




KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ VE KÜRESEL ISINMA
Doğal çevreyi şekillendiren canlıların yaşamını yönlendiren ve kontrol eden iklim, bir yerde uzun bir zaman diliminde yaşanan hava olaylarının (ortalama ve ekstrem) bitini olarak tanımlanır.
İklimi atmosfer, hidrosfer, litosfer ve biyosferin kendi aralarındaki karmaşık ilişki ve etkileşimler sonucu oluşan doğal bir sistem olarak nitelendirmek gerekir
Şekil 1
İklim sisteminin düzenli bir doğal denge içinde çalışması ancak bu sistemi oluşturan unsurların arasındaki ilişkilerin olması gerektiği (beklendiği) gibi düzenli ve dengeli bir biçimde devamıyla mümkündür. Aksi takdirde iklimde bir bozulma başka bir deyişle bir değişim söz konusu olacaktır.
Nitekim dünyamızın yaklaşık 4.5 milyarlık jeolojik tarihi tarihi boyunca ikilim sistemini sistemini oluşturan unsurların bozulması sonucu iklimde farklı dönemlerde, farklı şekilde ve ölçekte büyük değişmeler olmuştur. Milyonlarca yıl süren sıcak ve soğuk dönemler birbirini izlemiştir.
Şekil 2
Doğal olarak bu değişmeler sadece sıcaklık ve yağış koşullarıyla sınırlım kalmamıştır. Buzul (kara;deniz)hareketleri ve deniz seviyesindeki oynamalar yeryüzünün görünümünü ve ekolojik sistemleri defalarca değiştirmiştir.
Şekil 3
Atmosfer bilimcilerin büyük bir kısmı 20. yüzyıl ortalarına kadar iklimdeki bu değişimleri yalnızca doğal etkenler ve süreçlerden kaynaklandığını varsaymışlardır. Ancak 1960’lardan sonra bu yaklaşım değişmiş, doğal nedenleri yanında,insanlık tarihiyle beraber insanların çeşitli etkinliklerinde iklim sistemi üzerinde etkileri, olabileceği fikri hakim olmuştur.
Nitekim Birleşmiş Milletler “İklimi Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”nde iklim değişikliği; “Karşılaştırılabilir bir zaman diliminde gözlenen doğal iklim değişkenlikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin doğal yapısını bazen insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan değişiklerin bütünü” olarak tanımlanmıştır.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi doğanın evrimi gereği iklimi oluşturan unsurlar arasındaki ilişkilerin doğal nedenlerle bozulması kaçınılmazdır. Zaten insanların doğa üzerinde etkili olduğunu ve onu yönlendirebileceğini sandığı zaman kadar olan dönemde iklim tartışmasız doğal olaylar sonucu değişmiştir. Ancak tanımda insan etkinliklerinden kaynaklanan olaylar sonucunda da iklimde değişmelerin olabileceği belirtilmektedir.
Yapılan çalışmalar özellikle sanayi devriminden beri, insanların iklim üzerindeki olumsuz etkilerinin hızla artmakta olduğunu göstermektedir. O günden bu güne olan hızlı nüfus artışı ve sanayileşme çarpık yerleşme ve kentleşme, arazinin yanlış kullanımı ve doğal çevrenin bozunması, aşırı enerji üretimi ve tüketimi, ozon tabakasındaki incelme,atmosfere salınan partiküler maddeler, ormansızlaşma ve özellikle de çeşitli kaynaklardan çevreye verilen sera gazlarındaki artışın neden olduğu küresel ısınma bölgesel ve küresel ölçekte iklimi etkilemiştir.
B.M Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1995 2. Değerlendirme programında, geçtiğimiz yüzyılda görülen iklim değişikliği üzerinde insan etkinliklerinin büyük rolü olduğu belirtilmiştir. Hatta insanların etkisiyle oluşabilecek iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanacak doğal afetlerin ve bunların yaratacağı ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunların 21.yüzyılda yaşanacak sorunların en ağırı olacağı vurgulanmıştır.
İnsanların çeşitli etkinliklerinden kaynaklanan sera gazları (CO2, CH4, N2O, CFCs v.b) emisyonlarının güçlendirdiği, atmosferin “Doğal Sera Etkisi” ve buna bağlı olarak ortaya çıkan “Küresel Isınma” iklim çalışmaların da üzerinde durulması gereken konuların en başında gelmektedir.
KÜRESEL ISINMA
Atmosferin ve yeryüzünün ısınması “Doğal Sera Etkisi” sayesinde olmaktadır. Güneşten gelen enerji ile uzaya geri verilen enerjinin denk olması atmosferin doğal yapısını korunmasıyla mümkündür. Atmosferdeki sera gazlarının oranlarında olan bir değişime ısı atmosferin mevcut doğal dengesini bozmaktadır. Buda küresel boyutta sıcaklığını artmasına yada azalmasına neden olmaktadır.
Sera etkisi; atmosferde bulunan ve sera gazları olarak adlandırılan, karbon dioksit (CO2), metan (CH4), di sazotmonoksit (N2O), kloroflorokarbonlar (CFCs) gibi gazlar güneşten doğrudan gelen kısa dalgalı ışınları (ultraviole)’ın büyük bir kısmını doğrudan geçirirken yeryüzünün ısınmasından sonra atmosfere geri verilen uzun dalgalı ışınlar (kızıl ötesi)’ın büyük bir kısmını tutmaktadır. Atmosferin bu özelliğine “Doğal Sera Etkisi” denir.(ŞEKİL 3). İşte yeryüzü ve atmosferin ısınması daha çok sera gazları tarafından tutulan bu yer radyasyonu sayesinde olmaktadır.
Doğal olarak yerden verilen bu enerjinin ne kadar büyük bir kısmı atmosfer tarafından tutulursa atmosferin sera etkisi güçlenecek ve atmosferdeki dolayısıyla yeryüzündeki sıcaklık o kadar artacaktır. Bu da atmosferdeki doğal sera gazlarının miktarındaki artışla mümkündür.
Güneş, atmosfer ve yeryüzü arasındaki bu enerji ilişkisi tıpkı tarımsal yapılan bir seradakine benzediğinden bu olaya “Atmosferin Sera Etkisi” denmektedir.
Fosil yakıtların aşırı kullanımı, onların tahribi, yanlış arazi kullanımı, Doğal kaynakların bilinçsizce tüketimi ve atmosfere salınan sera gazları ile hızlı nüfus artışı, sanayi devriminden beri hızla atmosferin, dolayısıyla iklim sisteminin doğal yapısının bozulmasına neden olan olaylardır. Özellikle atmosferde biriken sera gazlarının atmosferin doğal sera etkisini kuvvetlendirdiği, küresel ortalama sıcaklıkta görülen artışın bundan kaynaklandığı iddia edilmektedir.
IPPC’nin Değerlendirme Raporlarına, WMO’nun 2003 yılında basılan 952 sayılı küresel ısınmaya bağlı yayınına ve diğer bazı kaynaklara göre, 1860 yılından günümüze kadar iklimde gözlenen önemli küresel değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir.
Dünyanın değişik bölgelerinde atmosfer davranışı ile fauna ve floradaki değişikler iklimde olan değişmenin en büyük kanıtıdır.
Meteorolojik gözlemlere göre yeryüzü ve troposfer ısınmış stratosfer ise soğumuştur.
Günlük maksimum ve minimum sıcaklıklarda bir artış olmuştur. Ancak ortalama minimumlardaki artış daha fazladır.
Eski iklim kayıtlarına göre, 20.yüzyılda görülen ısınmanın süresi ve değeri, son 1000 yılın herhangi bir döneminde görülenden daha fazladır.
20.yüzyıl 1000 yılın en sıcak yüzyılıdır. 1990’lı yıllar en sıcak 10 yıl,1998 en sıcak yıl, 2001 ise, ikinci en sıcak yıldır.
Küresel, yıllık ortalama sıcaklık 1990 yılından 1998 yılına kadar yaklaşık 0,7˚C artmıştır.
Küresel yıllık ve mevsimlik ortalama sıcaklıklar 1979-1998 döneminde bundan önceki herhangi bir dönemdekinden daha hızlı bir biçimde artmıştır.
20.yüzyılın başından beri Kuzey Yarım Küre’nin Doğu Asya dışındaki, orta ve yüksek enlemlerinde geniş karalar üzerindeki bulut kapalılığı %2 oranında artmıştır. Buna paralel olarak da buralarda yağışlarda hızlı bir artış olmuştur.
Geniş karalar üzerinde küresel boyutta daha fazla bir ısınma gözlenmiştir.
1970’lerden beri süren çalışmalarda, elde edilen yapay uydu görüntüleri değerlendirilerek artan sıcaklığa paralel olarak değişik bölgelerdeki kar örtüsünde bir azalma, buzullarda ise incelme ve geriye çekilme görülmüştür.
20.yüzyıl boyuca deniz seviyesinde yılda ortalama 1.0 ile 2.0 mm arasında bir yükselme gözlenmiştir.
Son yıllarda Dünyanın bazı bölgelerinde daha çok hissedilen ve belirlenen iklim değişikliği özellikle de sıcaklık artışı, birçok fizik ve sistemleri etkilemiştir.
Bunun önemli sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür
Orta enlemler yüksek enlemlere doğru genişlemektedir.
Bazı bitki ve hayvanların sayısı azalmıştır.
Yeryüzü ve troposferdeki sıcaklık artışı nedeniyle kar ve buz örtüleri alansal ve hacimsel olarak azalmıştır.
Nehirlerde ve göllerde geç donma, erken çözülme gözlenirken, buzullarda bir gerileme görülmüştür.
Geçen 30 yıl içinde dünyanın farklı bölgelerinde olağanüstü hava olayları yaşanmıştır.
Küresel boyutta geçen 10 yıl boyunca atmosfer kökenli afetlerin sayısı iki kat artmıştır.
Birçok tropikal hastalık yüksek enlemlere ve kutuplara doğru yayılmış, salgın hastalıklarda gelişen teknolojiye rağmen bir artış olmuştur.
1861 yılından beri yapılan sıcaklık ölçümlerine göre, 1998 yılından sonra en sıcak yıl olan 2001 yılında 2371 kişi yaşamını yitirmiş, 13 milyar ABD doları ekonomik kayıp olmuştur.
Sıcak kuşağın kutuplara doğru kayması sonucunda mevcut ekosistemler kendilerini yeni koşullara uydurmak durumunda kalacak, belki de birçok canlı türü yok olacaktır.
Yağış rejiminde değişikliğin görüldüğü yerler ile yağışın şiddetinde ve miktarında artış görülen yerlerde sel, çığ, kütle hareketleri gibi daha birçok doğal afetin sayısında ve şiddetinde büyük artış olacaktır.
Uzun süreli yağış azlığı nedeniyle, dünyanın birçok bölgesinde daha etkili kuraklık ve çölleşme gibi iklim kökenli doğal afetler yaşanacaktır.
Deniz seviyesinde olabilecek yükselmeler nedeniyle, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşandığı alçak kıyı ovaları ile deltalar sular altında kalacaktır.
Yine deniz seviyesinde görülecek yükselmeden dolayı biyolojik çeşitlilik büyük zarar görecektir. Çünkü kıyı alanları biyolojik çeşitliliğin en fazla görüldüğü yerlerdir.
Bazı bölgelerde yaygın olarak yaşanacak daha sıcak, nemli ve yağışlı iklim koşulları, zararlı mikroorganizmaların üremesine ve çoğalmasına neden olacaktır.
Daha sık yaşanacak ekstrem sıcaklıklar (sıcak dalgaları, soğuk baskıları) insanlar başta olmak üzere bütün canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyecektir.
Küresel sıcaklıktaki (kara ve deniz yüzey sıcaklığı) artış bölgeler arasındaki oluşacak büyük sıcaklık farkları Tropikal ve Orta kuşak fırtınaları ile orajların sıklığını ve şiddetlerini arttıracak etki alanlarını değiştirecektir.
Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki ekonomik uçurum daha derinleşecek, yoksul ülkeler daha da yoksullaşacaktır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar fazla kullanılacak ve oluşacak doğal afetler daha çok can ve mal kaybına neden olacaktır.
Yine yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, IPCC’nin senaryolarından başka, bazı atmosferik iklim modelleri de, gelecekte görülebilecek iklim üzerinde değişik sonuçlara varmaktadır. Bunların birçoğu Doğu Akdeniz Havzasını ve Türkiye’yi de içine alan suptropikal kuşağın büyük bir bölümünde, özellikle kış yağışlarının azalacağını göstermektedir.
Görüleceği gibi, iklimindeki bu güne kadar olan değişikliğin ortaya konulması ve gelecekte görülebilecek değişiklikleri incelenmesi amacıyla, IPCC çerçevesinde BM tarafından görevlendirilen bilim adamlarının hazırladığı rapordan ve diğer kaynaklarca yapılan çalışmalardan ürkütücü bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
İklimde doğal ve/veya beşerî nedenlere bağlı olarak olabilecek değişmeler; fizikî çevrenin bozulmasına, birçok ekosistemin yok olmasına, deniz seviyesinin yükselmesine ve ekstrem hava olaylarının görülmesine neden olacaktır. Bunun sonucunda başta insanlar olmak üzere bütün canlılar, yeni iklim koşullarına uymakta zorlanacak, belki de canlıların önemli bir kısmı yok olacaktır.
Küresel Isınma ve Türkiye
Daha önce de açıklandığı gibi, küresel boyutta olabilecek bir sıcaklık artışına bağlı olarak, iklimde önemli değişmeler olacaktır. Bu değişmenin sonuçları kara ve deniz buzullarının erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim kuşaklarının sınırlarının değişmesi, ekstrem meteorolojik olayların ve bunlara bağlı doğal afetlerin artması şeklinde görülecektir.
Bu olaylar bölgesel ve zamansal olarak çok değişik biçimde ortaya çıkacaktır. Örneğin, dünyanın bazı bölgelerinde görülen kasırgalar, kuvvetli yağışlar ile bunlara bağlı olarak oluşan seller ve taşkınlar gibi meteorolojik afetlerin şiddetinde ve frekansında artış olurken, bazı bölgelerinde uzun süreli ve şiddetli kuraklıklarla birlikte çölleşme görülebilecektir.
Türkiye, suptropikal kuşak, kıtalarının batı bölümünde görülen Akdeniz iklim bölgesinde bulunmaktadır. Üç yanı denizlerle çevrili, ortalama yükseltisi 1100 m civarında ve çok farklı topografik ve orografik yapıya sahip bir ülkedir. Ayrıca Türkiye’yi bilinen hemen bütün hava kütleleri etkilemektedir. Türkiye, genel olarak Akdeniz iklim kuşağında yer almakla birlikte, birçok alt iklim tipinin de yaşandığı bir ülkedir. Türkiye bu karmaşık iklim yapısı içinde, iklim değişikliğinden en fazla etkilenebilecek ülkelerin başında gelmektedir.
Ülkemiz özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak görülebilecek, su kaynaklarının azalması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan etkilenecektir. Türkeş ve diğerleri (2001) ne göre olası bir iklim değişikliğinin ülkemizde neden olabileceği çevresel ve sosyo-ekonomik sorunlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
Sıcak ve kurak devrelerin süresindeki ve şiddetindeki artış, kuraklık ve çölleşme ile tuzlanma ve erozyon gibi olayları hızlandıracaktır.
İklim kuşaklarının kuzeye kayması sonucu Türkiye, daha sıcak ve kurak iklim koşullarının etkisinde kalabilecektir.
Türkiye’nin mevcut su kaynakları sorununa yeni sorunlar eklenecek, içme ve kullanma suyunda büyük sıkıntılar yaşayacaktır.
Tarımsal üretim potansiyeli değişebilecektir. (Bu değişiklik bölgesel ve mevsimsel farklılıklarla birlikte, türlere göre bir artış yada azalış biçiminde olabilir).
Karasal ekosistemler ve tarımsal üretim sistemleri, zararlılardaki ve hastalıklardaki artıştan zarar görebilecektir.
Sıcaklıktaki artış insan ve hayvan sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yapacak, aşırı sıcaktan kaynaklanan hastalık ve ölüm oranları artacaktır.
Deniz seviyesi yükselmesine bağlı olarak Türkiye’nin yoğun yerleşme, turizm ve tarım alanlarının yer aldığı alçak alanları su altında kalacaktır.
Mevsimlik kar ve kalıcı kar-buz örtüsünün kapladığı alanlarda, erimelere bağlı olarak kar çığları, sel ve taşkın olaylarında artış olacaktır.
Deniz akıntılarındaki değişmeler, deniz ekosistemleri üzerinde olumsuz etkiler yaratacak, deniz ürünleri azalacaktır.
Şüphesiz küresel iklimde görülebilecek bir değişiklik, Türkiye’nin değişik bölgelerini farklı biçimde etkileyecektir. Türkiye’nin özellikle çölleşme tehdidi altındaki yarı kurak ve yarı nemli özelliğe sahip; İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgelerinde tarım, ormancılık ve su kaynakları açısından daha olumsuz sonuçlar görülecektir. Son yıllarda Türkiye ormanlarında toplu ağaç kurumalarının, zararlı böcek salgınlarının ve yangınların arttığı bilinmektedir. İklim değişikliğine bağlı olarak kuraklık derecesinin artması, bu olayları daha da hızlandıracaktır.
Türkeş ve diğerleri (1996)’nin yapmış olduğu çalışmalarının sonuçlarına göre: Türkiye’de büyük kentlerde genel olarak gece sıcaklıklarında bir artış, gündüz sıcaklıklarında ise bir azalış eğilimi gözlenmiştir. 1970’li yıllardan itibaren bütün Doğu Akdeniz Havzasında olduğu gibi Türkiye’de de kış yağışlarında bir azalma olmuştur. En şiddetli kuraklık olaylarının 1973, 1977, 1989 ve 1990 yıllarında yaşandığı tespit edilmiştir.
Öğretim Görevlisi Şengün SIPAHİOĞLU
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
1 yorum:
Hocam, çalışmanız için teşekkürler,
çok güzel olmuş..Okudukça nekadar ciddi bir durumun içinde olduğumuzu daha iyi anlıyoruz..İnsanoğlu olarak kendi sonumuzu hazırladığımızın farkına geçte olsa vardık..Bende iklim değişimi konusunda yurt dışında doktoraya başladım..
İnşallah bişeyler yapılır..yapılmak zorunda..
Yorum Gönder