Gelecekteki Dünyamız için Şahsi Olarak Önlem Alıyor musunuz??

19 Ekim 2007 Cuma

Konuyla İlgili Gazetedeki Makaleler

KÜRESEL ISINMA NANOBAKTERİLERİ TETİKLER

12.04.2005 Ntvmsnbc



Bulutlarda saklanan ve damar tıkanıklığı, böbrek taşı gibi hastalıklara neden olan anobakteriler, küresel ısınmayla daha uzun ömürlü olacak. Uzmanlar bu hastalıkların salgın halini alabileceğini vurguluyor.

Bilinen bakterilerin 100’de biri büyüklüğündeki nanobakteriler böbrek taşı, kalp hastalığı ve rahim kanseri gibi bazı hastalıkların tetikleyicisi sayılıyor. Bilim insanları, atmosferde bulutlarda yaşayan nanobakterilerin küresel ısınmayla daha uzun ömürlü olacağı ve bu hastalıkların oluşumuna etkilerinin artacağını öne sürüyor.

Ulm Üniversitesi’nden Andrei Sommer ve Cardiff Üniversitesi’nden N. Chandra Wickramasinghe’nin ortaya attığı teze göre, nanobakteriler önce insan bedeninde oluşuyor, insandan havaya karışıyor ve sonra yeniden insanlar tarafından alınıyor. Bilim insanları Journal of Proteome Research dergisinde yayımladıkları makalede nanobakterinin atmosferde varlığını sürdüğünü kanıtladıklarını ifade etti.

NANOBAKTERİYİ BULUTLAR BARINDIRIYOR

Sommer ve Wickramasinghe makalelerine yazdıkları giriş yazısında şu ifadeyi kullandı: “Küresel ısınma aynı zamanda troposfer tabakasının da ısınmasına neden oluyor. Bulutlar kalınlaşarak daha uzun ömürlü hale geliyor ve bu da bulutların nanobakterileri barındırma potansiyelini artırıyor. Bu süreç, atmosferdeki nanobakterilere bağlı hastalıklarda artış nedeni olarak öngörülebilir.”

Bilim ekibi Hindistan’ın Hayderabad kenti semalarında yaptıkları deneyde, özel bir balonla kentin atmosferinden hava numuneleri toplayarak, laboratuvarda inceledi. Havadan toplanan nanobakteri partikülleri ile insanda bulunan nanobakteriler arasında yapılan karşılaştırmada, iki tip arasında 7 anahtar kategoride benzerlik çıktı. Araştırmacılar bunu, insanların havadan aldıkları nanobakterilerden enfekte oldukları şeklinde yorumlanabileceğini savunuyor.

NANOBAKTERİLER NEREDEN GELİYOR?

Nanobakterilerin kaynağının ne olduğu sorusu ise ayrı bir tartışma konusu. Dr. Sommer, nanobakterilerin insanların idrarlarından havaya karıştığını öne sürüyor. Bu teze göre, idrar kanalizasyona karışınca atık sularla birlikte buharlaşıyor ve varlığını havada sürdürüyor. Atmosfere bir kez çıktıktan sonra ise, nanobakteriler yeryüzüne ıslak veya kuru olarak iki türlü iniş yapabiliyor. Nanobakteriler kuru halde yerçekimiyle yeryüzüne geri dönüş yapıyor.

Nanobakteri bulutların arasında ıslak halde ise daha uzun süre yaşıyor. Kuru halde tehlike arzetmediği düşünülen nanobakterilerin asıl tehlikesi ıslak halde, yağmur damlalarıyla yeryüzüne düşmesi, zira bu durumda nanobakteriler hala ‘canlı’ sayılıyor.

NANOBAKTERİ NEDİR?

Atmosferde bulunan, nefes yoluyla veya içme sularına karışarak bulaşan nanobakterilerin nasıl bir yaşam formu olduğu başlı başına bir soru işareti. Nanobakterileri ilk olarak 1988 yılında Fin biyokimyacı Olavi Kajander hücre araştırmaları sırasında tesadüfen farketmişti. Ölü hücrelerde keşfedilen nanobakterilerin normal bakterinin 100’de biri büyüklüğünde olduğu saptandı. Bunların yeni bir yaşam formu olduğuna kanaat getiren Kajander, ‘nanobakteri’ olarak adlandırdığı bu araştırmasıyla mikrobiyoloji alanında önemli bir tartışmayı da başlatmış oldu.

Nanobakterilerin bir kristal parçacığı olup olmadığı da mikrobiyoloji alanında önemli tartışma konularından biri. Bilim dünyası 20 ila 200 nanometre arasında çapa sahip canlıların ayakta kalmayı başaramayacağını kabul ediyor. Ancak nanobakteriler, başta ısı olmak üzere bakterileri yok eden bir çok dış etkene karşı yüksek direnç gösteriyor



KÜRESEL ISINMA İÇİN ARTIK ÇOK GEÇ

18.03.2005 Ntvmsnbc
Bilim insanları, dünya toplumlarının sera etkisini bugün durdurmaları halinde dahi, küresel ısınmanın durdurulamayacak bir yöne gittiğini savunuyor.

Küresel ısınma bu hızıyla devam ederse 2100 yılında 25 cm yükselecek, sıcaklıklar ise yarım derece artacak. Bilim insanlarının yaptıkları bilgisayar simülasyonlarına göre, deniz seviyesi bugüne kadar yükseldiğinden daha fazla yükselecek, kuraklıklar, fırtınalar ve sıcak hava dalgaları daha sert hale gelecek.

SULAR 2100’DE 25 CM YÜKSELECEK

Sonuçları Science dergisinde yayımlanan, Colorado’daki ‘National Center for Atmospheric Research (NCAR)’da yapılan araştırmalara göre, sera gazlarının atmosfere salınmasını durdurmanın zamanı geçiyor. Bilim insanlarının korkutucu senaryo olarak niteledikleri ise, bu döngünün geri çevrilemez bir hal alması. Tahminlere göre, tüm dünya karbon dioksit emisyonunu (salınımı) kesse dahi, deniz seviyesi yine de 2100 yılında 11 cm yükselmiş olacak.

GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ HALE GELDİ

En kötü senaryoya göre ise, deniz seviyesi 30 cm yükselirken, sıcaklıklar 3.5 derece artacak. İnsanoğlunu bekleyen asıl felaket ise 2400 yılında, deniz seviyelerinin 1 metre artacağı öngörüsü. Araştırmayı kaleme alan bilim insanı Dr. Tom Wigley sonucu şöyle değerlendiriyor: “Kısaca, dünya geri dönülmez bir yola girmiş durumda.”

DENİZ KENARLARI SULAR ALTINDA KALACAK

Küresel ısınma sonucunda Grönland’daki buz kütlesi tamamen erirse deniz seviyesi 7 metre, Antarktika’nın batısındaki buz kütlesi erirse 5 metre daha artacak. Bu seviyeler, Bangladeş, Florida ve Manhattan’ın büyük bölümünün sular altında kalması için yeterli olacak.Küresel ısınma insanoğlunun fosil bazlı maddeleri yakarak atmosfere karbon dioksit ve benzeri gazlara salmasıyla oluşuyor. Bu gazlar atmosferde bir tabaka oluşturarak Dünya’ya düşen Güneş ışınlarını yeryüzüne hapsediyor. Buna sera etkisi deniyor.



KLİMANJARO'DA ON YIL SONRA KAR KALMAYACAK



15.03.2005 BBC Türkçe

Londra'da toplanan uluslararası iklim değişikliği konferansında, küresel ısınma tehdidini Tanzanya'daki dorukları karlı muhteşem Klimanjaro dağının fotoğrafı simgeliyor. Klimanjaro, doruklarını süsleyen beyaz şapkasıyla Afrika kıtasının da en iyi bilinen sembollerinden. Fakat, son otuz yıl içinde eski yanardağın doruklarındaki karların erimesiyle, Klimanjaro fotoğrafları büyük bir değişiklik gösterdi. Bu hızla giderse on ya da onbeş yıl içinde Klimanjaro'nun doruklarında hiç kar kalmıyacağı tahmin ediliyor.

Yapılan araştırmalar, dağın doruklarındaki buzul ve kar tabakasının son yüzyıl içinde yüzde seksen oranında azaldığını gösteriyor. Buna sebep olarak da küresel ısınma gösteriliyor. Bununla birlikte, iklim bilimciler arasında bu erimenin tek nedeninin küresel ısınma olup olmadığı konusunda görüş ayrılıkları var. Kimi uzmanlar, dağın eteklerinin ormansızlaştırılması gibi başka faktörlerin de bu değişiklikte rol oynadığını savunuyor.

NE YAPILABİLİR?

Yirmi ülkenin çevre ve enerji bakanlarını biraraya getiren toplantıda, dünya ekonomisinin fosil yakıtlara bağımlılığının azaltılması ve küresel ısınmanın önüne geçilmesinin yolları konuşuluyor. Toplantıya en büyük sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu yediler grubunun yanısıra, dünyanın hızla gelişen ekonomik devleri, Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkelerden de bakanlar katılıyor. Amaç, Kyoto Protokolu ardından atılacak adımlar konusundaki tartışmayı canlandırmak.

Kyoto Protokolu hep küresel ısınmayla mücadelede bir ilk adım olarak düşünüldü.Bu protokolü imzalayan sanayileşmiş ülkeler, atmosfere saldıkları karbon dioksit miktarını 1990 yılı seviyesinin yüzde beş altına düşürmeyi taahhüt ettiler. Fakat, dünya genelinde bakıldığında, karbon dioksit salınımı halühazırda 1990 düzeyinin çok üzerinde ve eğer radikal önlemler alınmazsa, önümüzdeki 25 yıl içinde yüzde altmış oranında daha yükselecek. Bu artışın çok büyük bir kısmı da gelişmekte olan büyük ülkelerden geliyor. Çin, Hindistan ve Brezilya gibi. Bu ve diğer gelişmekte olan ülkelerden bakanlar, iki günlük Londra Konferansında, G8 diye bilinen yedi en varlıklı ülke ve Rusya grubuna katılacak ve sera gazları denilen zararlı gazların salınımını azaltmak için ne yapabileceklerini ortaya koyacaklar. Tartışmalar, ülkelerin hangi somut taahhütleri vereceğinden ziyade, çevre dostu yeni teknolojilerin kullanımı, bilgi alışverişi gibi konular üzerinde odaklanacak. Buna karşılık, Kyoto Protokolu'nun süresi 2012 yılında dolduğunda, yerine ciddi bir yeni düzenlemenin geçirilmesi konusundaki uluslararası tartışma ve baskılar yoğunlaşmaya başladı.



HİMALAYALAR ERİYOR, KURAKLIK KAPIDA

14.03.2005 Ntvmsnbc

Küresel ısınma yüzünden Himalaya buzullarındaki erime hızlandı. Uzmanlar, buzulların bu hızla erimesinin önce ırmakların taşmasına, sonra da kuraklığa yol açacağı uyarısını yapıyor.Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) raporuna göre Çin, Nepal ve Kuzey Hindistan’da yüzmilyonlarca kişi önce sel felaketleri, sonra da su kıtlığıyla karşı karşıya kalacak. WWF raporu, Hindistan’ın kuzeyi ve Nepal’de kimi göllerde buharlaşma ve su seviyesinde düşüş tespit edildiğini ortaya koyuyor.

KURAKLIK BİRİNCİ TEHLİKE

Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın raporu, iklimin daha da ısınması ve Himalaya buzullarının bu hızla erimesi halinde, akarsu ve nehirlerin taşacağı ve su baskınların yaşanacağını belirtiyor. Tahminlere göre, 30 ila 40 yıl sonra su seviyesi normale dönse dahi, geriye söz konusu bölgelerde ekonomik ve ekolojik sorunlar kalacak. Bunların en ciddisi ise kuraklık.

TARIM RİSK ALTINDA

Bölge halklarının başlıca geçim kaynağı tarım. Su kaynaklarındaki azalması mahsullerin ve gelirlerin azalması anlamına geliyor. Taşan ırmakların yaratacağı seller tarım alanlarını kaplayarak ekilemez hale getirecek. Buzulların erimeye devam etmesi, hidroelektrik enerjisinin de sonunu getirecek, bu da uzun vadede tarım ve kentleşmeyi sekteye uğratacak.Himalaya buzulları 33 bin kilometrekarelik alanı kaplayarak 7 büyük ırmağı besliyor. Ganj, Indus, Sarı ırmak, Gökırmak gibi ırmaklar, dünyanın en kalabalık nüfuslarına sahip bölgelerden geçiyor.

ÇİN HÜKÜMETİNE UYARI

Çin hükümeti, ülkenin geri kalan batı bölgelerinin gelişmesi için özel projelerle tarım ve endüstriyi destekliyordu. Ancak, kırsal bölgelerde artan kentleşme su ihtiyacını arttırıyor. Uzmanlar, Çin hükümetinin devasa ve iddialı projelerinin bölgedeki ekolojik dengeyi daha da bozabileceğine dikkat çekiyor. WWF uzmanları Çin hükümetinin bölgenin hassas dengelerini gözetmesi gerekeceğini vurguluyor. / Ntvmsnbc 14-03-2005

WWF'ye göre; Nepal, Çin ve Hindistan'da küresel ısınma hissedilmeye başlandı bile. Nepal'de sıcaklık 0.06 derece arttı, kar suyuyla beslenen üç nehir cılızlaştı. Çin'in Kuinhay platosunda göl ve nehirler küçüldü. Hindistan'ın Gangotogri buzulu her yıl 23 metre erimeye başladı. / Radikal 15-03-2005


BİZİ BU HAVALAR MAHVETTİ

02.03.2005 Milliyet

Türkiye'nin yarısı sular, yarısı ise karlar altında... Yollar kapandı, ulaşım durdu. Tarlaları ve evleri su bastı. Olan yine halka oldu.Yurt genelinde etkili olan soğuk hava ve kar yağışı yüzünden Samsun, Amasya, Ordu, Bolu, Çankırı ve Kütahya'da toplam 703 köy yolu ulaşıma kapandı. Samsun'da 13, Amasya'da 51 ve Ordu'da 236 köye ulaşılamadığını belirten yetkililer, yolların açılması için yoğun çaba gösterildiğini söyledi. Karayolları ekiplerinin kar temizleme ve tuzlama çalışması yaparak ulaşımı rahatlatmaya çalıştığı Bolu Dağı'nda, sürücüler elektronik tabelalarla yavaş gitmeleri konusunda uyarıldı.

SEL GİTTİ, KAR GELDİ

Edirne'de, Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması sonucu 12 günde 3 kez yaşanan su taşkınının ardından, kar yağışı başladı. Yunan ve Bulgar yetkililere, kapakların aralıklı açılmasını rica ettiklerini söyleyen Vali Nusret Miroğlu, suların çekilmeye başladığını söyledi. Konuyu Dışişleri Bakanlığı'na bildirdiklerini de ifade eden Miroğlu, ekiplerin hazır bekletildiğini açıkladı. Samsun'un Bafra ilçesinde de dün geceki yağışın ardından gölün taşması sonucu, Şirinköy'de yaklaşık 2 bin dönüm tarım alanı ve bazı evler su altında kaldı. Çanakkale Boğazı'nda ise zaman zaman etkisini artıran poyraz nedeniyle, Gökçeada - Kabatepe arasındaki arabavapuru seferleri geçici olarak durduruldu.



VAN GÖLÜ'NDE KÜRESEL ISINMA

20.02.2005 Radikal

Küresel ısınmanın birinci derecede etkisini göstereceği yerlerden biri de Van Gölü ve çevresidir. AA - VAN - Küresel ısınma, Van Gölü'nü de vuracak. Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Doç. Dr. Mustafa Sarı, Van Gölü ve çevresini kuraklık tehlikesinin beklediğini söyledi. Sarı, "Küresel ısınmanın birinci derecede etkisini göstereceği yerlerden biri de Van Gölü ve çevresidir. Göldeki su seviyesi 1994'te maksimum seviyeye ulaştı. 11 yıldır bu seviyeye ulaşamaması küresel ısınmanın göstergesi. Küresel ısınma devam ettikçe su seviyesindeki değişiklik de sürecek.

Göl ve çevresinde yıllık ortalama sıcaklık 1 derece arttı, bitki büyüme derece günleri farklılaştı. Van Gölü ve çevresini kuraklık tehlikesi bekliyor. Uydu görüntülerinden, Özalp ve Saray ilçelerinde tamamı kurumuş göletler saptadık" dedi. Sarı, kuraklık tehlikesine karşı yerel bir planlama oluşturulması gerektiğini söyledi.



25 YIL SONRA 'ÇÖL KUŞAĞINA' GİRİYORUZ

28.02.2005 Milliyet

Araştırmalara göre, 2030'dan itibaren Türkiye'de sıcaklık 2 - 3 derece artacak. Kurak bir iklim kuşağına girilirken, bir yandan da denizler yükselip kıyı şeridini tehdit edecek.Türkiye, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri açısından "risk grubundaki ülkeler" arasında yer alıyor. Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Türkeş, küresel ısınma önlenemediği takdirde, Türkiye'nin gelecek 100 yılda Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da egemen olan daha sıcak ve kurak, çölleşme süreçleriyle orman yangınlarına daha eğilimli bir iklim kuşağına gireceğini söyledi. Türkiye'nin atmosfere yılda 220 milyon ton karbondioksit bıraktığını belirten Türkeş, "Dünya sıralamasında 20. sıradayız. Bu hiç de iyi değil. 2010'da bu rakam 400 milyon tonlara ulaşacak" dedi.

KARADENİZ ŞARAP ÜRETECEK

Araştırmalara göre, 2030'da Türkiye'nin büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek, sıcaklıklar 2 - 3 derece artacak. Deniz seviyesinin 2030'da 30, 2050 - 2100 arasında da azami 100 santimetre yükselmesi bekleniyor.

İTÜ Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Şen de, Anadolu'nun kurak ve sıcak bir iklime girmesiyle tarımda büyük değişimler yaşanacağını, özellikle Karadeniz'de bağcılık ve şarapçılığın giderek önem kazanacağını söyledi. Orhan Şen, denizlerin yükselmesinden kıyı kesimlerinin etkileneceğini, özellikle Sadullah Paşa ve Amcazade Hüseyin Paşa gibi bazı yalıların da sular altına kalabileceğini belirtti.

TURİSTİK PLAJLAR 'BİTECEK'

Senaryolara göre, küresel ısınma sonucu Türkiye'de özetle şunlar olacak:

-Deniz yükselecek. Turistik plajlar, yat limanları kullanılamaz hale gelecek.
-Deniz suyu, tatlı su kaynaklarını yok edecek. Kıyı şeridindeki tarım alanları da kullanılamaz hale gelebilecek.
-Uludağ gibi kış spor merkezlerinde sezon kısalacak.
-Nehirlerin su miktarı düşecek. Barajların su seviyesi azalarak, hidroelektrik enerji üretimi aksayacak.

KOMŞULARLA SU KAVGASI ÇIKABİLİR

-Suyun azalması nedeniyle Türkiye, Suriye ve Irak'la sorun yaşayacak.
-Düzensiz, şiddetli yağışlar, seller, heyelan, erozyon artacak. Uzun süreli kuraklıklar yaşanacak.
-Kıyılarda nemli hava yüksek sıcaklıkla birleşince, hava bunaltacak.
-Balıkların göç yolları değişecek.
-Kuru kesimlerde orman yangınları, tarımsal hastalıklar ve böcek zararlılarında büyük artışlar görülecek.


İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ?

19.02.2005 Sabah

Pek çok ülke, çevreye son derece zararlı olmasına karşın, özellikle kömür gibi fosil yakıtları kullanmaktadır.Kyoto protokolü sera gazı emisyonlarını azaltmaları için OECD ülkelerine çağrıda bulunmaktadır. Kyoto'da 2008-12 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin %5.4 altına çekilmesi hedeflenmiştir.

WWF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ediyor. Kampanya kapsamında, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yerine su, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kullanılması teşvik ediliyor. Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.

Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır. Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır.

SİZ NELER YAPABİLİRSİNİZ?

Otomobilinizin hava ve yakıt filtrelerinin her zaman temiz olmasına dikkat edin. Çok tozlu ortamlara yaptığınız yolculuklardan sonra mutlaka filtrelerinizi temizletin. Kirli filtreler fazla yakıt harcanmasına yol açar.Araç klimanızı yalnızca gereksinim duyduğunuzda çalıştırın. Klima daha fazla yakıt harcamaya yol açar.

Günümüzde çalıştırılmadan önce otomobillerin motorlarının ısıtılmasına gerek yoktur. Motoru ısıtmak daha fazla yakıt tüketmenize neden olur.

Pencerelerinizde çift cam tercih edin.

CFC içeren spreyleri kesinlikle kullanmayın. Etiketinde ozon dostu yazan ürünleri seçin.



'KÜRESEL ISINMA İNKAR EDİLEMEZ'

18.02.2005 BBC Türkçe

Amerikan Bilimi İlerletme Derneği'nin yıllık araştırmasının sonuçları, Kyoto Protokolü'nün yürürlüğe girmesinden bir gün sonra ilan edildi.



Uzmanlara göre çalışma, küresel ısınmanın ardında insanların parmağı olduğunu gözler önüne seriyor.

Son 40 yılda, okyanusların sıcaklığı ortalama yarım derece artmış.

Araştırmada, bu duruma sadece karbon dioksit seviyesindeki artışın yol açabileceğini gösteriyor. Bilim adamları, diğer ihtimalleri de göz ardı etmemiş.Bu ihtimallere, güneşin yaydığı radyasyon ve volkanlardaki faaliyetler de dahil.Ama bilgisayar örneklemleri gösteriyor ki, bu durumun en büyük sorumlusu sera etkisi yaratan gazlar.

Çalışmayı yürüten Kaliforniya Üniversitesi Okyanus Bilimleri Enstitüsü'nden Doktor Tim Barnett, küresel ısınmanın gerçekten var olup olmadığına ilişkin tartışmaları bırakıp, bunun sonuçlarına bakmak gerektiğini söylüyor.

"Himalayalar'daki buzullar erimeye başladı. Çin Bilim Akademisi 2050 yılına gelindiğinde, bu tabakanın üçte ikisini erimiş olacağını tahmin ediyor. Çin'in batısında yazları eriyen buzullardan faydalanan 300 milyon insan var" diyen Doktor Barnett, "Bu insanlar ne yapacak? diye soruyor ve ekliyor:

"Neyle mücadele ettiğimizi bilene dek, bununla nasıl mücadele edeceğimizi anlamamız güç olacak."

Amerika Birleşik Devletleri'nin batı sahilinde zaten yazları su sıkıntısı yaşanıyor.

Benzer bir sorun, Güney Amerika'da da var.

Doktor Barnett bu verilerin Kyoto Protokolü'ne uymayan, özellikle Amerika gibi ülkeleri aldıkları kararları gözden geçirmeye itmesi gerektiğini, aksi takdirde sera etkisi yaratan gazlardaki artışın yaratacağı sonuçları düşünmeye vakit bulamayacaklarını söylüyor.



HEDEF, İKLİM BOMBASI’NIN PATLAMASINI ENGELLEMEK 13.02.2005 HÜRRİYET Pazar

Bilim alarm üzerine alarm veriyor, 2050 yılına kadar 150 milyon insan yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalabilir. Yani kötümser bir senaryoya göre; su savaşları, yiyecek savaşları,iklim mültecileri, yok olan ada ülke halkları, sular altında kalan ülkeler ve büyük şehirler, yaşanmaz büyük araziler, muazzam orman yangınları, azalan yağışlar yüzünden yiyecek üretiminin tümden çökeceği yarı kıtalar, sıtma gibi öldürücü hastalıkların salgını bekliyor bizi gelecekte...

Senaryo korkutucu, ama bilim de öte yandan bu olası felaketleri kontrol altına almak ve öngörülerini artırmak için bu yıl 4 alanda önemli yenilikler gerçekleştirecek. İşte ani iklim değişimi ve bilimin karşı çabalarıyla ilgili son gelişmeler...

TAHİTİ’DE DENİZ SEVİYESİ ÖLÇÜMÜ

Buzulların eridiği son dönemin (MÖ 10 bin-6 bin) deniz seviyesi üzerindeki etkilerini ölçmek için Uluslararası Deniz Sondaj Programı, Tahiti’de bu yaz yeni bir projeye başlıyor.

Son 30 bin yıl öncesini temel alan deniz seviyesi değişimleri Atlantik Okyanusu’nda Barbade yakınlarında bir alanda yapılan ölçümlere dayanıyor. Söz konusu alan tektonik açıdan aktif bir bölge olduğu için elde edilen bulguların dolaylı yoldan elde edildiğine dikkat çeken bilim insanları, Tahiti gibi istikrarlı bölgelerden deniz seviyesine ilişkin yapılacak incelemelerin daha sağlıklı olacağını ileri sürüyorlar. Avrupa Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde görevli çevre ve uzmanları, sera etkisi yapan gazların atmosferdeki etkilerinden ve ısıdan kaynaklanan okyanus dalgalanmalarını karşılıklı olarak kıyaslayacaklar. Böylelikle, deniz seviyesindeki yükselmelerin daha kesin bir şekilde belirlenerek daha koruyucu önlemler alınması hedefleniyor.



UZAYDAN FIRTINA TAKİBİ

Sis tabakalarını gündüz olduğu kadar gece de kolayca saptamak, şiddetli fırtınaları önceden görebilmek... 1977’de Meteosa’ın fırlatılışından bu yana, Avrupa’daki meteoroloji uzmanları bu gelişmelerin hayalini kuruyorlardı. Avrupa Meteorolojik Uydular Organizasyonu Eumestat tarafından ikinci jenerasyon uydunun bu yıl fırlatılmasıyla emellerine kavuşmuş olacaklar. 2004 yılı ocak ayında gönderilen ilk ikinci jenerasyon uydu Meteosat-8’den elde edilen bulgular umut verici. Araştırmacılar, 12 gözlem kanalı sayesinde hem gözle hem de kızıl ötesi ortamda her 15 dakikada bir görüntü elde edildiğini söylüyor. Hedeflenen ise bu süreyi 5 dakikaya indirerek tüm Avrupa’da atmosferin durumundan, farklı rakımlarda nem oranını, rüzgarların şiddetinden bulutların cinsine kadar her türlü bilgiyi elde ederek şiddetli hava olaylarına karşı önceden önlem almak.

DENİZİN 3 BİN METRE ALTINDAKİ ÜS


Okyanus bilimi ile bağlantılı ilk prototip istasyon, 24 saat süresince denizlerin dibindeki değişimleri saptamak üzere ocak ayında faaliyete geçti. İstasyonda hem depremle ilgili bulgular hem de yeni yaşam türleri araştırılıyor. Seattle’da 3 bin metre derinlikte kurulan istasyondan 2008 yılına kadar 25 tane daha kurulması planlanıyor. ABD’de Washington, Kanada’da ise Victoria Üniversiteleri’nden bilim insanları, Neptune adını verdikleri bu proje sayesinde tsunamilerin ve deprem dalgalarının daha önce saptanabileceğini, ayrıca balıkların miktarlarındaki değişimlerin de daha süratle gözlenebileceğini belirtiyorlar. Bu arada, okyanusların atmosferdeki karbondioksit gazını emme kapasitesi belirlenmeye çalışılıyor.


TARİHİN EN ESKİ İÇBUZULUNDA KEŞİF

10 Avrupa ülkesinden bilim insanının bir araya gelerek oluşturduğu Antartika’daki Buzul İnceleme Projesi (Epica) son 900 bin yıllık dönemde atmosferin kimyasal yapısında meydana gelen değişimleri araştırıyor. Kıtanın 1000 kilometre içerilerinde çalışmalarını yürüten ekip, tarihteki en bilinen, en eski içbuzul üzerinde yaptığı incelemelerde bugüne kadar bilinen 4 buzul dönemine ek olarak 4 yeni buzul döneminin daha yaşandığını saptadı. Yeni katmanların diğerlerinden hem yoğunluk hem de buzullar arası dönemler açısından farklılıklar gösterdiğini kaydeden uzmanlar, buradan yola çıkarak karbondioksit oranlarındaki farklılıkları ve bunun iklim üzerindeki doğrudan etkisini saptamaya çalışıyorlar.


SERA GAZLARININ TEHLİKESİ BİR KEZ DAHA DOĞRULANDI

Tarihteki en kapsamlı iklim konferanslarından biri, 1-3 Şubat tarihleri arasında İngiltere’de Exeter’de yapıldı. ‘Tehlikeli iklim değişikliklerini önleyelim’ başlıklı uluslararası konferansta, atmosferdeki karbondioksit gazlarının, ‘iklim denilen son derece hassas makineyi’’ şimdiden raydan çıkarmaya başladığına karar verildi. Petrol ve doğalgazın kullanımıyla ortaya çıkan karbondioksit gibi sera gazlarının atmosfere salımı sonucunda: Dünyanın her tarafında buzullar eriyor; yarı donmuş topraklar çözülüyor; kuraklık, fırtına, sel ve sıcak dalgaları gibi, iklim değişikliğinden kaynaklanan ‘doğal’ felaketler, deprem gibi iklimden bağımsız öteki doğal felaketlere göre kat be kat artıyor. Eğer sera etkisi yapan gazların miktarında bir azalmaya gidilmezse, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna kadar ortalama sıcaklık iyimser rakamla 1,6 derece; kötümser rakamla 5,8 derece artmış olacak.


10 YIL İÇİNDE KÜRESEL ISINMADA GERİYE DÖNÜŞ ŞANSI KALMAYACAK


İngiltere’deki uluslararası iklim konferansından 5 gün önce, küresel ısınma konusunda bir rapor daha yayınlandı. Rapora göre küresel ısınmadaki geri dönüşü olmayan noktaya, 10 yıl veya çok daha kısa bir süre zarfında erişilecek. İklim Sorunuyla Yüzleşme (Meeting The Climate Challenge) adlı rapor, bütün ülkelerin ulusal liderlerinden başlayarak politikacılarını hedefliyor. Raporda belirtilen araştırma sonuçlarına göre, dünyanın ortalama sıcaklığı şimdiye dek halihazırda 0,8 derece yükselmiş durumda ve artmaya da devam ediyor. Böyle olunca dünyanın hayati noktayla arasında bir dereceden biraz fazla bir mesafe kalmış oluyor. Daha kötüsü, raporda atmosferdeki sıcaklığın iki derece artmasına yol açacak olan karbondioksit oranı değerlendiriliyor ve bu oran 400 ppm olarak belirtiliyor. Mevcut seviye 379 ppm ve her yıl 2 ppm’in üzerinde bir oranda artıyor; yani 400 ppm’lik eşik değer, 10 yıl veya daha kısa bir süre sonra aşılmış olabilir.

Rapor, eşik değerin aşılmasının olası sonuçlarını kesin bir dille ifade ediyor: ‘Bu değerin üzerinde gerçekleşecek bir ortalama sıcaklık artışı, tarımda büyük kayıplara, çok fazla sayıda insanın su sıkıntısı riskiyle karşı karşıya kalmasına ve ciddi sağlık sorunlarına yol açar. Bu artış, aralarında mercan resifleri ve Amazon Yağmur Ormanları’nın da bulunduğu çok önemli karasal ekosistemlerde telafi edilemez zararlara neden olacak. Olasılıklar arasında, Batı Antarktika ve Grönland buz örtüsünün kaybına yol açabilecek iklimsel dönüm noktasına erişilmesi, okyanus akıntılarının (ve bunlarla birlikte Gulf Stream akıntısının) kesilmesi, gezegenimizin ormanlarının ve topraklarının karbon emici niteliğinin karbon kaynağına dönüşmesi sayılabilir.’



DÜNYA ISINIYOR!

10.02.2005 Yeni Mesaj



Pentagon W. Bush’a birkaç hafta önce bir rapor sundu. Bush’a sunulan raporda, önümüzdeki 20 yılda küresel ısınma sonucu kuraklık, seller, açlık ve iklim değişikliklerinin oluşacağı, bu problemlerin savaşlara yol açarak ABD’nin güvenliğine büyük bir tehdit oluşturacağı yazıldı.

Pentagon’un etkin isimlerinden, savunma danışmanı Andrew Marshall’ın talimatıyla dört ay önce hazırlanan, ancak yönetim tarafından gizlendiği söylenen raporda, küresel ısınmanın üç yıl içinde başlayarak, 20 yıllık bir zaman dilimi içinde görülmemiş kuraklık, açlık ve kaosa yol açacağı, dünyayı nükleer savaşlara sürükleyeceği uyarısı yapılıyor. Bush, Mart 2001’de, küresel ısınmaya yol açan gazların emisyonunun 10 yıl içinde yüzde 5,2 azaltılmasını öngören Kyoto Protokolü’nü imzalamayacağını açıklamış ve bu gazların yüzde 36’sının emisyonundan sorumlu olan ülkesinin ekonomik çıkarlarını çevre sorunlarının önünde tutmayı yeğlemişti. Yani, ABD Irak’ta ve ondan önceki işgal ettiği yerlerde insanları katletmekle yetinmiyor, aynı zamanda dünyanın atmosferine en büyük zararı vererek tüm insanlığı tehdit ediyor.Raporu hazırlayan uzmanlardan Peter Schwartz, "Küresel ısınma artık bir ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirilmeli" diyor.



Küresel ısınmanın muhtemel sonuçlarına göre dünya şu olaylara şahit olacak;



Pentagon raporunda da tahmin edildiğine göre, 2007 yılında çıkacağı tahmin edilen dev bir fırtına, Hollanda kıyılarını vuracak ve ülkenin geniş bir bölümünü yaşanmaz hale getirecek. Lahey yok olacak .Güney Asya ülkelerini vuran tsunami felaketine benzer felaketler tüm dünyada yaşanabilecektir. 2010 – 2020 arasında Avrupa kıtasında sıcaklık ortalama 14,5 santigrat derece düşecek. Ancak ABD ve Avrupa kıtasında, sıcaklığın 35 santigrat dereceyi geçtiği gün sayısı da artacak.

İklimdeki dengesizlikler, tarımı ve ülke ekonomilerini vuracak. İngiltere soğuk ve kurak olacak, iklim Sibirya’ya benzeyecek.

Deniz kabaracak, kıyılardaki Avrupa kentleri, yükselen suların altında kalarak Lahey’le aynı kaderi paylaşacak.

Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya kuraklık ve açlık yüzünden iç karışıklıklar ortaya çıkacak.

Kitlesel yağma olayları başlayacak.

Suya sahip olmak için savaşlar çıkacak. Nil, Tuna ve Amazon nehirleri çevresi, savaş alanına dönecek. Tabii ki Türkiye de bu savaşlardan ister istemez nasibini alacak.

Su ve enerji kaynaklarını korumak için Japonya, Almanya, Kuzey Kore, Güney Kore, İran ve Mısır nükleer silah geliştirecek.

ABD ve Avrupa, kuraklığın 400 milyon insanı tehdit edeceği Afrika’dan kitlesel göç akınlarıyla boğuşacak. İskandinav ülkelerinden güneye göç başlayacak. 8200 yıl önce iklim değişikliğinin yol açtığı dev kitlesel göçün bir benzeri yaşanabileceği tahmin ediliyor.

İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinde yeralan başka bir habere göre, Amerikan, Avustralyalı ve İngiliz düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, kuraklık, tarım üretiminde düşüş, su kıtlığı gibi sonuçlara yol açan küresel ısınmada geri sayımın başladığı ve 10 yıl içinde geri dönülemez noktaya gelinebileceği belirtildi.

Küresel ısınma belki bu raporlarda öngörüldüğü gibi olabilir ama atmosferdeki küresel ısınmadan önce dünyayı Ortadoğu’da ABD’nin başlatmaya çalıştığı "Armageddon" savaşı ısıtacak gibi görünüyor.



KÜRESEL ISINMA SAATLİ BOMBA GİBİ



25.01.2005 CNN Türk.com


ABD, Avustralya ve İngiltere düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, küresel ısınmada 10 yıl içinde 'geri dönülmez nokta'ya ulaşılabileceği uyarısı yapıldı.
ABD, Avustralya ve İngiltere düşünce kuruluşlarınca ortaklaşa hazırlanan bir raporda, küresel ısınmada 10 yıl içinde 'geri dönülmez nokta'ya ulaşılabileceği uyarısı yapıldı.



İngiliz Kamu Siyasi Araştırma Enstitüsü, ABD Gelişme Merkezi ve Avustralya Enstitüsü adlı kuruluşlarca ortaklaşa hazırladığı 'Meydan Okuyan İklim' raporunda, 'geri dönülemez' olarak belirlenen nokta, yeryüzünün 1750 Sanayi Devrimi'ndeki ortalama sıcaklığından iki derece fazlası.

Dünya liderlerini bu konuda uyarmaya yönelik raporda, kuraklık, tarım üretiminde düşüş, su kıtlığı gibi sonuçlara neden olan küresel ısınmada geri sayımın başladığının altı çizildi.

Raporu haberleştiren İngiliz Independent gazetesi, dünyanın şu andaki ortalama sıcaklığının 1750'den bu yana 0.8 derece arttığını, 'geri dönülemez' denilen noktadan sonra büyük kuraklıkların ve su kıtlığının ortaya çıkacağını, ormanların yok olacağını, tarımda verimin büyük ölçüde düşeceğini, denizlerin seviyesinin yükseleceğini ve hastalıkların artacağını kaydetti.

Yenilenebilir enerji kaynakları çağrısı raporu hazırlayanlardan Tony Blair hükümetinin eski Ulaştırma Bakanı Stephen Byers, durumu "önümüzde bir saatli çevre bombası bulunuyor" sözleriyle özetledi. Yayımlanması İngiltere'nin G8 dönem başkanlığına denk gelen rapor, sanayileşmiş sekiz ülke ve diğerlerini 2025'e kadar elektriklerinin dörtte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları konusunda uzlaşmaya çağırıyor.

Dönüm noktası: Kyoto Protokolü Japonya'nın Kyoto kentinde 1997 yılında hazırlanan ve dünya çapında sera gazlarının azaltılmasını öngören uluslararası Kyoto Protokolü, geçtiğimiz kasım ayında Rusya'nın da imzalamasıyla kabul edildi. Sözleşme, sera etkisi yapan gazların salınım miktarının 2008-2012 yılları arasında 1990'daki seviyesinin yüzde 5 oranında altına düşürülmesini öngörüyor. Şu ana kadar 126 ülkenin imzaladığı Kyoto sözleşmesi 16 şubat 2005'te yürürlüğe girecek. Bugüne kadar tüm dünyada AB ülkeleri ve Türkiye'nin de dahil olduğu 126 ülkenin imzaladığı Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girebilmesi için 1990 yılında üretilen zararlı gaz yayılımının en az yüzde 55'ini oluşturan 55 ülkenin imzasına ihtiyaç duyuluyordu. Dünya genelinde küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının yaklaşık yüzde 18'ini üreten Rusya, uzun tereddütlerin ardından protokolü onaylayarak, protokolün yürürlüğe girmesinin önündeki en önemli engeli kaldırdı. Sera gazı üretiminin yüzde 36'sından sorumlu olan ABD ise, yıllardır ekonomik gerekçelerle protokolü imzalamayı reddediyor. Kyoto Protokolü'nün kendileri açısından gerçekçi olmadığı görüşünü savunan ABD, sözleşmeyi 'fazla zorlayıcı ve adaletsiz' buluyor. Rusya’da protokolün onaylanmasına karşı çıkanlar ise, protokolü imzalamanın Rusya'nın ekonomik kalkınmasını sekteye uğratacağını ve Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'nın Putin'in hedeflediği düzeye gelemeyeceğini savunuyorlardı

Kyoto Protokolü'nde neler var? Protokol, 2012 yılına kadar sanayileşmiş ülkelerde sera etkisi yapan karbondioksit gibi gazların atmosfere salınım oranının yüzde 5.2 oranında düşürülmesini öngörüyor. Bu oran zararlı gazların 1990 yılı seviyesine çekilmesi anlamına geliyor.

Kyoto Protokolü ile ısıyı dünyanın atmosferine hapseden sera gazlarının yanı sıra metan ve nitrus oksit gazlarının salınımını da düşürmeyi amaçlıyor.

Petrol ve kömür sektörü etkilenecek. Kyoto Protokolü'nün uygulanmaya başlamasıyla en çok petrol ve kömür sektörü etkilenecek. Karbondioksit ve metan gazının yaklaşık dörtte üçü fosil yakıtların yanmasından, geri kalanı da arazi kullanımı değişikliği ve özellikle ormanların yok edilmesinden kaynaklanıyor.

Kyoto Protokolü'nün uygulamaya konulmasıyla fosil yakıtlarının kullanımının azaltılması, iklim değişikliğine etkisi çok daha az olan güneş ve jeotermal gibi enerji kaynaklarının kullanımı gündeme gelecek. Uzun dönemde planlananlar ise, sanayiden tarıma her alanda enerji tasarrufu sağlayacak teknolojilere destek verme, güneş, jeotermal, biyokütle, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi olarak açıklanıyor.



ÇANLAR BUZULLAR İÇİN ÇALIYOR



23.09.2004 Cumhuriyet


Antartika’daki buzulların küresel ısınma nedeniyle eskisine oranla 8 kat daha hızlı eridiği bildirildi.

1995 ve 2002 yılları arasında hava sıcaklığının artması sonucu antartika’daki denizin üzerinde bulunan geniş buz tabakaları parçalanarak ayrılmış, ama erime deniz seviyesinde bir değişikliğe neden olmamıştır.Ancak bu buz tabakalarının karadaki buzulların erimesini önleyici bir işlev olduğu ,parçalanmaları nedeniyle bu işlevin ortadan kalktığı ve karadaki buzulların erimesinin bu nedenle hızlandığı belirlendi.Bu erimeninse deniz seviyesinde ciddi artışlara neden olacağı bildirildi.

Antartika’nın kuzey ucunda bulunan erimenin gerçekleştiği bölge Şili ve Arjantin’in hemen güneyinde yer alıyor. Sıcaklıkların son 60 yılda 2,5 C yükselmesi bölgenin dünyanın en hızlı ısınan bölgesi olduğuna işaret ediyor. Buzul tabakalarından son 30 yılda 13 bin kilometrekarelik bir alan kayboldu.

Kolorado üniversitesi Buzul uzmanı Thedore Scambos, çözülen parçaların daha büyük parçaların daha büyük parçaların eriyeceğinin habercisi olabileceğini söyledi.

Hiç yorum yok: