyor: ‘Bu değerin üzerinde gerçekleşecek bir ortalama sıcaklık artışı, tarımda büyük kayıplara, çok fazla sayıda insanın su sıkıntısı riskiyle karşı karşıya kalmasına ve ciddi sağlık sorunlarına yol açar. Bu artış, aralarında mercan resifleri ve Amazon Yağmur Ormanları’nın da bulunduğu çok önemli karasal ekosistemlerde telafi edilemez zararlara neden olacak. Olasılıklar arasında, Batı Antarktika ve Grönland buz örtüsünün kaybına yol açabilecek iklimsel dönüm noktasına erişilmesi, okyanus akıntılarının (ve bunlarla birlikte Gulf Stream akıntısının) kesilmesi, gezegenimizin ormanlarının ve topraklarının karbon emici niteliğinin karbon kaynağına dönüşmesi sayılabilir.’
DÜNYA ISINIYOR!
10.02.2005 Yeni Mesaj
Pentagon W. Bush’a birkaç hafta önce bir rapor sundu. Bush’a sunulan raporda, önümüzdeki 20 yılda küresel ısınma sonucu kuraklık, seller, açlık ve iklim değişikliklerinin oluşacağı, bu problemlerin savaşlara yol açarak ABD’nin güvenliğine büyük bir tehdit oluşturacağı yazıldı.
Pentagon’un etkin isimlerinden, savunma danışmanı Andrew Marshall’ın talimatıyla dört ay önce hazırlanan, ancak yönetim tarafından gizlendiği söylenen raporda, küresel ısınmanın üç yıl içinde başlayarak, 20 yıllık bir zaman dilimi içinde görülmemiş kuraklık, açlık ve kaosa yol açacağı, dünyayı nükleer savaşlara sürükleyeceği uyarısı yapılıyor. Bush, Mart 2001’de, küresel ısınmaya yol açan gazların emisyonunun 10 yıl içinde yüzde 5,2 azaltılmasını öngören Kyoto Protokolü’nü imzalamayacağını açıklamış ve bu gazların yüzde 36’sının emisyonundan sorumlu olan ülkesinin ekonomik çıkarlarını çevre sorunlarının önünde tutmayı yeğlemişti. Yani, ABD Irak’ta ve ondan önceki işgal ettiği yerlerde insanları katletmekle yetinmiyor, aynı zamanda dünyanın atmosferine en büyük zararı vererek tüm insanlığı tehdit ediyor.Raporu hazırlayan uzmanlardan Peter Schwartz, "Küresel ısınma artık bir ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirilmeli" diyor.
Küresel ısınmanın muhtemel sonuçlarına göre dünya şu olaylara şahit olacak;
Pentagon raporunda da tahmin edildiğine göre, 2007 yılında çıkacağı tahmin edilen dev bir fırtına, Hollanda kıyılarını vuracak ve ülkenin geniş bir bölümünü yaşanmaz hale getirecek. Lahey yok olacak .Güney Asya ülkelerini vuran tsunami felaketine benzer felaketler tüm dünyada yaşanabilecektir. 2010 – 2020 arasında Avrupa kıtasında sıcaklık ortalama 14,5 santigrat derece düşecek. Ancak ABD ve Avrupa kıtasında, sıcaklığın 35 santigrat dereceyi geçtiği gün sayısı da artacak.
İklimdeki dengesizlikler, tarımı ve ülke ekonomilerini vuracak. İngiltere soğuk ve kurak olacak, iklim Sibirya’ya benzeyecek.
Deniz kabaracak, kıyılardaki Avrupa kentleri, yükselen suların altında kalarak Lahey’le aynı kaderi paylaşacak.
Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya kuraklık ve açlık yüzünden iç karışıklıklar ortaya çıkacak.
Kitlesel yağma olayları başlayacak.
Suya sahip olmak için savaşlar çıkacak. Nil, Tuna ve Amazon nehirleri çevresi, savaş alanına dönecek. Tabii ki Türkiye de bu savaşlardan ister istemez nasibini alacak.
Su ve enerji kaynaklarını korumak için Japonya, Almanya, Kuzey Kore, Güney Kore, İran ve Mısır nükleer silah geliştirecek.
ABD ve Avrupa, kuraklığın 400 milyon insanı tehdit edeceği Afrika’dan kitlesel göç akınlarıyla boğuşacak. İskandinav ülkelerinden güneye göç başlayacak. 8200 yıl önce iklim değişikliğinin yol açtığı dev kitlesel göçün bir benzeri yaşanabileceği tahmin ediliyor.
İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinde yeralan başka bir habere göre, Amerikan, Avustralyalı ve İngiliz düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, kuraklık, tarım üretiminde düşüş, su kıtlığı gibi sonuçlara yol açan küresel ısınmada geri sayımın başladığı ve 10 yıl içinde geri dönülemez noktaya gelinebileceği belirtildi.
Küresel ısınma belki bu raporlarda öngörüldüğü gibi olabilir ama atmosferdeki küresel ısınmadan önce dünyayı Ortadoğu’da ABD’nin başlatmaya çalıştığı "Armageddon" savaşı ısıtacak gibi görünüyor.
KÜRESEL ISINMA SAATLİ BOMBA GİBİ
25.01.2005 CNN Türk.com
ABD, Avustralya ve İngiltere düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, küresel ısınmada 10 yıl içinde 'geri dönülmez nokta'ya ulaşılabileceği uyarısı yapıldı.
ABD, Avustralya ve İngiltere düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, küresel ısınmada 10 yıl içinde 'geri dönülmez nokta'ya ulaşılabileceği uyarısı yapıldı.
İngiliz Kamu Siyasi Araştırma Enstitüsü, ABD Gelişme Merkezi ve Avustralya Enstitüsü adlı kuruluşlarca ortaklaşa hazırladığı 'Meydan Okuyan İklim' raporunda, 'geri dönülemez' olarak belirlenen nokta, yeryüzünün 1750 Sanayi Devrimi'ndeki ortalama sıcaklığından iki derece fazlası.
Dünya liderlerini bu konuda uyarmaya yönelik raporda, kuraklık, tarım üretiminde düşüş, su kıtlığı gibi sonuçlara neden olan küresel ısınmada geri sayımın başladığının altı çizildi.
Raporu haberleştiren İngiliz Independent gazetesi, dünyanın şu andaki ortalama sıcaklığının 1750'den bu yana 0.8 derece arttığını, 'geri dönülemez' denilen noktadan sonra büyük kuraklıkların ve su kıtlığının ortaya çıkacağını, ormanların yok olacağını, tarımda verimin büyük ölçüde düşeceğini, denizlerin seviyesinin yükseleceğini ve hastalıkların artacağını kaydetti.
Yenilenebilir enerji kaynakları çağrısı raporu hazırlayanlardan Tony Blair hükümetinin eski Ulaştırma Bakanı Stephen Byers, durumu "önümüzde bir saatli çevre bombası bulunuyor" sözleriyle özetledi. Yayımlanması İngiltere'nin G8 dönem başkanlığına denk gelen rapor, sanayileşmiş sekiz ülke ve diğerlerini 2025'e kadar elektriklerinin dörtte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları konusunda uzlaşmaya çağırıyor.
Dönüm noktası: Kyoto Protokolü Japonya'nın Kyoto kentinde 1997 yılında hazırlanan ve dünya çapında sera gazlarının azaltılmasını öngören uluslararası Kyoto Protokolü, geçtiğimiz kasım ayında Rusya'nın da imzalamasıyla kabul edildi. Sözleşme, sera etkisi yapan gazların salınım miktarının 2008-2012 yılları arasında 1990'daki seviyesinin yüzde 5 oranında altına düşürülmesini öngörüyor. Şu ana kadar 126 ülkenin imzaladığı Kyoto sözleşmesi 16 şubat 2005'te yürürlüğe girecek. Bugüne kadar tüm dünyada AB ülkeleri ve Türkiye'nin de dahil olduğu 126 ülkenin imzaladığı Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girebilmesi için 1990 yılında üretilen zararlı gaz yayılımının en az yüzde 55'ini oluşturan 55 ülkenin imzasına ihtiyaç duyuluyordu. Dünya genelinde küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının yaklaşık yüzde 18'ini üreten Rusya, uzun tereddütlerin ardından protokolü onaylayarak, protokolün yürürlüğe girmesinin önündeki en önemli engeli kaldırdı. Sera gazı üretiminin yüzde 36'sından sorumlu olan ABD ise, yıllardır ekonomik gerekçelerle protokolü imzalamayı reddediyor. Kyoto Protokolü'nün kendileri açısından gerçekçi olmadığı görüşünü savunan ABD, sözleşmeyi 'fazla zorlayıcı ve adaletsiz' buluyor. Rusya’da protokolün onaylanmasına karşı çıkanlar ise, protokolü imzalamanın Rusya'nın ekonomik kalkınmasını sekteye uğratacağını ve Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'nın Putin'in hedeflediği düzeye gelemeyeceğini savunuyorlardı
Kyoto Protokolü'nde neler var? Protokol, 2012 yılına kadar sanayileşmiş ülkelerde sera etkisi yapan karbondioksit gibi gazların atmosfere salınım oranının yüzde 5.2 oranında düşürülmesini öngörüyor. Bu oran zararlı gazların 1990 yılı seviyesine çekilmesi anlamına geliyor.
Kyoto Protokolü ile ısıyı dünyanın atmosferine hapseden sera gazlarının yanı sıra metan ve nitrus oksit gazlarının salınımını da düşürmeyi amaçlıyor.
Petrol ve kömür sektörü etkilenecek. Kyoto Protokolü'nün uygulanmaya başlamasıyla en çok petrol ve kömür sektörü etkilenecek. Karbondioksit ve metan gazının yaklaşık dörtte üçü fosil yakıtların yanmasından, geri kalanı da arazi kullanımı değişikliği ve özellikle ormanların yok edilmesinden kaynaklanıyor.
Kyoto Protokolü'nün uygulamaya konulmasıyla fosil yakıtlarının kullanımının azaltılması, iklim değişikliğine etkisi çok daha az olan güneş ve jeotermal gibi enerji kaynaklarının kullanımı gündeme gelecek. Uzun dönemde planlananlar ise, sanayiden tarıma her alanda enerji tasarrufu sağlayacak teknolojilere destek verme, güneş, jeotermal, biyokütle, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi olarak açıklanıyor.
ÇANLAR BUZULLAR İÇİN ÇALIYOR
23.09.2004 Cumhuriyet
Antartika’daki buzulların küresel ısınma nedeniyle eskisine oranla 8 kat daha hızlı eridiği bildirildi.
1995 ve 2002 yılları arasında hava sıcaklığının artması sonucu antartika’daki denizin üzerinde bulunan geniş buz tabakaları parçalanarak ayrılmış, ama erime deniz seviyesinde bir değişikliğe neden olmamıştır.Ancak bu buz tabakalarının karadaki buzulların erimesini önleyici bir işlev olduğu ,parçalanmaları nedeniyle bu işlevin ortadan kalktığı ve karadaki buzulların erimesinin bu nedenle hızlandığı belirlendi.Bu erimeninse deniz seviyesinde ciddi artışlara neden olacağı bildirildi.
Antartika’nın kuzey ucunda bulunan erimenin gerçekleştiği bölge Şili ve Arjantin’in hemen güneyinde yer alıyor. Sıcaklıkların son 60 yılda 2,5 C yükselmesi bölgenin dünyanın en hızlı ısınan bölgesi olduğuna işaret ediyor. Buzul tabakalarından son 30 yılda 13 bin kilometrekarelik bir alan kayboldu.
Kolorado üniversitesi Buzul uzmanı Thedore Scambos, çözülen parçaların daha büyük parçaların daha büyük parçaların eriyeceğinin habercisi olabileceğini söyledi.
12.04.2005 Ntvmsnbc
Bulutlarda saklanan ve damar tıkanıklığı, böbrek taşı gibi hastalıklara neden olan anobakteriler, küresel ısınmayla daha uzun ömürlü olacak. Uzmanlar bu hastalıkların salgın halini alabileceğini vurguluyor.
Bilinen bakterilerin 100’de biri büyüklüğündeki nanobakteriler böbrek taşı, kalp hastalığı ve rahim kanseri gibi bazı hastalıkların tetikleyicisi sayılıyor. Bilim insanları, atmosferde bulutlarda yaşayan nanobakterilerin küresel ısınmayla daha uzun ömürlü olacağı ve bu hastalıkların oluşumuna etkilerinin artacağını öne sürüyor.
Ulm Üniversitesi’nden Andrei Sommer ve Cardiff Üniversitesi’nden N. Chandra Wickramasinghe’nin ortaya attığı teze göre, nanobakteriler önce insan bedeninde oluşuyor, insandan havaya karışıyor ve sonra yeniden insanlar tarafından alınıyor. Bilim insanları Journal of Proteome Research dergisinde yayımladıkları makalede nanobakterinin atmosferde varlığını sürdüğünü kanıtladıklarını ifade etti.
NANOBAKTERİYİ BULUTLAR BARINDIRIYOR
Sommer ve Wickramasinghe makalelerine yazdıkları giriş yazısında şu ifadeyi kullandı: “Küresel ısınma aynı zamanda troposfer tabakasının da ısınmasına neden oluyor. Bulutlar kalınlaşarak daha uzun ömürlü hale geliyor ve bu da bulutların nanobakterileri barındırma potansiyelini artırıyor. Bu süreç, atmosferdeki nanobakterilere bağlı hastalıklarda artış nedeni olarak öngörülebilir.”
Bilim ekibi Hindistan’ın Hayderabad kenti semalarında yaptıkları deneyde, özel bir balonla kentin atmosferinden hava numuneleri toplayarak, laboratuvarda inceledi. Havadan toplanan nanobakteri partikülleri ile insanda bulunan nanobakteriler arasında yapılan karşılaştırmada, iki tip arasında 7 anahtar kategoride benzerlik çıktı. Araştırmacılar bunu, insanların havadan aldıkları nanobakterilerden enfekte oldukları şeklinde yorumlanabileceğini savunuyor.
NANOBAKTERİLER NEREDEN GELİYOR?
Nanobakterilerin kaynağının ne olduğu sorusu ise ayrı bir tartışma konusu. Dr. Sommer, nanobakterilerin insanların idrarlarından havaya karıştığını öne sürüyor. Bu teze göre, idrar kanalizasyona karışınca atık sularla birlikte buharlaşıyor ve varlığını havada sürdürüyor. Atmosfere bir kez çıktıktan sonra ise, nanobakteriler yeryüzüne ıslak veya kuru olarak iki türlü iniş yapabiliyor. Nanobakteriler kuru halde yerçekimiyle yeryüzüne geri dönüş yapıyor.
Nanobakteri bulutların arasında ıslak halde ise daha uzun süre yaşıyor. Kuru halde tehlike arzetmediği düşünülen nanobakterilerin asıl tehlikesi ıslak halde, yağmur damlalarıyla yeryüzüne düşmesi, zira bu durumda nanobakteriler hala ‘canlı’ sayılıyor.
NANOBAKTERİ NEDİR?
Atmosferde bulunan, nefes yoluyla veya içme sularına karışarak bulaşan nanobakterilerin nasıl bir yaşam formu olduğu başlı başına bir soru işareti. Nanobakterileri ilk olarak 1988 yılında Fin biyokimyacı Olavi Kajander hücre araştırmaları sırasında tesadüfen farketmişti. Ölü hücrelerde keşfedilen nanobakterilerin normal bakterinin 100’de biri büyüklüğünde olduğu saptandı. Bunların yeni bir yaşam formu olduğuna kanaat getiren Kajander, ‘nanobakteri’ olarak adlandırdığı bu araştırmasıyla mikrobiyoloji alanında önemli bir tartışmayı da başlatmış oldu.
Nanobakterilerin bir kristal parçacığı olup olmadığı da mikrobiyoloji alanında önemli tartışma konularından biri. Bilim dünyası 20 ila 200 nanometre arasında çapa sahip canlıların ayakta kalmayı başaramayacağını kabul ediyor. Ancak nanobakteriler, başta ısı olmak üzere bakterileri yok eden bir çok dış etkene karşı yüksek direnç gösteriyor
KÜRESEL ISINMA İÇİN ARTIK ÇOK GEÇ
18.03.2005 Ntvmsnbc
Bilim insanları, dünya toplumlarının sera etkisini bugün durdurmaları halinde dahi, küresel ısınmanın durdurulamayacak bir yöne gittiğini savunuyor.
Küresel ısınma bu hızıyla devam ederse 2100 yılında 25 cm yükselecek, sıcaklıklar ise yarım derece artacak. Bilim insanlarının yaptıkları bilgisayar simülasyonlarına göre, deniz seviyesi bugüne kadar yükseldiğinden daha fazla yükselecek, kuraklıklar, fırtınalar ve sıcak hava dalgaları daha sert hale gelecek.
SULAR 2100’DE 25 CM YÜKSELECEK
Sonuçları Science dergisinde yayımlanan, Colorado’daki ‘National Center for Atmospheric Research (NCAR)’da yapılan araştırmalara göre, sera gazlarının atmosfere salınmasını durdurmanın zamanı geçiyor. Bilim insanlarının korkutucu senaryo olarak niteledikleri ise, bu döngünün geri çevrilemez bir hal alması. Tahminlere göre, tüm dünya karbon dioksit emisyonunu (salınımı) kesse dahi, deniz seviyesi yine de 2100 yılında 11 cm yükselmiş olacak.
GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ HALE GELDİ
En kötü senaryoya göre ise, deniz seviyesi 30 cm yükselirken, sıcaklıklar 3.5 derece artacak. İnsanoğlunu bekleyen asıl felaket ise 2400 yılında, deniz seviyelerinin 1 metre artacağı öngörüsü. Araştırmayı kaleme alan bilim insanı Dr. Tom Wigley sonucu şöyle değerlendiriyor: “Kısaca, dünya geri dönülmez bir yola girmiş durumda.”
DENİZ KENARLARI SULAR ALTINDA KALACAK
Küresel ısınma sonucunda Grönland’daki buz kütlesi tamamen erirse deniz seviyesi 7 metre, Antarktika’nın batısındaki buz kütlesi erirse 5 metre daha artacak. Bu seviyeler, Bangladeş, Florida ve Manhattan’ın büyük bölümünün sular altında kalması için yeterli olacak.Küresel ısınma insanoğlunun fosil bazlı maddeleri yakarak atmosfere karbon dioksit ve benzeri gazlara salmasıyla oluşuyor. Bu gazlar atmosferde bir tabaka oluşturarak Dünya’ya düşen Güneş ışınlarını yeryüzüne hapsediyor. Buna sera etkisi deniyor.
KLİMANJARO'DA ON YIL SONRA KAR KALMAYACAK
15.03.2005 BBC Türkçe
Londra'da toplanan uluslararası iklim değişikliği konferansında, küresel ısınma tehdidini Tanzanya'daki dorukları karlı muhteşem Klimanjaro dağının fotoğrafı simgeliyor. Klimanjaro, doruklarını süsleyen beyaz şapkasıyla Afrika kıtasının da en iyi bilinen sembollerinden. Fakat, son otuz yıl içinde eski yanardağın doruklarındaki karların erimesiyle, Klimanjaro fotoğrafları büyük bir değişiklik gösterdi. Bu hızla giderse on ya da onbeş yıl içinde Klimanjaro'nun doruklarında hiç kar kalmıyacağı tahmin ediliyor.
Yapılan araştırmalar, dağın doruklarındaki buzul ve kar tabakasının son yüzyıl içinde yüzde seksen oranında azaldığını gösteriyor. Buna sebep olarak da küresel ısınma gösteriliyor. Bununla birlikte, iklim bilimciler arasında bu erimenin tek nedeninin küresel ısınma olup olmadığı konusunda görüş ayrılıkları var. Kimi uzmanlar, dağın eteklerinin ormansızlaştırılması gibi başka faktörlerin de bu değişiklikte rol oynadığını savunuyor.
NE YAPILABİLİR?
Yirmi ülkenin çevre ve enerji bakanlarını biraraya getiren toplantıda, dünya ekonomisinin fosil yakıtlara bağımlılığının azaltılması ve küresel ısınmanın önüne geçilmesinin yolları konuşuluyor. Toplantıya en büyük sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu yediler grubunun yanısıra, dünyanın hızla gelişen ekonomik devleri, Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkelerden de bakanlar katılıyor. Amaç, Kyoto Protokolu ardından atılacak adımlar konusundaki tartışmayı canlandırmak.
Kyoto Protokolu hep küresel ısınmayla mücadelede bir ilk adım olarak düşünüldü.Bu protokolü imzalayan sanayileşmiş ülkeler, atmosfere saldıkları karbon dioksit miktarını 1990 yılı seviyesinin yüzde beş altına düşürmeyi taahhüt ettiler. Fakat, dünya genelinde bakıldığında, karbon dioksit salınımı halühazırda 1990 düzeyinin çok üzerinde ve eğer radikal önlemler alınmazsa, önümüzdeki 25 yıl içinde yüzde altmış oranında daha yükselecek. Bu artışın çok büyük bir kısmı da gelişmekte olan büyük ülkelerden geliyor. Çin, Hindistan ve Brezilya gibi. Bu ve diğer gelişmekte olan ülkelerden bakanlar, iki günlük Londra Konferansında, G8 diye bilinen yedi en varlıklı ülke ve Rusya grubuna katılacak ve sera gazları denilen zararlı gazların salınımını azaltmak için ne yapabileceklerini ortaya koyacaklar. Tartışmalar, ülkelerin hangi somut taahhütleri vereceğinden ziyade, çevre dostu yeni teknolojilerin kullanımı, bilgi alışverişi gibi konular üzerinde odaklanacak. Buna karşılık, Kyoto Protokolu'nun süresi 2012 yılında dolduğunda, yerine ciddi bir yeni düzenlemenin geçirilmesi konusundaki uluslararası tartışma ve baskılar yoğunlaşmaya başladı.
HİMALAYALAR ERİYOR, KURAKLIK KAPIDA
14.03.2005 Ntvmsnbc
Küresel ısınma yüzünden Himalaya buzullarındaki erime hızlandı. Uzmanlar, buzulların bu hızla erimesinin önce ırmakların taşmasına, sonra da kuraklığa yol açacağı uyarısını yapıyor.Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) raporuna göre Çin, Nepal ve Kuzey Hindistan’da yüzmilyonlarca kişi önce sel felaketleri, sonra da su kıtlığıyla karşı karşıya kalacak. WWF raporu, Hindistan’ın kuzeyi ve Nepal’de kimi göllerde buharlaşma ve su seviyesinde düşüş tespit edildiğini ortaya koyuyor.
KURAKLIK BİRİNCİ TEHLİKE
Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın raporu, iklimin daha da ısınması ve Himalaya buzullarının bu hızla erimesi halinde, akarsu ve nehirlerin taşacağı ve su baskınların yaşanacağını belirtiyor. Tahminlere göre, 30 ila 40 yıl sonra su seviyesi normale dönse dahi, geriye söz konusu bölgelerde ekonomik ve ekolojik sorunlar kalacak. Bunların en ciddisi ise kuraklık.
TARIM RİSK ALTINDA
Bölge halklarının başlıca geçim kaynağı tarım. Su kaynaklarındaki azalması mahsullerin ve gelirlerin azalması anlamına geliyor. Taşan ırmakların yaratacağı seller tarım alanlarını kaplayarak ekilemez hale getirecek. Buzulların erimeye devam etmesi, hidroelektrik enerjisinin de sonunu getirecek, bu da uzun vadede tarım ve kentleşmeyi sekteye uğratacak.Himalaya buzulları 33 bin kilometrekarelik alanı kaplayarak 7 büyük ırmağı besliyor. Ganj, Indus, Sarı ırmak, Gökırmak gibi ırmaklar, dünyanın en kalabalık nüfuslarına sahip bölgelerden geçiyor.
ÇİN HÜKÜMETİNE UYARI
Çin hükümeti, ülkenin geri kalan batı bölgelerinin gelişmesi için özel projelerle tarım ve endüstriyi destekliyordu. Ancak, kırsal bölgelerde artan kentleşme su ihtiyacını arttırıyor. Uzmanlar, Çin hükümetinin devasa ve iddialı projelerinin bölgedeki ekolojik dengeyi daha da bozabileceğine dikkat çekiyor. WWF uzmanları Çin hükümetinin bölgenin hassas dengelerini gözetmesi gerekeceğini vurguluyor. / Ntvmsnbc 14-03-2005
WWF'ye göre; Nepal, Çin ve Hindistan'da küresel ısınma hissedilmeye başlandı bile. Nepal'de sıcaklık 0.06 derece arttı, kar suyuyla beslenen üç nehir cılızlaştı. Çin'in Kuinhay platosunda göl ve nehirler küçüldü. Hindistan'ın Gangotogri buzulu her yıl 23 metre erimeye başladı. / Radikal 15-03-2005
BİZİ BU HAVALAR MAHVETTİ
02.03.2005 Milliyet
Türkiye'nin yarısı sular, yarısı ise karlar altında... Yollar kapandı, ulaşım durdu. Tarlaları ve evleri su bastı. Olan yine halka oldu.Yurt genelinde etkili olan soğuk hava ve kar yağışı yüzünden Samsun, Amasya, Ordu, Bolu, Çankırı ve Kütahya'da toplam 703 köy yolu ulaşıma kapandı. Samsun'da 13, Amasya'da 51 ve Ordu'da 236 köye ulaşılamadığını belirten yetkililer, yolların açılması için yoğun çaba gösterildiğini söyledi. Karayolları ekiplerinin kar temizleme ve tuzlama çalışması yaparak ulaşımı rahatlatmaya çalıştığı Bolu Dağı'nda, sürücüler elektronik tabelalarla yavaş gitmeleri konusunda uyarıldı.
SEL GİTTİ, KAR GELDİ
Edirne'de, Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması sonucu 12 günde 3 kez yaşanan su taşkınının ardından, kar yağışı başladı. Yunan ve Bulgar yetkililere, kapakların aralıklı açılmasını rica ettiklerini söyleyen Vali Nusret Miroğlu, suların çekilmeye başladığını söyledi. Konuyu Dışişleri Bakanlığı'na bildirdiklerini de ifade eden Miroğlu, ekiplerin hazır bekletildiğini açıkladı. Samsun'un Bafra ilçesinde de dün geceki yağışın ardından gölün taşması sonucu, Şirinköy'de yaklaşık 2 bin dönüm tarım alanı ve bazı evler su altında kaldı. Çanakkale Boğazı'nda ise zaman zaman etkisini artıran poyraz nedeniyle, Gökçeada - Kabatepe arasındaki arabavapuru seferleri geçici olarak durduruldu.
VAN GÖLÜ'NDE KÜRESEL ISINMA
20.02.2005 Radikal
Küresel ısınmanın birinci derecede etkisini göstereceği yerlerden biri de Van Gölü ve çevresidir. AA - VAN - Küresel ısınma, Van Gölü'nü de vuracak. Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Doç. Dr. Mustafa Sarı, Van Gölü ve çevresini kuraklık tehlikesinin beklediğini söyledi. Sarı, "Küresel ısınmanın birinci derecede etkisini göstereceği yerlerden biri de Van Gölü ve çevresidir. Göldeki su seviyesi 1994'te maksimum seviyeye ulaştı. 11 yıldır bu seviyeye ulaşamaması küresel ısınmanın göstergesi. Küresel ısınma devam ettikçe su seviyesindeki değişiklik de sürecek.
Göl ve çevresinde yıllık ortalama sıcaklık 1 derece arttı, bitki büyüme derece günleri farklılaştı. Van Gölü ve çevresini kuraklık tehlikesi bekliyor. Uydu görüntülerinden, Özalp ve Saray ilçelerinde tamamı kurumuş göletler saptadık" dedi. Sarı, kuraklık tehlikesine karşı yerel bir planlama oluşturulması gerektiğini söyledi.
25 YIL SONRA 'ÇÖL KUŞAĞINA' GİRİYORUZ
28.02.2005 Milliyet
Araştırmalara göre, 2030'dan itibaren Türkiye'de sıcaklık 2 - 3 derece artacak. Kurak bir iklim kuşağına girilirken, bir yandan da denizler yükselip kıyı şeridini tehdit edecek.Türkiye, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri açısından "risk grubundaki ülkeler" arasında yer alıyor. Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Türkeş, küresel ısınma önlenemediği takdirde, Türkiye'nin gelecek 100 yılda Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da egemen olan daha sıcak ve kurak, çölleşme süreçleriyle orman yangınlarına daha eğilimli bir iklim kuşağına gireceğini söyledi. Türkiye'nin atmosfere yılda 220 milyon ton karbondioksit bıraktığını belirten Türkeş, "Dünya sıralamasında 20. sıradayız. Bu hiç de iyi değil. 2010'da bu rakam 400 milyon tonlara ulaşacak" dedi.
KARADENİZ ŞARAP ÜRETECEK
Araştırmalara göre, 2030'da Türkiye'nin büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek, sıcaklıklar 2 - 3 derece artacak. Deniz seviyesinin 2030'da 30, 2050 - 2100 arasında da azami 100 santimetre yükselmesi bekleniyor.
İTÜ Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Şen de, Anadolu'nun kurak ve sıcak bir iklime girmesiyle tarımda büyük değişimler yaşanacağını, özellikle Karadeniz'de bağcılık ve şarapçılığın giderek önem kazanacağını söyledi. Orhan Şen, denizlerin yükselmesinden kıyı kesimlerinin etkileneceğini, özellikle Sadullah Paşa ve Amcazade Hüseyin Paşa gibi bazı yalıların da sular altına kalabileceğini belirtti.
TURİSTİK PLAJLAR 'BİTECEK'
Senaryolara göre, küresel ısınma sonucu Türkiye'de özetle şunlar olacak:
-Deniz yükselecek. Turistik plajlar, yat limanları kullanılamaz hale gelecek.
-Deniz suyu, tatlı su kaynaklarını yok edecek. Kıyı şeridindeki tarım alanları da kullanılamaz hale gelebilecek.
-Uludağ gibi kış spor merkezlerinde sezon kısalacak.
-Nehirlerin su miktarı düşecek. Barajların su seviyesi azalarak, hidroelektrik enerji üretimi aksayacak.
KOMŞULARLA SU KAVGASI ÇIKABİLİR
-Suyun azalması nedeniyle Türkiye, Suriye ve Irak'la sorun yaşayacak.
-Düzensiz, şiddetli yağışlar, seller, heyelan, erozyon artacak. Uzun süreli kuraklıklar yaşanacak.
-Kıyılarda nemli hava yüksek sıcaklıkla birleşince, hava bunaltacak.
-Balıkların göç yolları değişecek.
-Kuru kesimlerde orman yangınları, tarımsal hastalıklar ve böcek zararlılarında büyük artışlar görülecek.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ?
19.02.2005 Sabah
Pek çok ülke, çevreye son derece zararlı olmasına karşın, özellikle kömür gibi fosil yakıtları kullanmaktadır.Kyoto protokolü sera gazı emisyonlarını azaltmaları için OECD ülkelerine çağrıda bulunmaktadır. Kyoto'da 2008-12 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin %5.4 altına çekilmesi hedeflenmiştir.
WWF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ediyor. Kampanya kapsamında, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yerine su, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kullanılması teşvik ediliyor. Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır. Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır.
SİZ NELER YAPABİLİRSİNİZ?
Otomobilinizin hava ve yakıt filtrelerinin her zaman temiz olmasına dikkat edin. Çok tozlu ortamlara yaptığınız yolculuklardan sonra mutlaka filtrelerinizi temizletin. Kirli filtreler fazla yakıt harcanmasına yol açar.Araç klimanızı yalnızca gereksinim duyduğunuzda çalıştırın. Klima daha fazla yakıt harcamaya yol açar.
Günümüzde çalıştırılmadan önce otomobillerin motorlarının ısıtılmasına gerek yoktur. Motoru ısıtmak daha fazla yakıt tüketmenize neden olur.
Pencerelerinizde çift cam tercih edin.
CFC içeren spreyleri kesinlikle kullanmayın. Etiketinde ozon dostu yazan ürünleri seçin.
'KÜRESEL ISINMA İNKAR EDİLEMEZ'
18.02.2005 BBC Türkçe
Amerikan Bilimi İlerletme Derneği'nin yıllık araştırmasının sonuçları, Kyoto Protokolü'nün yürürlüğe girmesinden bir gün sonra ilan edildi.
Uzmanlara göre çalışma, küresel ısınmanın ardında insanların parmağı olduğunu gözler önüne seriyor.
Son 40 yılda, okyanusların sıcaklığı ortalama yarım derece artmış.
Araştırmada, bu duruma sadece karbon dioksit seviyesindeki artışın yol açabileceğini gösteriyor. Bilim adamları, diğer ihtimalleri de göz ardı etmemiş.Bu ihtimallere, güneşin yaydığı radyasyon ve volkanlardaki faaliyetler de dahil.Ama bilgisayar örneklemleri gösteriyor ki, bu durumun en büyük sorumlusu sera etkisi yaratan gazlar.
Çalışmayı yürüten Kaliforniya Üniversitesi Okyanus Bilimleri Enstitüsü'nden Doktor Tim Barnett, küresel ısınmanın gerçekten var olup olmadığına ilişkin tartışmaları bırakıp, bunun sonuçlarına bakmak gerektiğini söylüyor.
"Himalayalar'daki buzullar erimeye başladı. Çin Bilim Akademisi 2050 yılına gelindiğinde, bu tabakanın üçte ikisini erimiş olacağını tahmin ediyor. Çin'in batısında yazları eriyen buzullardan faydalanan 300 milyon insan var" diyen Doktor Barnett, "Bu insanlar ne yapacak? diye soruyor ve ekliyor:
"Neyle mücadele ettiğimizi bilene dek, bununla nasıl mücadele edeceğimizi anlamamız güç olacak."
Amerika Birleşik Devletleri'nin batı sahilinde zaten yazları su sıkıntısı yaşanıyor.
Benzer bir sorun, Güney Amerika'da da var.
Doktor Barnett bu verilerin Kyoto Protokolü'ne uymayan, özellikle Amerika gibi ülkeleri aldıkları kararları gözden geçirmeye itmesi gerektiğini, aksi takdirde sera etkisi yaratan gazlardaki artışın yaratacağı sonuçları düşünmeye vakit bulamayacaklarını söylüyor.
HEDEF, İKLİM BOMBASI’NIN PATLAMASINI ENGELLEMEK 13.02.2005 HÜRRİYET Pazar
Bilim alarm üzerine alarm veriyor, 2050 yılına kadar 150 milyon insan yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalabilir. Yani kötümser bir senaryoya göre; su savaşları, yiyecek savaşları,iklim mültecileri, yok olan ada ülke halkları, sular altında kalan ülkeler ve büyük şehirler, yaşanmaz büyük araziler, muazzam orman yangınları, azalan yağışlar yüzünden yiyecek üretiminin tümden çökeceği yarı kıtalar, sıtma gibi öldürücü hastalıkların salgını bekliyor bizi gelecekte...
Senaryo korkutucu, ama bilim de öte yandan bu olası felaketleri kontrol altına almak ve öngörülerini artırmak için bu yıl 4 alanda önemli yenilikler gerçekleştirecek. İşte ani iklim değişimi ve bilimin karşı çabalarıyla ilgili son gelişmeler...
TAHİTİ’DE DENİZ SEVİYESİ ÖLÇÜMÜ
Buzulların eridiği son dönemin (MÖ 10 bin-6 bin) deniz seviyesi üzerindeki etkilerini ölçmek için Uluslararası Deniz Sondaj Programı, Tahiti’de bu yaz yeni bir projeye başlıyor.
Son 30 bin yıl öncesini temel alan deniz seviyesi değişimleri Atlantik Okyanusu’nda Barbade yakınlarında bir alanda yapılan ölçümlere dayanıyor. Söz konusu alan tektonik açıdan aktif bir bölge olduğu için elde edilen bulguların dolaylı yoldan elde edildiğine dikkat çeken bilim insanları, Tahiti gibi istikrarlı bölgelerden deniz seviyesine ilişkin yapılacak incelemelerin daha sağlıklı olacağını ileri sürüyorlar. Avrupa Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde görevli çevre ve uzmanları, sera etkisi yapan gazların atmosferdeki etkilerinden ve ısıdan kaynaklanan okyanus dalgalanmalarını karşılıklı olarak kıyaslayacaklar. Böylelikle, deniz seviyesindeki yükselmelerin daha kesin bir şekilde belirlenerek daha koruyucu önlemler alınması hedefleniyor.
UZAYDAN FIRTINA TAKİBİ
Sis tabakalarını gündüz olduğu kadar gece de kolayca saptamak, şiddetli fırtınaları önceden görebilmek... 1977’de Meteosa’ın fırlatılışından bu yana, Avrupa’daki meteoroloji uzmanları bu gelişmelerin hayalini kuruyorlardı. Avrupa Meteorolojik Uydular Organizasyonu Eumestat tarafından ikinci jenerasyon uydunun bu yıl fırlatılmasıyla emellerine kavuşmuş olacaklar. 2004 yılı ocak ayında gönderilen ilk ikinci jenerasyon uydu Meteosat-8’den elde edilen bulgular umut verici. Araştırmacılar, 12 gözlem kanalı sayesinde hem gözle hem de kızıl ötesi ortamda her 15 dakikada bir görüntü elde edildiğini söylüyor. Hedeflenen ise bu süreyi 5 dakikaya indirerek tüm Avrupa’da atmosferin durumundan, farklı rakımlarda nem oranını, rüzgarların şiddetinden bulutların cinsine kadar her türlü bilgiyi elde ederek şiddetli hava olaylarına karşı önceden önlem almak.
DENİZİN 3 BİN METRE ALTINDAKİ ÜS
Okyanus bilimi ile bağlantılı ilk prototip istasyon, 24 saat süresince denizlerin dibindeki değişimleri saptamak üzere ocak ayında faaliyete geçti. İstasyonda hem depremle ilgili bulgular hem de yeni yaşam türleri araştırılıyor. Seattle’da 3 bin metre derinlikte kurulan istasyondan 2008 yılına kadar 25 tane daha kurulması planlanıyor. ABD’de Washington, Kanada’da ise Victoria Üniversiteleri’nden bilim insanları, Neptune adını verdikleri bu proje sayesinde tsunamilerin ve deprem dalgalarının daha önce saptanabileceğini, ayrıca balıkların miktarlarındaki değişimlerin de daha süratle gözlenebileceğini belirtiyorlar. Bu arada, okyanusların atmosferdeki karbondioksit gazını emme kapasitesi belirlenmeye çalışılıyor.
TARİHİN EN ESKİ İÇBUZULUNDA KEŞİF
10 Avrupa ülkesinden bilim insanının bir araya gelerek oluşturduğu Antartika’daki Buzul İnceleme Projesi (Epica) son 900 bin yıllık dönemde atmosferin kimyasal yapısında meydana gelen değişimleri araştırıyor. Kıtanın 1000 kilometre içerilerinde çalışmalarını yürüten ekip, tarihteki en bilinen, en eski içbuzul üzerinde yaptığı incelemelerde bugüne kadar bilinen 4 buzul dönemine ek olarak 4 yeni buzul döneminin daha yaşandığını saptadı. Yeni katmanların diğerlerinden hem yoğunluk hem de buzullar arası dönemler açısından farklılıklar gösterdiğini kaydeden uzmanlar, buradan yola çıkarak karbondioksit oranlarındaki farklılıkları ve bunun iklim üzerindeki doğrudan etkisini saptamaya çalışıyorlar.
SERA GAZLARININ TEHLİKESİ BİR KEZ DAHA DOĞRULANDI
Tarihteki en kapsamlı iklim konferanslarından biri, 1-3 Şubat tarihleri arasında İngiltere’de Exeter’de yapıldı. ‘Tehlikeli iklim değişikliklerini önleyelim’ başlıklı uluslararası konferansta, atmosferdeki karbondioksit gazlarının, ‘iklim denilen son derece hassas makineyi’’ şimdiden raydan çıkarmaya başladığına karar verildi. Petrol ve doğalgazın kullanımıyla ortaya çıkan karbondioksit gibi sera gazlarının atmosfere salımı sonucunda: Dünyanın her tarafında buzullar eriyor; yarı donmuş topraklar çözülüyor; kuraklık, fırtına, sel ve sıcak dalgaları gibi, iklim değişikliğinden kaynaklanan ‘doğal’ felaketler, deprem gibi iklimden bağımsız öteki doğal felaketlere göre kat be kat artıyor. Eğer sera etkisi yapan gazların miktarında bir azalmaya gidilmezse, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna kadar ortalama sıcaklık iyimser rakamla 1,6 derece; kötümser rakamla 5,8 derece artmış olacak.
10 YIL İÇİNDE KÜRESEL ISINMADA GERİYE DÖNÜŞ ŞANSI KALMAYACAK
İngiltere’deki uluslararası iklim konferansından 5 gün önce, küresel ısınma konusunda bir rapor daha yayınlandı. Rapora göre küresel ısınmadaki geri dönüşü olmayan noktaya, 10 yıl veya çok daha kısa bir süre zarfında erişilecek. İklim Sorunuyla Yüzleşme (Meeting The Climate Challenge) adlı rapor, bütün ülkelerin ulusal liderlerinden başlayarak politikacılarını hedefliyor. Raporda belirtilen araştırma sonuçlarına göre, dünyanın ortalama sıcaklığı şimdiye dek halihazırda 0,8 derece yükselmiş durumda ve artmaya da devam ediyor. Böyle olunca dünyanın hayati noktayla arasında bir dereceden biraz fazla bir mesafe kalmış oluyor. Daha kötüsü, raporda atmosferdeki sıcaklığın iki derece artmasına yol açacak olan karbondioksit oranı değerlendiriliyor ve bu oran 400 ppm olarak belirtiliyor. Mevcut seviye 379 ppm ve her yıl 2 ppm’in üzerinde bir oranda artıyor; yani 400 ppm’lik eşik değer, 10 yıl veya daha kısa bir süre sonra aşılmış olabilir.
Rapor, eşik değerin aşılmasının olası sonuçlarını kesin bir dille ifade ediyor: ‘Bu değerin üzerinde gerçekleşecek bir ortalama sıcaklık artışı, tarımda büyük kayıplara, çok fazla sayıda insanın su sıkıntısı riskiyle karşı karşıya kalmasına ve ciddi sağlık sorunlarına yol açar. Bu artış, aralarında mercan resifleri ve Amazon Yağmur Ormanları’nın da bulunduğu çok önemli karasal ekosistemlerde telafi edilemez zararlara neden olacak. Olasılıklar arasında, Batı Antarktika ve Grönland buz örtüsünün kaybına yol açabilecek iklimsel dönüm noktasına erişilmesi, okyanus akıntılarının (ve bunlarla birlikte Gulf Stream akıntısının) kesilmesi, gezegenimizin ormanlarının ve topraklarının karbon emici niteliğinin karbon kaynağına dönüşmesi sayılabilir.’
DÜNYA ISINIYOR!
10.02.2005 Yeni Mesaj
Pentagon W. Bush’a birkaç hafta önce bir rapor sundu. Bush’a sunulan raporda, önümüzdeki 20 yılda küresel ısınma sonucu kuraklık, seller, açlık ve iklim değişikliklerinin oluşacağı, bu problemlerin savaşlara yol açarak ABD’nin güvenliğine büyük bir tehdit oluşturacağı yazıldı.
Pentagon’un etkin isimlerinden, savunma danışmanı Andrew Marshall’ın talimatıyla dört ay önce hazırlanan, ancak yönetim tarafından gizlendiği söylenen raporda, küresel ısınmanın üç yıl içinde başlayarak, 20 yıllık bir zaman dilimi içinde görülmemiş kuraklık, açlık ve kaosa yol açacağı, dünyayı nükleer savaşlara sürükleyeceği uyarısı yapılıyor. Bush, Mart 2001’de, küresel ısınmaya yol açan gazların emisyonunun 10 yıl içinde yüzde 5,2 azaltılmasını öngören Kyoto Protokolü’nü imzalamayacağını açıklamış ve bu gazların yüzde 36’sının emisyonundan sorumlu olan ülkesinin ekonomik çıkarlarını çevre sorunlarının önünde tutmayı yeğlemişti. Yani, ABD Irak’ta ve ondan önceki işgal ettiği yerlerde insanları katletmekle yetinmiyor, aynı zamanda dünyanın atmosferine en büyük zararı vererek tüm insanlığı tehdit ediyor.Raporu hazırlayan uzmanlardan Peter Schwartz, "Küresel ısınma artık bir ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirilmeli" diyor.
Küresel ısınmanın muhtemel sonuçlarına göre dünya şu olaylara şahit olacak;
Pentagon raporunda da tahmin edildiğine göre, 2007 yılında çıkacağı tahmin edilen dev bir fırtına, Hollanda kıyılarını vuracak ve ülkenin geniş bir bölümünü yaşanmaz hale getirecek. Lahey yok olacak .Güney Asya ülkelerini vuran tsunami felaketine benzer felaketler tüm dünyada yaşanabilecektir. 2010 – 2020 arasında Avrupa kıtasında sıcaklık ortalama 14,5 santigrat derece düşecek. Ancak ABD ve Avrupa kıtasında, sıcaklığın 35 santigrat dereceyi geçtiği gün sayısı da artacak.
İklimdeki dengesizlikler, tarımı ve ülke ekonomilerini vuracak. İngiltere soğuk ve kurak olacak, iklim Sibirya’ya benzeyecek.
Deniz kabaracak, kıyılardaki Avrupa kentleri, yükselen suların altında kalarak Lahey’le aynı kaderi paylaşacak.
Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya kuraklık ve açlık yüzünden iç karışıklıklar ortaya çıkacak.
Kitlesel yağma olayları başlayacak.
Suya sahip olmak için savaşlar çıkacak. Nil, Tuna ve Amazon nehirleri çevresi, savaş alanına dönecek. Tabii ki Türkiye de bu savaşlardan ister istemez nasibini alacak.
Su ve enerji kaynaklarını korumak için Japonya, Almanya, Kuzey Kore, Güney Kore, İran ve Mısır nükleer silah geliştirecek.
ABD ve Avrupa, kuraklığın 400 milyon insanı tehdit edeceği Afrika’dan kitlesel göç akınlarıyla boğuşacak. İskandinav ülkelerinden güneye göç başlayacak. 8200 yıl önce iklim değişikliğinin yol açtığı dev kitlesel göçün bir benzeri yaşanabileceği tahmin ediliyor.
İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinde yeralan başka bir habere göre, Amerikan, Avustralyalı ve İngiliz düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, kuraklık, tarım üretiminde düşüş, su kıtlığı gibi sonuçlara yol açan küresel ısınmada geri sayımın başladığı ve 10 yıl içinde geri dönülemez noktaya gelinebileceği belirtildi.
Küresel ısınma belki bu raporlarda öngörüldüğü gibi olabilir ama atmosferdeki küresel ısınmadan önce dünyayı Ortadoğu’da ABD’nin başlatmaya çalıştığı "Armageddon" savaşı ısıtacak gibi görünüyor.
KÜRESEL ISINMA SAATLİ BOMBA GİBİ
25.01.2005 CNN Türk.com
ABD, Avustralya ve İngiltere düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, küresel ısınmada 10 yıl içinde 'geri dönülmez nokta'ya ulaşılabileceği uyarısı yapıldı.
ABD, Avustralya ve İngiltere düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, küresel ısınmada 10 yıl içinde 'geri dönülmez nokta'ya ulaşılabileceği uyarısı yapıldı.
İngiliz Kamu Siyasi Araştırma Enstitüsü, ABD Gelişme Merkezi ve Avustralya Enstitüsü adlı kuruluşlarca ortaklaşa hazırladığı 'Meydan Okuyan İklim' raporunda, 'geri dönülemez' olarak belirlenen nokta, yeryüzünün 1750 Sanayi Devrimi'ndeki ortalama sıcaklığından iki derece fazlası.
Dünya liderlerini bu konuda uyarmaya yönelik raporda, kuraklık, tarım üretiminde düşüş, su kıtlığı gibi sonuçlara neden olan küresel ısınmada geri sayımın başladığının altı çizildi.
Raporu haberleştiren İngiliz Independent gazetesi, dünyanın şu andaki ortalama sıcaklığının 1750'den bu yana 0.8 derece arttığını, 'geri dönülemez' denilen noktadan sonra büyük kuraklıkların ve su kıtlığının ortaya çıkacağını, ormanların yok olacağını, tarımda verimin büyük ölçüde düşeceğini, denizlerin seviyesinin yükseleceğini ve hastalıkların artacağını kaydetti.
Yenilenebilir enerji kaynakları çağrısı raporu hazırlayanlardan Tony Blair hükümetinin eski Ulaştırma Bakanı Stephen Byers, durumu "önümüzde bir saatli çevre bombası bulunuyor" sözleriyle özetledi. Yayımlanması İngiltere'nin G8 dönem başkanlığına denk gelen rapor, sanayileşmiş sekiz ülke ve diğerlerini 2025'e kadar elektriklerinin dörtte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları konusunda uzlaşmaya çağırıyor.
Dönüm noktası: Kyoto Protokolü Japonya'nın Kyoto kentinde 1997 yılında hazırlanan ve dünya çapında sera gazlarının azaltılmasını öngören uluslararası Kyoto Protokolü, geçtiğimiz kasım ayında Rusya'nın da imzalamasıyla kabul edildi. Sözleşme, sera etkisi yapan gazların salınım miktarının 2008-2012 yılları arasında 1990'daki seviyesinin yüzde 5 oranında altına düşürülmesini öngörüyor. Şu ana kadar 126 ülkenin imzaladığı Kyoto sözleşmesi 16 şubat 2005'te yürürlüğe girecek. Bugüne kadar tüm dünyada AB ülkeleri ve Türkiye'nin de dahil olduğu 126 ülkenin imzaladığı Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girebilmesi için 1990 yılında üretilen zararlı gaz yayılımının en az yüzde 55'ini oluşturan 55 ülkenin imzasına ihtiyaç duyuluyordu. Dünya genelinde küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının yaklaşık yüzde 18'ini üreten Rusya, uzun tereddütlerin ardından protokolü onaylayarak, protokolün yürürlüğe girmesinin önündeki en önemli engeli kaldırdı. Sera gazı üretiminin yüzde 36'sından sorumlu olan ABD ise, yıllardır ekonomik gerekçelerle protokolü imzalamayı reddediyor. Kyoto Protokolü'nün kendileri açısından gerçekçi olmadığı görüşünü savunan ABD, sözleşmeyi 'fazla zorlayıcı ve adaletsiz' buluyor. Rusya’da protokolün onaylanmasına karşı çıkanlar ise, protokolü imzalamanın Rusya'nın ekonomik kalkınmasını sekteye uğratacağını ve Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'nın Putin'in hedeflediği düzeye gelemeyeceğini savunuyorlardı
Kyoto Protokolü'nde neler var? Protokol, 2012 yılına kadar sanayileşmiş ülkelerde sera etkisi yapan karbondioksit gibi gazların atmosfere salınım oranının yüzde 5.2 oranında düşürülmesini öngörüyor. Bu oran zararlı gazların 1990 yılı seviyesine çekilmesi anlamına geliyor.
Kyoto Protokolü ile ısıyı dünyanın atmosferine hapseden sera gazlarının yanı sıra metan ve nitrus oksit gazlarının salınımını da düşürmeyi amaçlıyor.
Petrol ve kömür sektörü etkilenecek. Kyoto Protokolü'nün uygulanmaya başlamasıyla en çok petrol ve kömür sektörü etkilenecek. Karbondioksit ve metan gazının yaklaşık dörtte üçü fosil yakıtların yanmasından, geri kalanı da arazi kullanımı değişikliği ve özellikle ormanların yok edilmesinden kaynaklanıyor.
Kyoto Protokolü'nün uygulamaya konulmasıyla fosil yakıtlarının kullanımının azaltılması, iklim değişikliğine etkisi çok daha az olan güneş ve jeotermal gibi enerji kaynaklarının kullanımı gündeme gelecek. Uzun dönemde planlananlar ise, sanayiden tarıma her alanda enerji tasarrufu sağlayacak teknolojilere destek verme, güneş, jeotermal, biyokütle, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi olarak açıklanıyor.
ÇANLAR BUZULLAR İÇİN ÇALIYOR
23.09.2004 Cumhuriyet
Antartika’daki buzulların küresel ısınma nedeniyle eskisine oranla 8 kat daha hızlı eridiği bildirildi.
1995 ve 2002 yılları arasında hava sıcaklığının artması sonucu antartika’daki denizin üzerinde bulunan geniş buz tabakaları parçalanarak ayrılmış, ama erime deniz seviyesinde bir değişikliğe neden olmamıştır.Ancak bu buz tabakalarının karadaki buzulların erimesini önleyici bir işlev olduğu ,parçalanmaları nedeniyle bu işlevin ortadan kalktığı ve karadaki buzulların erimesinin bu nedenle hızlandığı belirlendi.Bu erimeninse deniz seviyesinde ciddi artışlara neden olacağı bildirildi.
Antartika’nın kuzey ucunda bulunan erimenin gerçekleştiği bölge Şili ve Arjantin’in hemen güneyinde yer alıyor. Sıcaklıkların son 60 yılda 2,5 C yükselmesi bölgenin dünyanın en hızlı ısınan bölgesi olduğuna işaret ediyor. Buzul tabakalarından son 30 yılda 13 bin kilometrekarelik bir alan kayboldu.
Kolorado üniversitesi Buzul uzmanı Thedore Scambos, çözülen parçaların daha büyük parçaların daha büyük parçaların eriyeceğinin habercisi olabileceğini söyledi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)