Ülkemizde Son Durum
Türkiye, 1992–1995 döneminde katıldığı hemen tüm İDÇS toplantılarında, özellikle enerji ilişkili CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarını 2000 yılına kadar 1990 düzeyinde tutmasının olanaksız olduğunu ve İDÇS’nin iki ekinden de çıkarak, ya da özel koşulları dikkate alınarak kendisine bazı kolaylıklar sağlanması koşuluyla Eklerde kalarak, Sözleşme’ye taraf olabileceğini resmi olarak bildirmiştir. Aralık 1997’de Kyoto’da, Türkiye isminin İDÇS’nin eklerinden silinmesi için Pakistan ve Azerbaycan tarafından verilen değişiklik önergeleri, esas olarak ABD ve AB’nin etkisiyle kabul edilmemiştir. O aşamada Türkiye’den, emisyonlara ilişkin gönüllü bir yükümlülüğü kabul etmesi beklenmiştir.
Türkiye’nin tüm çabalarına ve beklentilerine karşın, İDÇS’nin 1998 yılında Buenos Aires’de yapılan TK-4 ve 1999’da Bonn’da yapılan TK-5 toplantılarında, Türkiye’nin Sözleşme’nin Eklerinden çıkma istemi esas olarak yine ABD ve AB’nin karşı çıkması sonucunda kabul edilmedi ve Kasım 2000’de yapılan TK-6’ya (Lahey Konferansı’na) ertelendi.
Türkiye, Lahey Konferansı’na, Ek-II’den çıkmayı ve İDÇS’ye özel koşullarının dikkate alınması koşuluyla, bir Ek-I Tarafı olarak kabul edilmek istediğini içeren yeni bir öneriyle katıldı. Ancak, Türkiye’nin bu değişiklik istemi, Pakistan ve Kazakistan tarafından desteklenmesine karşın bir kez daha kabul görmedi.
Türkiye’nin İDÇS karşısındaki tutumu, 1992-1997 (Rio’dan Kyoto’ya kadar) ve 1997-2000 dönemleri için göreli bir farklılık göstermektedir. Çok özetle değerlendirmek gerekirse, Türkiye’nin 1992-1997 dönemindeki ana tutumu, eklerden çıkmak ve yalnız bu koşullar altında İDÇS’ye taraf olmaktı. Kyoto’da başlayan 1997-2000 dönemindeki tutumu ise, yine İDÇS’nin eklerinden çıkmak, ama aynı zamanda Türkiye’nin İDÇS karşısındaki sorununu ve bu sürece dahil olmanın somut yollarını araştıran görüşmeleri de içeren daha yumuşak bir yaklaşım (örneğin, belirli bir hedef yıla ya da yükümlülük dönemine kadar sera gazı emisyonlarını bir olduğu gibi (business as usual) senaryosunun altında tutma; ya da OECD ortalaması esas alınarak, bazı kontrol/azaltma hedefinin belirlenmesi, vb.) biçiminde özetlenebilir. Ayrıca bu dönemde, Kasım 1998’te Buenos Aires’te yapılan TK-4’te, gönüllü bir Ulusal Bildirimin yerini tutabilecek nitelikte bir İklim Değişikliği Ulusal Raporu da resmi olarak dağıtılmıştır.
Yukarıda özetlenen iki dönemin ortak özelliği, Türkiye’nin, ‘ortak ama farklılaştırılmış sorumluluk’ ilkesi altında kendi özel durumu ve güçlükleri dikkate alınarak uygun koşullar oluşturulmadan ve eklerden çıkarılmadan, bu şekliyle İDÇS’ye taraf olmak istememesiydi.
Türkiye, Lahey Konferansı’ndaki girişimiyle uluslararası görüşmeler sürecine, yine göreli olarak farklı bir yaklaşımla çıkmıştır. Bu yeni yaklaşım, "Ek-II’den çıkmak" ve "ekonomisi geçiş sürecindeki eski sosyalist ülkelere sağlananlara benzer kolaylıkların Türkiye’ye de sağlanması durumunda Sözleşme’ye Ek-I’de taraf olmak" ve "Türkiye’den istenen sera gazı emisyonlarını sayısal olarak azaltma yükümlülüğünün, enerjinin bir doyma noktasına ulaşacağı zamana ertelenmesi konusundaki görüşmeleri sürdürmek" biçimindedir.
Uzun çalışmalar ve yoğun müzakereler sonunda 16.02.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, sera gazı emisyonlarının dünya üzerinde yarattığı tehdidi yok etmek için atılan büyük bir adımdır. Türkiye özel konumu nedeniyle protokole henüz taraf olmamıştır. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında ulusal bildirim hazırlık çalışmaları devam etmektedir.
(İDÇS:İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi)
Gelecekteki Dünyamız için Şahsi Olarak Önlem Alıyor musunuz??
19 Ekim 2007 Cuma
Ülkemizde Son Durum
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder