www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması
Yarışma Nasıl Olacak ?
Yarışma kelimemiz "www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması"
http://www.google.com/search?hl=en&q...=Google+Search
kelimesinde google.com arama sonucunda ilk 3 sıraya çıkmak için yarışılacak. Yarışmada hile , haksızlık vs olaylar yaşanması mümkün değildir, herkes
"www.r10.net küresel ısınmaya hayır seo yarışması" - Google'da Ara bu linkden ilk 3 sırada çıkan siteyi rahatça gözlemleyebilir.
Yarışma Kuralları ?
1- Yarışmaya mevcut sitenizle yada sayfanızla katılabilirsiniz, yeni sayfa veya site zorunluluğu yoktur. Yarışmaya katılacak siteniz ücretsiz alan adı uzantısınada sahip olabilir. (blogcu, blogspot, 8m.net , cjb.net vs vs)
2- Yarışmaya katıldığınız sayfa veya site'de yarışma hakkında bilgilendirici yazı , yarışma banner'ı ve r10.net' e link olmak zorundadır !.
3- Yarışma 31 Aralık 2007 saat 23.59 da sona erecektir.
4- Yarışma sonunda arama sonucunda birinci sırada r10.net veya yarışma kurallarına uymayan site bulunursa şayet, yarışmayı bir altındaki site kazanmış olur.
5- Yarışmaya sponsor olan sitelere link verme zorunluğuğu vardır.
Yarışma ödülleri neler?
1. (Birinciye) >> Trp.Com.Tr`den 1000$ HaberOdasi.Com`dan 1000 + ringofon 1000$ nakit para ödülü
2. (İkinciye) >> SonDakikaci.Com`dan HP NX 7300 Laptop + Tumlab.com 500$ nakit para ödülü
3. ( Üçüncüye) >> AdayimTv.Com`dan PlayStation 3
İlk 3`e giren yarışmacılara HaberOdasi.Com`a ait 400 sitede , 32 Radyo kanalında , 16 Tv Kanalında 1 ay boyunca reklam verme imkanı.
NeyinPesindesin.Com`dan 6 boyunca kullanabileceği özel üyelik .
R10.Net`den 1 aylık Text reklam verebilme imkanı.
Sitelerinde kullanabileceği 2007 SEO Şampiyonu ifadesi yer alan Logo.
Yarışmaya Katılan tüm webmaster arkadaşlarımıza başarılar dileriz.
Farklı boyutlardaki yeni yarışma bannerları hazırlanıyor
2007 R10.net Seo yarışmasının tüm içerik, reklam gelirleri ve organizasyon hakları Haberodasi.com tarafından alınmıştır.
Gelecekteki Dünyamız için Şahsi Olarak Önlem Alıyor musunuz??
21 Ekim 2007 Pazar
Küresel ısınma aç bırakacak
Küresel ısınma nedeniyle 2080’e kadar 200 ila 600 milyon insan açlık çekecek, 1,1 ila 3,2 milyar insan da susuzluktan etkilenecek.130 ülkeden 2 bin 500 bilim adamının katılımıyla BM tarafından oluşturulan “Hükümetlerarası İklim Değişimi Uzmanlar Grubu”nun hazırladığı rapora göre, küresel ısınma nedeniyle 2030’a kadar 7 milyon insan su baskınlarıyla karşı karşıya kalacak. Dünyanın en büyük organizması Büyük Resif de tamamen kaybolacak.Paris’te devam eden toplantıda Cuma günü açıklanması beklenen ve Avustralya’da yayımlanan The Age gazetesinin ele geçirdiği rapora göre, 1900’den bu yana 0,7’den 0,8 dereceye ulaşan yeryüzünün sıcaklığı iki ila üç dereceye ulaşırsa, tüm Amazon ormanları da tehdit altında kalacak.Ülkenin sıkıntısını çektiği kronik su yokluğundan ötürü hassas bir durumda bulunan Avustralya Alpleri’nin tamamen kaybolacağı uyarısı yapılan raporda, yeryüzündeki biyoçeşitliliğin büyük kayba uğrayacağına dikkat çekiliyor.Raporda, küresel ısınmanın insani ve ekonomik bedelinin özellikle Afrika gibi en yoksul ülkelerde ve su kenarındaki Bangladeş ve Büyük Okyanus’taki adalar gibi yerlerde büyük olacağına işaret ediliyor.
Küresel Isınma Tarihi ve Uluslararası Önlemler
Toplumun ilgisini son 20 yıl içinde çekmeye başlayan artan sera etkisi ve küresel ısınma, yaklaşık 100 yıldır bilinmekte ve incelenmektedir. Atmosferdeki CO2 birikiminin değişmesine bağlı olarak, iklimin değişebilirliği ilk kez 1896 yılında Nobel ödülü sahibi
İsveçli S. Arrhenius tarafından öngörülmüştür.Ancak, ilk kez 1979 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) öncülüğünde "Birinci Dünya İklim Konferansı" düzenlenmiş; fosil yakıtlardan ve CO2 birikiminden kaynaklanan küresel iklim değişikliği vurgulanmıştır. Yapılan ilk ciddi konferans, 5-12 Haziran 1992 tarihindeki Rio Konferansı'dır. Bu konferans
sonucunda Rio Deklarasyonu yayımlanmış; Birleşmiş Milletler ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin de içinde bulunduğu 184 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Bu sözleşmeye göre iki çalışma grubu oluşturulmuştur. Birinci çalışma grubunda ülkelerin CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarıyla ilgili yükümlülükler; ikinci çalışma grubunda ise yasal ve kurumsal mekanizmalar ele alınmıştır.
Çalışma gruplarının yaptığı araştırmalar sonunda, gelişmiş ülkelerin önceki süreçte atmosfere yaydığı sera gazları dikkate alınmış ve bu ülkelerin emisyonlarında derhal indirim yoluna gitmeleri belirtilmiştir. Gelişmekte olan ülkelere ise; sanayileşme süreçlerinin devam ettiği vurgulanarak gaz emisyonu indiriminde esneklik sağlanmıştır. Bu tespitlerden yola çıkılarak gelişmekte olan ülkelere tanınan sera gazı salınım esnekliğinin istenilen seviyede tutulabilmesi için gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesine maddi kaynak ve teknolojik destek sağlamaları gerektiği belirtilmiştir.Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin en önemli amacı "Atmosferdeki sera gazı birikimlerini iklim sistemi üzerindeki tehlikeli antropojen (insan kaynaklı) etkileri önleyecek bir düzeyde durdurmak" biçiminde tanımlanmıştır. Ancak gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasında uzlaşma sağlanamamıştır. Anlaşmazlığa yol açan ana konular şunlardır:
·CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik yükümlülüklerin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki paylaşımı.
·Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere maddi kaynak ve teknoloji transferi
·Gelişmekte olan ülkelere yapılacak olan kaynak aktarımının biçimi.
Sonuç olarak, fikir birliği sağlanamamış ve üzerinde tartışılan konular bir sonraki toplantı için ana madde olarak belirlenmiştir.Rio Deklarasyonu sonrasında imzalanan diğer bir önemli belge de 1997 Kyoto Protokolüdür. Bu protokole göre taraf ülkeler insan kaynaklı CO2 ve öteki sera gazı salınımlarını 2008-2012 döneminde 1990 düzeylerinin en
az %5 altına indireceklerdir. Avrupa Birliği hem üye olarak hem de tek tek üye ülkeler açısından %8'lik azaltma yükümlülüğü almıştır. Protokolde Amerika Birleşik Devletlerinin belirlenmiş salınım azaltma yükümlülüğü %7'dir. Ancak dönemin Amerika Başkan Yardımcısı Al Gore bu yükümlülüğü kabul etmenin mümkün olmadığını ve kendi halkının çıkarları doğrultusunda değiştirmek için için elinden geleni yapacağını açıklamıştır. Uluslararası Önlemler
Daha sonraki süreçte ABD, Buenos Aires'te gerçekleştirilen Taraflar Konferansı'nın (COP-4) sonunda Kyoto Protokolü'nü imzaladığı ancak Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan anahtar ülkeler sera gazı salınımlarını sınırlandırma konusunda herhangi bir yükümlülük almadıkça protokole taraf olmayacağını ilan etmiştir.
Bilindiği gibi ABD'nin dünya siyasi arenasındaki gücü ekonomik üstünlüğünden ileri gelmektedir. Bu gücün önemli bir kısmını da "petrol tekelleri" dediğimiz Amerikan petrol şirketleri oluşturmaktadır. ABD'nin insan kaynaklı sera gazı salınımlarını sınırlandırma sürecinde almış olduğu tutum insan hayatı pahasına da olsa, kendi ekonomik çıkarlarından vazgeçmek istemediğinin belirgin bir kanıtıdır.Sonuç olarak, fikir birliği sağlanamamış ve üzerinde tartışılan konular bir sonraki toplantı için ana madde olarak belirlenmiştir.Sonuç olarak taraf ülkelerin anlaşmazlıkları sebebiyle Kyoto Protokolü herhangi bir yaptırım gücü ya da geçerliği olmayan bir metin olarak kalmıştır.Daha sonraki süreçte, küçük bünyeli çeşitli konferanslar yapılmış ancak daha önce alınan kararlar bir türlü hayata geçirilemediğinden Hollanda'da 35 ülkenin katılımıyla 13-24 Kasım 2000 tarihinde Taraflar Konferansı 6 (COP-6) düzenlenmiştir. La Haye Konferansı olarak bilinen bu toplantının gündemi Kyoto Protokolü'nde alınan kararların hayata geçirilme yolları olmuştur. Bu amaçla konferans başkanlarına bazı görevler ve denetleme yetkileri verilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen protokolün işleyişi tam olarak sağlanamamış ve anlaşmazlıklar bir sonraki toplantıya ertelenmiştir.Görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve daha birçok ülkenin katılımı ile gerçekleştirlen tüm bu konferanslar hiçbir somut adıma dönüşememiştir. Bu çözümsüzlüğün nedeni; başta ABD olmak üzere bazı gelişmiş ülkelerin "ulusal çıkarlarımız" dedikleri ancak esasen ekonomik temelli olan çıkarlarından vazgeçmek istemeleridir. Yayımlanan ve hatta imzalanan hiçbir protokol "insanlığın çıkarları" adına somut önlemler alamamış sadece siyasi arenadaki metin kalabalığına birkaç yaprak daha eklemiştir.
kaynak:www.gsl.gsu.edu.tr
İsveçli S. Arrhenius tarafından öngörülmüştür.Ancak, ilk kez 1979 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) öncülüğünde "Birinci Dünya İklim Konferansı" düzenlenmiş; fosil yakıtlardan ve CO2 birikiminden kaynaklanan küresel iklim değişikliği vurgulanmıştır. Yapılan ilk ciddi konferans, 5-12 Haziran 1992 tarihindeki Rio Konferansı'dır. Bu konferans
sonucunda Rio Deklarasyonu yayımlanmış; Birleşmiş Milletler ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin de içinde bulunduğu 184 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Bu sözleşmeye göre iki çalışma grubu oluşturulmuştur. Birinci çalışma grubunda ülkelerin CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarıyla ilgili yükümlülükler; ikinci çalışma grubunda ise yasal ve kurumsal mekanizmalar ele alınmıştır.
Çalışma gruplarının yaptığı araştırmalar sonunda, gelişmiş ülkelerin önceki süreçte atmosfere yaydığı sera gazları dikkate alınmış ve bu ülkelerin emisyonlarında derhal indirim yoluna gitmeleri belirtilmiştir. Gelişmekte olan ülkelere ise; sanayileşme süreçlerinin devam ettiği vurgulanarak gaz emisyonu indiriminde esneklik sağlanmıştır. Bu tespitlerden yola çıkılarak gelişmekte olan ülkelere tanınan sera gazı salınım esnekliğinin istenilen seviyede tutulabilmesi için gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesine maddi kaynak ve teknolojik destek sağlamaları gerektiği belirtilmiştir.Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin en önemli amacı "Atmosferdeki sera gazı birikimlerini iklim sistemi üzerindeki tehlikeli antropojen (insan kaynaklı) etkileri önleyecek bir düzeyde durdurmak" biçiminde tanımlanmıştır. Ancak gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasında uzlaşma sağlanamamıştır. Anlaşmazlığa yol açan ana konular şunlardır:
·CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik yükümlülüklerin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki paylaşımı.
·Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere maddi kaynak ve teknoloji transferi
·Gelişmekte olan ülkelere yapılacak olan kaynak aktarımının biçimi.
Sonuç olarak, fikir birliği sağlanamamış ve üzerinde tartışılan konular bir sonraki toplantı için ana madde olarak belirlenmiştir.Rio Deklarasyonu sonrasında imzalanan diğer bir önemli belge de 1997 Kyoto Protokolüdür. Bu protokole göre taraf ülkeler insan kaynaklı CO2 ve öteki sera gazı salınımlarını 2008-2012 döneminde 1990 düzeylerinin en
az %5 altına indireceklerdir. Avrupa Birliği hem üye olarak hem de tek tek üye ülkeler açısından %8'lik azaltma yükümlülüğü almıştır. Protokolde Amerika Birleşik Devletlerinin belirlenmiş salınım azaltma yükümlülüğü %7'dir. Ancak dönemin Amerika Başkan Yardımcısı Al Gore bu yükümlülüğü kabul etmenin mümkün olmadığını ve kendi halkının çıkarları doğrultusunda değiştirmek için için elinden geleni yapacağını açıklamıştır. Uluslararası Önlemler
Daha sonraki süreçte ABD, Buenos Aires'te gerçekleştirilen Taraflar Konferansı'nın (COP-4) sonunda Kyoto Protokolü'nü imzaladığı ancak Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan anahtar ülkeler sera gazı salınımlarını sınırlandırma konusunda herhangi bir yükümlülük almadıkça protokole taraf olmayacağını ilan etmiştir.
Bilindiği gibi ABD'nin dünya siyasi arenasındaki gücü ekonomik üstünlüğünden ileri gelmektedir. Bu gücün önemli bir kısmını da "petrol tekelleri" dediğimiz Amerikan petrol şirketleri oluşturmaktadır. ABD'nin insan kaynaklı sera gazı salınımlarını sınırlandırma sürecinde almış olduğu tutum insan hayatı pahasına da olsa, kendi ekonomik çıkarlarından vazgeçmek istemediğinin belirgin bir kanıtıdır.Sonuç olarak, fikir birliği sağlanamamış ve üzerinde tartışılan konular bir sonraki toplantı için ana madde olarak belirlenmiştir.Sonuç olarak taraf ülkelerin anlaşmazlıkları sebebiyle Kyoto Protokolü herhangi bir yaptırım gücü ya da geçerliği olmayan bir metin olarak kalmıştır.Daha sonraki süreçte, küçük bünyeli çeşitli konferanslar yapılmış ancak daha önce alınan kararlar bir türlü hayata geçirilemediğinden Hollanda'da 35 ülkenin katılımıyla 13-24 Kasım 2000 tarihinde Taraflar Konferansı 6 (COP-6) düzenlenmiştir. La Haye Konferansı olarak bilinen bu toplantının gündemi Kyoto Protokolü'nde alınan kararların hayata geçirilme yolları olmuştur. Bu amaçla konferans başkanlarına bazı görevler ve denetleme yetkileri verilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen protokolün işleyişi tam olarak sağlanamamış ve anlaşmazlıklar bir sonraki toplantıya ertelenmiştir.Görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve daha birçok ülkenin katılımı ile gerçekleştirlen tüm bu konferanslar hiçbir somut adıma dönüşememiştir. Bu çözümsüzlüğün nedeni; başta ABD olmak üzere bazı gelişmiş ülkelerin "ulusal çıkarlarımız" dedikleri ancak esasen ekonomik temelli olan çıkarlarından vazgeçmek istemeleridir. Yayımlanan ve hatta imzalanan hiçbir protokol "insanlığın çıkarları" adına somut önlemler alamamış sadece siyasi arenadaki metin kalabalığına birkaç yaprak daha eklemiştir.
kaynak:www.gsl.gsu.edu.tr
İklim Değişikliği Nedir ?
İklim değişiyor, dünya ısınıyor. Bilim adamları kuraklık, seller ve olağanüstü hava koşulları konusunda sürekli olarak uyarılarda bulunuyor. Giderek artan etkilerin en büyük sebebi ise insan.8 Maddeden oluşan bu içerikte, iklim değişikliği konusunda bilgi sahibi olacağız.
İklim değişikliği nedir? Sera etkisi nedir? Isınmanın Kanıtı ne ? Sıcaklık ne kadar yükselecek sorularının cevabı burada.
1) İklim değişikliği nedir?
Dünyanın ısısı düzenli olarak artıyor. Küresel ortalama yüzey ısısı şu anda 15 santigrat derece civarında. Jeolojik ve diğer bilimsel kanıtlar, geçmişte yüzey ısısının en yüksek 27 santigrat, en düşük de 7 santigrat derece olduğunu gösteriyor.
Fakat bilim adamları doğal dengenin, insanlardan kaynaklanan yoğun bir ısınma süreciyle bozulduğunu ve bu durumun dünyadaki hayatın büyük bölümünün tabi olduğu iklimin istikrarı için önemli çıkarımlara yol açacağını söylüyor.
2) Sera etkisi nedir?
Sera etkisi, atmosferde oluşan bir tabakanın yarattığı etki. Bu tabaka Güneş'ten gelen ışınların dünyadan yansıdıktan sonra tekrar atmosferin dışına çıkmasını engelliyor. Sera etkisi olmasaydı dünya son derece soğuk bir gezegen haline gelirdi.
Sera etkisini artırarak dünyanın normalden fazla ısınmasına neden olan gazlardan bazıları karbondioksit, metan ve azotoksit. Bu gazlar modern endüstride ve tarımda kullanılıyor, fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkıyor.
Atmosferin konsantrasyonu her geçen gün artıyor. Örneğin atmosferdeki karbondioksit konstanstrasyonu 1800'lü yıllardan beri yüzden 30'dan daha yüksek bir seviyede arttı.
Bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu sera etkisi yaratan gazların salımındaki artışın, dünyanın ısısının yükselmesine neden olacağını düşünüyor.
3) Isınmanın kanıtı ne?
Sıcaklık kayıtları 19'uncu yüzyıl sonlarında tutulmaya başlandı. Ortalama küresel sıcaklık 20'nci yüzyılda yaklaşık 0.6 santigrat derece arttı. Sıcaklığın artmasıyla buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyeleri de 10-20 santinmetre arasında yükseldi.
Arktik deniz buzları, son birkaç 10 yılın yaz ve sonbahar döneminde yaklaşık yüzde 40'a varan oranda inceldi. Buna karşılık Antarktika'nın bazı bölümleri daha da soğudu. Yüzey ısısı ve troposferdeki ısı arasında bazı çelişkiler göze çarpıyor.
4) Sıcaklık ne kadar yükselecek?
Sera etkisi yaratan gazların salımı engellenmezse, 2100'e kadar ortalama küresel sıcaklık 1.4-5.8 santigrat derece artacak. Olayın vehameti şöyle açıklanabilir: Medeniyetin ortaya çıkışından beri küresel ortalama sıcaklık sadece 1 santigrat derece arttı.
Sera etkisi yaratan gazların salımı hemen kesilse bile, bilim adamları etkinin uzun bir süre daha devam edeceğini söylüyor. Çünkü büyük buz ve su parçalarını da içeren iklim sisteminin normale dönmesi yüzlerce yıl alabilir.
Bazı bilim adamları, Grönland buzullarında yaşanan erimenin hemen önlem alınsa bile geri dönülmez olduğunu düşünüyor. Yüzlerce yıl sürecek bu işlem, deniz seviyelerinde yedi metrelik bir yükselmeye neden olabilir.
5) Hava durumu ne olacak?
Küresel anlamda çok daha sert hava olayları ortaya çıkacak. Kıyı bölgelerde yağış miktarı artarken, iç bölgelerde sıcak havanın etkisiyle kuraklık baş gösterecek.
Artan fırtınalar ve deniz seviyeleri nedeniyle daha çok sel meydana gelecek. Bununla birlikte, hava sıcaklıkları bölgelere göre çok büyük farklılıklar gösterecek. Ve bu durumun sonuçları tahmin edilmeyecek kadar güç.
6) Etkileri neler olacak?
Tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarındaki genel değişiklikler ve seller, fırtınlar, sıcak dalgaları ve kuraklık nedeniyle ölümlerde yaşanacak artış gibi potansiyel tehlikeler gündeme gelecek.
Bu durum en çok, hızlı iklim değişimine karşı hazırlık yapamayan yoksul ülkeleri etkileyecek.
Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türünün nesli yok olacak. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek.
7) Ne bilmiyoruz?
Isınmaya insan etkisinin ne kadar olduğunu ve ısınmanın zincirleme etkilerinin neler olabileceğini bilmiyoruz.
Küresel ısınma, sabit buzulların erimesi ile sera etkisi yaratan metan gazının yüksek miktarda salımı gibi, gelecekte ısınmayı tetikleyecek değişikliklere yol açabilir.
Daha sıcak koşullar nedeniyle büyüme hızları artan bitkilerin, büyüdükçe atmosferden daha çok karbondioksit çekmesi gibi ısınmayı hafifletici etkiler de olabilir.
Ancak bilim adamları, karmaşık dengenin, bu olumlu ve olumsuz etkilere nasıl bir tepki verebileceği konusunda emin değil.
8) Şüpheciler ne diyor?
Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar bile dünyanın giderek ısındığını inkar etmiyor. Şüphelerinin dayanağını, küresel ısınma etkisinin insan aktiviteleri nedeniyle ortaya çıkmış olması.
Bazıları şu an tanık olduğumuz değişikliklerin olağandışı olmadığını söylüyor. Buna en büyük dayanakları ise insan var olmadan önce küresel iklim koşullarında yaşanmış olan değişiklikler.
Bazı şüpheci bilim adamları, ısınmayı bir süredir Güneş'te olan yüksek aktivitelere bağlıyor. Bununla beraber, iklimin doğal değişimlerinin en tepesinde bile bir şeyler olduğu ve bunda insanın suçlanması gerektiği yönünde görüşbirliği artıyor.
Kaynak: kuresel-isinma.org
İklim değişikliği nedir? Sera etkisi nedir? Isınmanın Kanıtı ne ? Sıcaklık ne kadar yükselecek sorularının cevabı burada.
1) İklim değişikliği nedir?
Dünyanın ısısı düzenli olarak artıyor. Küresel ortalama yüzey ısısı şu anda 15 santigrat derece civarında. Jeolojik ve diğer bilimsel kanıtlar, geçmişte yüzey ısısının en yüksek 27 santigrat, en düşük de 7 santigrat derece olduğunu gösteriyor.
Fakat bilim adamları doğal dengenin, insanlardan kaynaklanan yoğun bir ısınma süreciyle bozulduğunu ve bu durumun dünyadaki hayatın büyük bölümünün tabi olduğu iklimin istikrarı için önemli çıkarımlara yol açacağını söylüyor.
2) Sera etkisi nedir?
Sera etkisi, atmosferde oluşan bir tabakanın yarattığı etki. Bu tabaka Güneş'ten gelen ışınların dünyadan yansıdıktan sonra tekrar atmosferin dışına çıkmasını engelliyor. Sera etkisi olmasaydı dünya son derece soğuk bir gezegen haline gelirdi.
Sera etkisini artırarak dünyanın normalden fazla ısınmasına neden olan gazlardan bazıları karbondioksit, metan ve azotoksit. Bu gazlar modern endüstride ve tarımda kullanılıyor, fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkıyor.
Atmosferin konsantrasyonu her geçen gün artıyor. Örneğin atmosferdeki karbondioksit konstanstrasyonu 1800'lü yıllardan beri yüzden 30'dan daha yüksek bir seviyede arttı.
Bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu sera etkisi yaratan gazların salımındaki artışın, dünyanın ısısının yükselmesine neden olacağını düşünüyor.
3) Isınmanın kanıtı ne?
Sıcaklık kayıtları 19'uncu yüzyıl sonlarında tutulmaya başlandı. Ortalama küresel sıcaklık 20'nci yüzyılda yaklaşık 0.6 santigrat derece arttı. Sıcaklığın artmasıyla buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyeleri de 10-20 santinmetre arasında yükseldi.
Arktik deniz buzları, son birkaç 10 yılın yaz ve sonbahar döneminde yaklaşık yüzde 40'a varan oranda inceldi. Buna karşılık Antarktika'nın bazı bölümleri daha da soğudu. Yüzey ısısı ve troposferdeki ısı arasında bazı çelişkiler göze çarpıyor.
4) Sıcaklık ne kadar yükselecek?
Sera etkisi yaratan gazların salımı engellenmezse, 2100'e kadar ortalama küresel sıcaklık 1.4-5.8 santigrat derece artacak. Olayın vehameti şöyle açıklanabilir: Medeniyetin ortaya çıkışından beri küresel ortalama sıcaklık sadece 1 santigrat derece arttı.
Sera etkisi yaratan gazların salımı hemen kesilse bile, bilim adamları etkinin uzun bir süre daha devam edeceğini söylüyor. Çünkü büyük buz ve su parçalarını da içeren iklim sisteminin normale dönmesi yüzlerce yıl alabilir.
Bazı bilim adamları, Grönland buzullarında yaşanan erimenin hemen önlem alınsa bile geri dönülmez olduğunu düşünüyor. Yüzlerce yıl sürecek bu işlem, deniz seviyelerinde yedi metrelik bir yükselmeye neden olabilir.
5) Hava durumu ne olacak?
Küresel anlamda çok daha sert hava olayları ortaya çıkacak. Kıyı bölgelerde yağış miktarı artarken, iç bölgelerde sıcak havanın etkisiyle kuraklık baş gösterecek.
Artan fırtınalar ve deniz seviyeleri nedeniyle daha çok sel meydana gelecek. Bununla birlikte, hava sıcaklıkları bölgelere göre çok büyük farklılıklar gösterecek. Ve bu durumun sonuçları tahmin edilmeyecek kadar güç.
6) Etkileri neler olacak?
Tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarındaki genel değişiklikler ve seller, fırtınlar, sıcak dalgaları ve kuraklık nedeniyle ölümlerde yaşanacak artış gibi potansiyel tehlikeler gündeme gelecek.
Bu durum en çok, hızlı iklim değişimine karşı hazırlık yapamayan yoksul ülkeleri etkileyecek.
Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türünün nesli yok olacak. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek.
7) Ne bilmiyoruz?
Isınmaya insan etkisinin ne kadar olduğunu ve ısınmanın zincirleme etkilerinin neler olabileceğini bilmiyoruz.
Küresel ısınma, sabit buzulların erimesi ile sera etkisi yaratan metan gazının yüksek miktarda salımı gibi, gelecekte ısınmayı tetikleyecek değişikliklere yol açabilir.
Daha sıcak koşullar nedeniyle büyüme hızları artan bitkilerin, büyüdükçe atmosferden daha çok karbondioksit çekmesi gibi ısınmayı hafifletici etkiler de olabilir.
Ancak bilim adamları, karmaşık dengenin, bu olumlu ve olumsuz etkilere nasıl bir tepki verebileceği konusunda emin değil.
8) Şüpheciler ne diyor?
Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar bile dünyanın giderek ısındığını inkar etmiyor. Şüphelerinin dayanağını, küresel ısınma etkisinin insan aktiviteleri nedeniyle ortaya çıkmış olması.
Bazıları şu an tanık olduğumuz değişikliklerin olağandışı olmadığını söylüyor. Buna en büyük dayanakları ise insan var olmadan önce küresel iklim koşullarında yaşanmış olan değişiklikler.
Bazı şüpheci bilim adamları, ısınmayı bir süredir Güneş'te olan yüksek aktivitelere bağlıyor. Bununla beraber, iklimin doğal değişimlerinin en tepesinde bile bir şeyler olduğu ve bunda insanın suçlanması gerektiği yönünde görüşbirliği artıyor.
Kaynak: kuresel-isinma.org
Küresel Isınma, Sera Gazları, Su Buharı, Metan Gazı ve Karbondioksit
Sera gazları –karbon dioksit (CO 2 ), su buharı, metan ve diğerleri– Dünya'ya gelen ve tekrar uzaya yansıyan ısıyı tutarak yeryüzünü ısıtıyor. Sanayi devrimi öncesindeki binlerce yıl boyunca atmosferdeki sera gazları görece kararlı bir düzeyde kalırken,
o dönemden beri fosil yakıt tüketimi gibi insan faaliyetleri bu düzeyin yükselmesine neden oldu. Sera gazı oranlarının artması ısınmayı yoğunlaştırıyor. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 2001 raporuna göre “son 50 yılda gözlemlenen ısınmanın sera gazı oranlarının artışından kaynaklandığı söylenebilir”. ABD, en önemli sera gazlarından biri olan karbon dioksiti dünyada en fazla açığa çıkaran ülke. Oak Ridge Ulusal Laboratuvarı'nın 2000'de fosil yakıt tüketimi, çimento üretimi ve gaz yanmasının neden olduğu toplam CO 2 salınımı açısından yaptığı sıralamayı aşağıdaki listede görebilirsiniz.
1 ANTARCTIC FISHERIES 61.12 2 U.S. VIRGIN ISLANDS 29.91 3 QATAR 19.65 4 NETHERLAND ANTILLES 12.61 5 BAHRAIN 7.70 6 GUAM 7.17 7 UNITED ARAB EMIRATES 6.17 8 KUWAIT 5.97 9 TRINIDAD AND TOBAGO 5.58 10 UNITED STATES OF AMERICA 5.40 11 LUXEMBOURG 5.31 12 FALKLAND ISLANDS (MALVINAS) 5.24 13 ARUBA 5.20 14 BRUNEI (DARUSSALAM) 5.08 15 WAKE ISLAND 5.02 16 AUSTRALIA 4.91 17 SAUDI ARABIA 4.77 18 SINGAPORE 3.90 19 CANADA 3.87 20 FAEROE ISLANDS 3.84 21 PALAU 3.48 22 ESTONIA 3.19 23 CZECH REPUBLIC 3.16 24 NAURU 3.07 25 IRELAND 3.04 26 NORWAY 3.03 27 LIBYAN ARAB JAMAHIRIYAH 2.95 28 ISRAEL 2.85 29 FINLAND 2.82 30 BELGIUM 2.72 31 GREENLAND 2.71 32 RUSSIAN FEDERATION 2.69 33 TAIWAN 2.68 34 MONTSERRAT 2.68 35 GERMANY 2.61 36 UNITED KINGDOM 2.59 37 JAPAN 2.55 38 REPUBLIC OF KOREA 2.47 39 GREECE 2.44 40 NETHERLANDS 2.39 41 CYPRUS 2.32 42 DEMOCRATIC PEOPLE'S REPUBLIC OF KOREA 2.31 43 NEW ZEALAND 2.28 44 DENMARK 2.28 45 OMAN 2.25 46 KAZAKHSTAN 2.22 47 GIBRALTAR 2.20 48 NEW CALEDONIA 2.16 49 ST. PIERRE & MIQUELON 2.15 50 POLAND 2.13 51 ICELAND 2.10 52 CAYMAN ISLANDS 2.05 53 AUSTRIA 2.05 54 SOUTH AFRICA 2.04 55 ITALY (INCLUDING SAN MARINO) 2.02 56 BERMUDA 2.01 57 SLOVENIA 2.01 58 TURKMENISTAN 1.99 59 MALTA 1.96 60 SPAIN 1.95 61 UKRAINE 1.89 62 SLOVAKIA 1.79 63 VENEZUELA 1.78 64 MALAYSIA 1.69 65 FRANCE (INCLUDING MONACO) 1.68 66 PORTUGAL 1.63 67 BAHAMAS 1.62 68 BELARUS 1.61 69 FRENCH GUIANA 1.52 70 MACEDONIA 1.50 71 ANTIGUA & BARBUDA 1.48 72 MARTINIQUE 1.47 73 HUNGARY 1.47 74 SWITZERLAND 1.46 75 BULGARIA 1.45 76 SWEDEN 1.44 77 ISLAMIC REPUBLIC OF IRAN 1.33 78 HONG KONG 1.33 79 SURINAME 1.33 80 BOSNIA-HERZEGOVINIA 1.32 81 UZBEKISTAN 1.31 82 CROATIA 1.22 83 BARBADOS 1.20 84 MEXICO 1.19 85 LEBANON 1.18 86 AMERICAN SAMOA 1.15 87 JAMAICA 1.12 88 FEDERAL REPUBLIC OF YUGOSLAVIA 1.07 89 CHILE 1.07 90 ROMANIA 1.05 91 GUADELOUPE 1.05 92 MACAU 1.02 93 ARGENTINA 1.02 94 AZERBAIJAN 0.99 95 TURKEY 0.93 96 REUNION 0.92 97 IRAQ 0.91 98 SYRIAN ARAB REPUBLIC 0.91 99 LITHUANIA 0.88 100 THAILAND 0.87 101 JORDAN 0.86 102 MONGOLIA 0.86 103 BELIZE 0.85 104 DOMINICAN REPUBLIC 0.81 105 ALGERIA 0.80 106 GABON 0.79 107 SEYCHELLES 0.76 108 CUBA 0.75 109 ST. KITTS-NEVIS 0.69 110 LATVIA 0.67 111 SAINT HELENA 0.67 112 MAURITIUS 0.67 113 BRITISH VIRGIN ISLANDS 0.66 114 FRENCH POLYNESIA 0.64 115 BOTSWANA 0.64 116 SAINT LUCIA 0.62 117 PUERTO RICO 0.61 118 EGYPT 0.61 119 PANAMA 0.61 120 CHINA (MAINLAND) 0.60 121 GRENADA 0.57 122 GUYANA 0.57 123 ECUADOR 0.55 124 TUNISIA 0.53 125 MALDIVES 0.50 126 BRAZIL 0.50 127 REPUBLIC OF MOLDOVA 0.49 128 URUGUAY 0.44 129 COOK ISLANDS 0.42 130 NIUE 0.42 131 ST. VINCENT & THE GRENADINES 0.41 132 COSTA RICA 0.39 133 DOMINICA 0.38 134 COLOMBIA 0.38 135 BOLIVIA 0.36 136 INDONESIA 0.35 137 MOROCCO 0.35 138 TONGA 0.33 139 GEORGIA 0.32 140 ZIMBABWE 0.32 141 MAURITANIA 0.31 142 PERU 0.31 143 INDIA 0.29 144 EL SALVADOR 0.29 145 PHILIPPINES 0.28 146 NAMIBIA 0.27 147 WESTERN SAHARA 0.26 148 KYRGYZSTAN 0.26 149 ARMENIA 0.25 150 ALBANIA 0.25 151 FIJI 0.24 152 GUATEMALA 0.24 153 SAMOA 0.22 154 PAKISTAN 0.21 155 HONDURAS 0.20 156 VIET NAM 0.20 157 NICARAGUA 0.20 158 PARAGUAY 0.18 159 SAO TOME & PRINCIPE 0.18 160 TAJIKISTAN 0.18 161 COTE D IVOIRE 0.17 162 DJIBOUTI 0.17 163 CONGO 0.16 164 SRI LANKA 0.14 165 PAPUA NEW GUINEA 0.14 166 ANGOLA 0.13 167 YEMEN 0.13 168 EQUATORIAL GUINEA 0.12 169 REPUBLIC OF CAMEROON 0.12 170 SENEGAL 0.12 171 SWAZILAND 0.11 172 VANUATU 0.11 173 TOGO 0.11 174 SOLOMON ISLANDS 0.10 175 CAPE VERDE 0.09 176 GHANA 0.09 177 NIGERIA 0.09 178 KENYA 0.08 179 KIRIBATI 0.08 180 BENIN 0.07 181 GUINEA BISSAU 0.06 182 BANGLADESH 0.06 183 GAMBIA 0.05 184 MYANMAR 0.05 185 BHUTAN 0.05 186 HAITI 0.05 187 ZAMBIA 0.05 188 SUDAN 0.05 189 ERITREA 0.05 190 GUINEA 0.04 191 NEPAL 0.04 192 MADAGASCAR 0.04 193 LIBERIA 0.04 194 SIERRA LEONE 0.04 195 UNITED REPUBLIC OF TANZANIA 0.03 196 COMOROS 0.03 197 NIGER 0.03 198 BURKINA FASO 0.02 199 LAO PEOPLE'S DEMOCRATIC REPUBLIC 0.02 200 RWANDA 0.02 201 CENTRAL AFRICAN REPUBLIC 0.02 202 UGANDA 0.02 203 MALAWI 0.02 204 MOZAMBIQUE 0.02 205 ZAIRE 0.01 206 MALI 0.01 207 AFGHANISTAN 0.01 208 CAMBODIA 0.01 209 BURUNDI 0.01 210 CHAD 0.00 211 TURKS AND CAICOS ISLANDS 0.00 212 ETHIOPIA .
o dönemden beri fosil yakıt tüketimi gibi insan faaliyetleri bu düzeyin yükselmesine neden oldu. Sera gazı oranlarının artması ısınmayı yoğunlaştırıyor. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 2001 raporuna göre “son 50 yılda gözlemlenen ısınmanın sera gazı oranlarının artışından kaynaklandığı söylenebilir”. ABD, en önemli sera gazlarından biri olan karbon dioksiti dünyada en fazla açığa çıkaran ülke. Oak Ridge Ulusal Laboratuvarı'nın 2000'de fosil yakıt tüketimi, çimento üretimi ve gaz yanmasının neden olduğu toplam CO 2 salınımı açısından yaptığı sıralamayı aşağıdaki listede görebilirsiniz.
1 ANTARCTIC FISHERIES 61.12 2 U.S. VIRGIN ISLANDS 29.91 3 QATAR 19.65 4 NETHERLAND ANTILLES 12.61 5 BAHRAIN 7.70 6 GUAM 7.17 7 UNITED ARAB EMIRATES 6.17 8 KUWAIT 5.97 9 TRINIDAD AND TOBAGO 5.58 10 UNITED STATES OF AMERICA 5.40 11 LUXEMBOURG 5.31 12 FALKLAND ISLANDS (MALVINAS) 5.24 13 ARUBA 5.20 14 BRUNEI (DARUSSALAM) 5.08 15 WAKE ISLAND 5.02 16 AUSTRALIA 4.91 17 SAUDI ARABIA 4.77 18 SINGAPORE 3.90 19 CANADA 3.87 20 FAEROE ISLANDS 3.84 21 PALAU 3.48 22 ESTONIA 3.19 23 CZECH REPUBLIC 3.16 24 NAURU 3.07 25 IRELAND 3.04 26 NORWAY 3.03 27 LIBYAN ARAB JAMAHIRIYAH 2.95 28 ISRAEL 2.85 29 FINLAND 2.82 30 BELGIUM 2.72 31 GREENLAND 2.71 32 RUSSIAN FEDERATION 2.69 33 TAIWAN 2.68 34 MONTSERRAT 2.68 35 GERMANY 2.61 36 UNITED KINGDOM 2.59 37 JAPAN 2.55 38 REPUBLIC OF KOREA 2.47 39 GREECE 2.44 40 NETHERLANDS 2.39 41 CYPRUS 2.32 42 DEMOCRATIC PEOPLE'S REPUBLIC OF KOREA 2.31 43 NEW ZEALAND 2.28 44 DENMARK 2.28 45 OMAN 2.25 46 KAZAKHSTAN 2.22 47 GIBRALTAR 2.20 48 NEW CALEDONIA 2.16 49 ST. PIERRE & MIQUELON 2.15 50 POLAND 2.13 51 ICELAND 2.10 52 CAYMAN ISLANDS 2.05 53 AUSTRIA 2.05 54 SOUTH AFRICA 2.04 55 ITALY (INCLUDING SAN MARINO) 2.02 56 BERMUDA 2.01 57 SLOVENIA 2.01 58 TURKMENISTAN 1.99 59 MALTA 1.96 60 SPAIN 1.95 61 UKRAINE 1.89 62 SLOVAKIA 1.79 63 VENEZUELA 1.78 64 MALAYSIA 1.69 65 FRANCE (INCLUDING MONACO) 1.68 66 PORTUGAL 1.63 67 BAHAMAS 1.62 68 BELARUS 1.61 69 FRENCH GUIANA 1.52 70 MACEDONIA 1.50 71 ANTIGUA & BARBUDA 1.48 72 MARTINIQUE 1.47 73 HUNGARY 1.47 74 SWITZERLAND 1.46 75 BULGARIA 1.45 76 SWEDEN 1.44 77 ISLAMIC REPUBLIC OF IRAN 1.33 78 HONG KONG 1.33 79 SURINAME 1.33 80 BOSNIA-HERZEGOVINIA 1.32 81 UZBEKISTAN 1.31 82 CROATIA 1.22 83 BARBADOS 1.20 84 MEXICO 1.19 85 LEBANON 1.18 86 AMERICAN SAMOA 1.15 87 JAMAICA 1.12 88 FEDERAL REPUBLIC OF YUGOSLAVIA 1.07 89 CHILE 1.07 90 ROMANIA 1.05 91 GUADELOUPE 1.05 92 MACAU 1.02 93 ARGENTINA 1.02 94 AZERBAIJAN 0.99 95 TURKEY 0.93 96 REUNION 0.92 97 IRAQ 0.91 98 SYRIAN ARAB REPUBLIC 0.91 99 LITHUANIA 0.88 100 THAILAND 0.87 101 JORDAN 0.86 102 MONGOLIA 0.86 103 BELIZE 0.85 104 DOMINICAN REPUBLIC 0.81 105 ALGERIA 0.80 106 GABON 0.79 107 SEYCHELLES 0.76 108 CUBA 0.75 109 ST. KITTS-NEVIS 0.69 110 LATVIA 0.67 111 SAINT HELENA 0.67 112 MAURITIUS 0.67 113 BRITISH VIRGIN ISLANDS 0.66 114 FRENCH POLYNESIA 0.64 115 BOTSWANA 0.64 116 SAINT LUCIA 0.62 117 PUERTO RICO 0.61 118 EGYPT 0.61 119 PANAMA 0.61 120 CHINA (MAINLAND) 0.60 121 GRENADA 0.57 122 GUYANA 0.57 123 ECUADOR 0.55 124 TUNISIA 0.53 125 MALDIVES 0.50 126 BRAZIL 0.50 127 REPUBLIC OF MOLDOVA 0.49 128 URUGUAY 0.44 129 COOK ISLANDS 0.42 130 NIUE 0.42 131 ST. VINCENT & THE GRENADINES 0.41 132 COSTA RICA 0.39 133 DOMINICA 0.38 134 COLOMBIA 0.38 135 BOLIVIA 0.36 136 INDONESIA 0.35 137 MOROCCO 0.35 138 TONGA 0.33 139 GEORGIA 0.32 140 ZIMBABWE 0.32 141 MAURITANIA 0.31 142 PERU 0.31 143 INDIA 0.29 144 EL SALVADOR 0.29 145 PHILIPPINES 0.28 146 NAMIBIA 0.27 147 WESTERN SAHARA 0.26 148 KYRGYZSTAN 0.26 149 ARMENIA 0.25 150 ALBANIA 0.25 151 FIJI 0.24 152 GUATEMALA 0.24 153 SAMOA 0.22 154 PAKISTAN 0.21 155 HONDURAS 0.20 156 VIET NAM 0.20 157 NICARAGUA 0.20 158 PARAGUAY 0.18 159 SAO TOME & PRINCIPE 0.18 160 TAJIKISTAN 0.18 161 COTE D IVOIRE 0.17 162 DJIBOUTI 0.17 163 CONGO 0.16 164 SRI LANKA 0.14 165 PAPUA NEW GUINEA 0.14 166 ANGOLA 0.13 167 YEMEN 0.13 168 EQUATORIAL GUINEA 0.12 169 REPUBLIC OF CAMEROON 0.12 170 SENEGAL 0.12 171 SWAZILAND 0.11 172 VANUATU 0.11 173 TOGO 0.11 174 SOLOMON ISLANDS 0.10 175 CAPE VERDE 0.09 176 GHANA 0.09 177 NIGERIA 0.09 178 KENYA 0.08 179 KIRIBATI 0.08 180 BENIN 0.07 181 GUINEA BISSAU 0.06 182 BANGLADESH 0.06 183 GAMBIA 0.05 184 MYANMAR 0.05 185 BHUTAN 0.05 186 HAITI 0.05 187 ZAMBIA 0.05 188 SUDAN 0.05 189 ERITREA 0.05 190 GUINEA 0.04 191 NEPAL 0.04 192 MADAGASCAR 0.04 193 LIBERIA 0.04 194 SIERRA LEONE 0.04 195 UNITED REPUBLIC OF TANZANIA 0.03 196 COMOROS 0.03 197 NIGER 0.03 198 BURKINA FASO 0.02 199 LAO PEOPLE'S DEMOCRATIC REPUBLIC 0.02 200 RWANDA 0.02 201 CENTRAL AFRICAN REPUBLIC 0.02 202 UGANDA 0.02 203 MALAWI 0.02 204 MOZAMBIQUE 0.02 205 ZAIRE 0.01 206 MALI 0.01 207 AFGHANISTAN 0.01 208 CAMBODIA 0.01 209 BURUNDI 0.01 210 CHAD 0.00 211 TURKS AND CAICOS ISLANDS 0.00 212 ETHIOPIA .
Hava Kirliliği, Etkileri ve Alınacak Tedbirler
Hava kirliliği; canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve/veya maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır. Bir başka deyişle hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede atmosferde bulunmasıdır. İnsanların çeşitli faaliyetleri sonucu meydana gelen üretim ve tüketim aktiviteleri sırasında ortaya çıkan atıklarla hava tabakası kirlenerek, yeryüzündeki canlı hayatı olumsuz yönde etkilenmektedir. Hava kirliliğini kaynaklarına göre 3'e ayırabiliriz; 1 - Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği:Ülkemizde özellikle ısınma amaçlı, düşük kalorili ve kükürt oranı yüksek kömürlerin yaygın olarak kullanılması ve yanlış yakma tekniklerinin uygulanmasi hava kirliliğine yol açmaktadır. 2 - Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği:Nüfus artışı ve gelir düzeyinin yükselmesine paralel olarak, sayısı hızla artan motorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları, hava kirliliğinde önemli bir faktör oluşturmaktadır. 3 - Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliği:Sanayi tesislerinin kuruluşunda yanlış yer seçimi, çevre korunması açısından gerekli tedbirlerin alınmaması (baca filtresi, arıtma tesisi olmaması vb.), uygun teknolojilerin kullanılmaması, enerji üreten yakma ünitelerinde vasıfsız ve yüksek kükürtlü yakıtların kullanılması, hava kirliliğine sebep olan etkenlerin başında gelmektedir. Hava Kirliliğinin Etkileri Kirli hava, insanlarda solunum yolu hastalıklarının artmasına sebep olmaktadır. Örneğin; kurşunun kan hücrelerinin gelişmesini ve olgunlaşmasını engellediği, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz yönde etkilediği, karbonmonoksit (CO)'in ise, kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmektedir. Bununla birlikte kükürtdioksit (SO2)'in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş edici etkileri vardır. Özellikle duman akciğerden alveollere kadar girerek olumsuz etki yapmaktadır. Ayrıca kükürtdioksit ve ozon bitkiler için zararlı olup; özellikle ozon, ürün kayıplarına sebep olmakta ve ormanlara zarar vermektedir. Sanayi, endüstri ve ısınmada kullanılan fosil yakıtlar ile ormanların tahribi ve arazi değişmesi sonucu, atmosferdeki karbondioksit miktarının %5 oranında arttığı tespit edilmiştir. Bunun ise küresel ısınmaya yol açabileceği öngörülmektedir. Hava Kirliliğini Önlemek İçin Alınabilecek Tedbirler:
Sanayi tesislerinin bacalarına filtre takılması sağlanmalı,
Evleri ısıtmak için yüksek kalorili kömürler kullanılmalı, her yıl bacalar ve soba boruları temizlenmeli,
Pencere, kapı ve çatıların izolasyonuna önem verilmeli,
Kullanılan sobaların TSE belgeli olmasına dikkat edilmeli,
Doğalgaz kullanımı yaygınlaştırılarak, özendirilmeli,
Kalorisi düşük olan ve havayı daha çok kirleten kaçak kömür kullanımı engellenmeli,
Kalorifer ve doğalgaz kazanlarının periyodik olarak bakımı yapılmalı,
Kalorifercilerin ateşçi kurslarına katılımı sağlanmalı,
Yeni yerleşim yerlerinde merkezi ısıtma sistemleri kullanılmalı,
Yeşil alanlar arttırılmalı, imar planlarındaki hava kirliliğini azaltıcı tedbirler uygulamaya konulmalı,
Toplu taşım araçları yaygınlaştırılmalı, Bütün bu etkenlerin yanında; atıkların uygun olmayan tesislerde yakılarak bertaraf edilmesinin önlenmesi, sanayi tesisi yer seçiminin yerleşim alanları dışında ve hakim rüzgarlar dikkate alınarak yapılması, imar planlarında bu alanların çevresinde yapılaşmaların önlenmesi ve araçların egzoz emisyon ölçümlerinin periyodik olarak yapılması sağlanmalı, bununla birlikte; alternatif enerji kullanan motorlu taşıtlar geliştirilmeli ve özendirilmelidir. (LPG vb.)
Sanayi tesislerinin bacalarına filtre takılması sağlanmalı,
Evleri ısıtmak için yüksek kalorili kömürler kullanılmalı, her yıl bacalar ve soba boruları temizlenmeli,
Pencere, kapı ve çatıların izolasyonuna önem verilmeli,
Kullanılan sobaların TSE belgeli olmasına dikkat edilmeli,
Doğalgaz kullanımı yaygınlaştırılarak, özendirilmeli,
Kalorisi düşük olan ve havayı daha çok kirleten kaçak kömür kullanımı engellenmeli,
Kalorifer ve doğalgaz kazanlarının periyodik olarak bakımı yapılmalı,
Kalorifercilerin ateşçi kurslarına katılımı sağlanmalı,
Yeni yerleşim yerlerinde merkezi ısıtma sistemleri kullanılmalı,
Yeşil alanlar arttırılmalı, imar planlarındaki hava kirliliğini azaltıcı tedbirler uygulamaya konulmalı,
Toplu taşım araçları yaygınlaştırılmalı, Bütün bu etkenlerin yanında; atıkların uygun olmayan tesislerde yakılarak bertaraf edilmesinin önlenmesi, sanayi tesisi yer seçiminin yerleşim alanları dışında ve hakim rüzgarlar dikkate alınarak yapılması, imar planlarında bu alanların çevresinde yapılaşmaların önlenmesi ve araçların egzoz emisyon ölçümlerinin periyodik olarak yapılması sağlanmalı, bununla birlikte; alternatif enerji kullanan motorlu taşıtlar geliştirilmeli ve özendirilmelidir. (LPG vb.)
Gelecekten Mektup Var >>>>>
Gelecekte, bir babanın çocuklarına bıraktığı mektup. Gelecek hakkında fikirler verebilir. Sahibi, ya da üyesi olduğunuz sitelere eklerken kaynak göstermeniz zorunludur. Lütfen bu kurala uyunuz.
Canım kızım,Şu anda derin bir uykudasın. Uzun zamandır bu kadar güzel bir uykuya dalmamıştın. Bugün karnını doyurabildin, kana kana su içebildin. Anneniz öldüğünden beridir çok zorlanıyorum. Siz daha fazla yaşayabilin diye ,canına kıydığını size anlatmam mümkün değil. Henüz çok küçüksünüz. Sizi dünyaya getirerek çok büyük bir hata yaptığımızı geç de olsa anladık. Koca dünya, suyu biter mi? Koca dünya, aç kalmayız ki diye düşündük. Anneniz öleli 17 gün oluyor. Zaten hastaydı, ölecekti diye düşünmeyin. İyileşmek için daha fazla yiyeceğe ve suya ihtiyacı olduğundan kıydı canına. 2000'li yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir konuydu küresel ısınma . Bu gidişe dur demek amacıyla bir protokol imzalanıyordu ülkeler tarafından. Türkiye, Avustralya ve ABD imzalamamıştı 2007 yılına girdiğimizde. Belki Türkiye'nin imzalaması için birşeyler yapabilirdik. Mitinglere katılır, büyüklerimizin anlamasını sağlayabilirdik. Ama yapamadık. Bizim dünyadan daha önemli konularımız vardı o günlerde. Futbol liginde kimin şampiyon olacağı daha önemliydi. O günlerde Cumhurbaşkanımız seçilecekti. Öyle çok insan katıldı ki Cumhuriyet yürüyüşüne. O günlerde neyin daha önemli olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlardı. Dünya ölüyordu, onlar nasıl yönetileceklerini düşünüyorlardı. Dünya olmasa, ülkemiz ve nasıl yönetileceğimiz o kadar büyük bir anlam taşımıyordu. 2025 yılına geldiğimizde açlık ve susuzluk had safhaya ulaşmıştı. Herkes, karnını doyurabileceği, su içebileceği yerlere doğru göç hazırlıklarına başladı. Ülke yöneticileri göçlerin önüne geçmeye karar verdiler. Kendilerine bile yetemiyorlardı ki. Göç edip ülkelerine gelenlere nasıl yetsinler? Açlık ve susuzluktan bitkin duruma gelenler ölüme terkedildiler. Bunun üzerine iç savaşlar başladı. karnını doyuranlarla, aç kalanlar arasındaki bu savaşlarda binlerce insan can verdi. Zenginler de öldü, fakirler de. Ülkeler arasındaki savaşların çıkmasına ramak kalmıştı. Çıktı da. Ülkemiz yaşamak için elverişli ülkelerden biri durumundaydı. Önce sınır ülkelerle sorunlar yaşadık. Onlar daha çok su istedi. Biz daha fazla azalttık. Bizim topraklarımızdan çıkıyor diye, tüm suyu sahiplendik. Suyumuz aslında tam olarak yetmiyordu. Yalnızca içmek için kullanıyorduk. Banyo yapmayalı aylar olmuştu. Herkes kokuyordu, herkes hastaydı. Su, yalnızca biraz daha fazla yaşamamıza yetiyordu. Salgın hastalıkların üzerine, bir de savaşlar başladı. Bu savaşlar yüzünden su kaynakları tehlikeye girince, ülkeler ateşli silah kullanmadan savaş yapmaya karar verdi. Herkes tarafını seçecek. İki taraf büyük bir meydanda savaşacaktı. O savaşa beni de götürdüler. Sol kolum orada kopmuştu. Kaybeden taraf su kaynaklarını paylaşmayı kabul etmiş olacaktı. Tüm bu savaşlar, birkaç yıl fazla yaşayabilmek içindi. Dünya, yaşanmaz bir hale geleli yıllar olmuştu. Herkes kendi derdiyle uğraşıyordu. Aile içindeki kavgalarda bile, can veren insanlar oluyordu. Herkes yeteni istiyordu. Kendine yetebilen vermeye yanaşmıyordu. Tüm bu olacakları öngören insan sayısı o zamanlar çok fazla değildi. Onları dinlesek, tüm yaşananları, olmadan durdurabilecektik. Keşke o günlere dönüp düzeltme şansımız olsaydı. Keşke o günlere dönüp, sesimizi daha fazla çıkarabilseydik, ortak derdimizi herkese anlatabilseydik. 28 Nisan 2007'deki mitingi hatırlıyorum. Yüzbinler bekleniyordu. Bu o zamanlarda iyimser bir tahmindi. Milyonların gelmesi gerekirdi. Onbinlere ancak ulaşılabildi. Sonraki aylarda bir miting daha düzenlendi. Belki de bu son şansımızdı. Aylardan Haziran'dı. Yine, umursamayanların sayısı daha fazlaydı. O güzel insanlar, biz anlayabilelim diye ellerinden geleni yaptılar. Açık Radyo dışında destek veren yayın kuruluşu olmamıştı. Diğerleri bize yalnızca dizi izletiyordu. Ne bir uyarı, ne bilinçlendirici yayınlar. Yalnızca daha fazla ratingi düşünüyorlardı. Devlet büyüklerimiz ülke çıkarları adına dünya için birşeyler yapmaktan kaçınıyordu. ABD ne yaparsa, ne derse onu yapıyorduk. Canım kızım. ben artık yanınızda olamayacağım. Kardeşine iyi bak. Siz birkaç gün fazla yaşayabilin diye, ben gidiyorum. Yanaklarınıza öpücük kondurup, çıkacağım bu karanlık delikten.
Bu mektubu, orijinaline link vermek ve üzerinde değişiklik yapmamak koşulu ile, sitenizde gösterebilirsiniz.
Bu mektup Creative Commons Attribution-No Derivative Works 3.0 License. ile lisanslanmıştır.Kaynak: kuresel-isinma.org
Canım kızım,Şu anda derin bir uykudasın. Uzun zamandır bu kadar güzel bir uykuya dalmamıştın. Bugün karnını doyurabildin, kana kana su içebildin. Anneniz öldüğünden beridir çok zorlanıyorum. Siz daha fazla yaşayabilin diye ,canına kıydığını size anlatmam mümkün değil. Henüz çok küçüksünüz. Sizi dünyaya getirerek çok büyük bir hata yaptığımızı geç de olsa anladık. Koca dünya, suyu biter mi? Koca dünya, aç kalmayız ki diye düşündük. Anneniz öleli 17 gün oluyor. Zaten hastaydı, ölecekti diye düşünmeyin. İyileşmek için daha fazla yiyeceğe ve suya ihtiyacı olduğundan kıydı canına. 2000'li yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir konuydu küresel ısınma . Bu gidişe dur demek amacıyla bir protokol imzalanıyordu ülkeler tarafından. Türkiye, Avustralya ve ABD imzalamamıştı 2007 yılına girdiğimizde. Belki Türkiye'nin imzalaması için birşeyler yapabilirdik. Mitinglere katılır, büyüklerimizin anlamasını sağlayabilirdik. Ama yapamadık. Bizim dünyadan daha önemli konularımız vardı o günlerde. Futbol liginde kimin şampiyon olacağı daha önemliydi. O günlerde Cumhurbaşkanımız seçilecekti. Öyle çok insan katıldı ki Cumhuriyet yürüyüşüne. O günlerde neyin daha önemli olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlardı. Dünya ölüyordu, onlar nasıl yönetileceklerini düşünüyorlardı. Dünya olmasa, ülkemiz ve nasıl yönetileceğimiz o kadar büyük bir anlam taşımıyordu. 2025 yılına geldiğimizde açlık ve susuzluk had safhaya ulaşmıştı. Herkes, karnını doyurabileceği, su içebileceği yerlere doğru göç hazırlıklarına başladı. Ülke yöneticileri göçlerin önüne geçmeye karar verdiler. Kendilerine bile yetemiyorlardı ki. Göç edip ülkelerine gelenlere nasıl yetsinler? Açlık ve susuzluktan bitkin duruma gelenler ölüme terkedildiler. Bunun üzerine iç savaşlar başladı. karnını doyuranlarla, aç kalanlar arasındaki bu savaşlarda binlerce insan can verdi. Zenginler de öldü, fakirler de. Ülkeler arasındaki savaşların çıkmasına ramak kalmıştı. Çıktı da. Ülkemiz yaşamak için elverişli ülkelerden biri durumundaydı. Önce sınır ülkelerle sorunlar yaşadık. Onlar daha çok su istedi. Biz daha fazla azalttık. Bizim topraklarımızdan çıkıyor diye, tüm suyu sahiplendik. Suyumuz aslında tam olarak yetmiyordu. Yalnızca içmek için kullanıyorduk. Banyo yapmayalı aylar olmuştu. Herkes kokuyordu, herkes hastaydı. Su, yalnızca biraz daha fazla yaşamamıza yetiyordu. Salgın hastalıkların üzerine, bir de savaşlar başladı. Bu savaşlar yüzünden su kaynakları tehlikeye girince, ülkeler ateşli silah kullanmadan savaş yapmaya karar verdi. Herkes tarafını seçecek. İki taraf büyük bir meydanda savaşacaktı. O savaşa beni de götürdüler. Sol kolum orada kopmuştu. Kaybeden taraf su kaynaklarını paylaşmayı kabul etmiş olacaktı. Tüm bu savaşlar, birkaç yıl fazla yaşayabilmek içindi. Dünya, yaşanmaz bir hale geleli yıllar olmuştu. Herkes kendi derdiyle uğraşıyordu. Aile içindeki kavgalarda bile, can veren insanlar oluyordu. Herkes yeteni istiyordu. Kendine yetebilen vermeye yanaşmıyordu. Tüm bu olacakları öngören insan sayısı o zamanlar çok fazla değildi. Onları dinlesek, tüm yaşananları, olmadan durdurabilecektik. Keşke o günlere dönüp düzeltme şansımız olsaydı. Keşke o günlere dönüp, sesimizi daha fazla çıkarabilseydik, ortak derdimizi herkese anlatabilseydik. 28 Nisan 2007'deki mitingi hatırlıyorum. Yüzbinler bekleniyordu. Bu o zamanlarda iyimser bir tahmindi. Milyonların gelmesi gerekirdi. Onbinlere ancak ulaşılabildi. Sonraki aylarda bir miting daha düzenlendi. Belki de bu son şansımızdı. Aylardan Haziran'dı. Yine, umursamayanların sayısı daha fazlaydı. O güzel insanlar, biz anlayabilelim diye ellerinden geleni yaptılar. Açık Radyo dışında destek veren yayın kuruluşu olmamıştı. Diğerleri bize yalnızca dizi izletiyordu. Ne bir uyarı, ne bilinçlendirici yayınlar. Yalnızca daha fazla ratingi düşünüyorlardı. Devlet büyüklerimiz ülke çıkarları adına dünya için birşeyler yapmaktan kaçınıyordu. ABD ne yaparsa, ne derse onu yapıyorduk. Canım kızım. ben artık yanınızda olamayacağım. Kardeşine iyi bak. Siz birkaç gün fazla yaşayabilin diye, ben gidiyorum. Yanaklarınıza öpücük kondurup, çıkacağım bu karanlık delikten.
Bu mektubu, orijinaline link vermek ve üzerinde değişiklik yapmamak koşulu ile, sitenizde gösterebilirsiniz.
Bu mektup Creative Commons Attribution-No Derivative Works 3.0 License. ile lisanslanmıştır.Kaynak: kuresel-isinma.org
İlk öneriler
Küresel ısınmaya karşı oluşturulan komisyon ilk önerilerini Bakanlar Kurulu’na sunmaya hazırlanıyor.En radikal öneri mesai saatlerinin bir saat öne çekilmesi. Enerji tasarrufu için ayrıca sokak aydınlatmasında güneş enerjisine geçilmesi planlanıyor. Daha az su kullanımı için sifon depolarının 6 litreden 4 litreye düşürülmesi de gündemde. Çevre Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı’ndan oluşan küresel ısınmaya yönelik komisyon, önerilerini önümüzdeki hafta Bakanlar Kurulu’na sunacak.Öneriler arasında en dikkat çeken konu kamu çalışanlarının mesai başlangıcının sabah 7.00’ye çekilmesi. Çevre Bakanlığı, ABD’de uygulanan bu sistemle mesai saati ile okul saati arasında fark oluşturmayı amaçlıyor. Böylece hem trafik rahatlayacak hem de enerji tasarrufu sağlanacak.Ancak Enerji Bakanı Hilmi Güler, bu konu ile ilgili olarak henüz net bir karar verilmediğini söyledi. Çevre Bakanlığı’nın bir çalışma yaptığını doğrulayan Güler, önümüzdeki günlerde Tarım Bakanı ve Çevre Bakanı ile bu konuda üçlü bir görüşme yapacaklarını kaydetti.Bir başka uygulama da aydınlatmalara yönelik. Hem sokak hem de otobüs durakları ve reklam panosu aydınlatmalarında elektrik yerine güneş enerjisinden faydalanılacak. Depolama sistemi de olacak bu tip aydınlatmaya geçiş süresinde ise aydınlatma sürelerinin aşağı çekilmesi planlanıyor.Kaçak kaynak suyu kullananların tespiti için çalışmalar sürüyor. Sayının 120 bin civarında olduğu tahmin edilirken, özellikle gölleri ve akarsuları besleyen kaynak sularının kaçak kullanımının hızla engellenmesi gündemde.Bir diğer tasarruf kalemi ise evlerden gelecek. Klozetlerde kullanılan sifonların 6 litrelik deposu 4 litreye çekilecek. Avrupa Birliği’nde son olarak bu depoların 2,5 litreye çekilmesinin tartışıldığı belirtiliyor.
Yapmamız Gerekenler
Tehlike büyük bir hızla yaklaşıyor. Ne yapmamız gerektiğini biliyor muyuz? Yapmamız gerekenleri bildiğimiz halde umursamayıp, kirletmeye, yok etmeye ara vermeksizin devam mı ediyoruz? Okuyalım, öğrenelim, uygulayalım.
Yaklaşan tehlikeye karşı " biz ne yapabiliriz?"
Devlet Olarak küresel ısınmaya karşı yapılabilecekler :
Öncelikle Türkiye'nin gerçekçi bir sera gazı değerlerini belirlemek
Hidrolik enerjiden en fazla yararlanmak.
Rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik etmek.
Boş arazileri ağaçlandırmak.
Orman yangınlarını kontrol etmek.
Termik santrallerde, iyi yakma metotlarını geliştirmek ve kaliteli yakıt kullanmak.
Isınma amaçlı yakıtları kontrol etmek.
Halkı bilinçlendirmek.
Tarım politikasını gözden geçirmek.
Turizm planlamasını yeniden yapmak.
Yerel Yönetimlerin küresel ısınmaya karşı yapabilecekleri :
İklim değişiminin etkilerini çocuklarımız ve onların çocukları daha çok yaşayacaklar. Bu nedenle, okullarda iklim değişimi konusunda eğitici programlar düzenlemek.
Enerji ve su tasarrufunu projelendirerek uygulamaya sokmak.
Yeni su kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları bulmak.
Sera gazlarını azaltacak önlemleri ve denetimleri artırmak.
Altyapı ve yerleşim planlamalarında iklim değişimi etkilerini göz önüne almak.
Büyük şehirlere göçü cazip halden çıkartmak, geri göçü özendirmek.
Birey Olarak küresel ısınmaya karşı yapabileceklerimiz :
Evde en çok kullanılan 5 ampülü en az enerji tüketen cinslerle değiştirmek. 2.5 milyon evde yapılan bu uygulama ile 1 yılda 800.000 aracın atmosfere verdiği sera gazına eşdeğer tasarruf yapmış oluyoruz. Aynı zamanda elektrik faturamız da düşük gelecektir.
Evlerdeki 2. televizyonları teke indirmeliyiz. Klimaların filtrelerini 3 ayda bir değiştirmeliyiz. Kirlenen filtreler hava akışını yavaşlatacağından cihaz daha fazla enerji harcayacaktır.
İşyerinize veya evinize alacağınız yeni ekipmanların mutlaka enerji tasarrufu fazla olanlarını tercih edin.
Su kullanımındaki savurganlık, hem enerji tüketimini, hem de su tüketimini artırmaktadır. Örneğin, diş temizliğinde ve traş olurken musluklar mutlaka kapatılmalıdır.
Tuvaletlerin sifonları, sızıntılara karşı gözden geçirilmelidir.
Ekili hobi bahçenizi mutlaka küçültün. Sulama gerektirmeyen alanları büyütün. Az sulama gerektiren bitkiler dikin.
Aracınızı hortumla değil de kova su ile yıkayın.
Evinizde ve işyerinizde, kullanmadığınız zamanlarda, TV, radyo, bilgisayar gibi elektronik cihazların fişlerini çekin.
Yaz aylarında evinizin güneş alan penceresine beyaz perde takın ve gün boyu kapalı tutun.
Ağaç dikin. Her ağaç atmosferden önemli ölçüde sera gazı (CO2) emer.
Yakın mesafelere yürüyün. Uzun mesafeler için metro ve tramvayı tercih edin.
Tüketimi azaltın.
Aracınızı düşük hızda kullanın. "Para sizin olabilir ama dünya hepimizin."
Bunları en az beş kişiye anlatın.Kaynak: kuresel-isinma.org
Yaklaşan tehlikeye karşı " biz ne yapabiliriz?"
Devlet Olarak küresel ısınmaya karşı yapılabilecekler :
Öncelikle Türkiye'nin gerçekçi bir sera gazı değerlerini belirlemek
Hidrolik enerjiden en fazla yararlanmak.
Rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik etmek.
Boş arazileri ağaçlandırmak.
Orman yangınlarını kontrol etmek.
Termik santrallerde, iyi yakma metotlarını geliştirmek ve kaliteli yakıt kullanmak.
Isınma amaçlı yakıtları kontrol etmek.
Halkı bilinçlendirmek.
Tarım politikasını gözden geçirmek.
Turizm planlamasını yeniden yapmak.
Yerel Yönetimlerin küresel ısınmaya karşı yapabilecekleri :
İklim değişiminin etkilerini çocuklarımız ve onların çocukları daha çok yaşayacaklar. Bu nedenle, okullarda iklim değişimi konusunda eğitici programlar düzenlemek.
Enerji ve su tasarrufunu projelendirerek uygulamaya sokmak.
Yeni su kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları bulmak.
Sera gazlarını azaltacak önlemleri ve denetimleri artırmak.
Altyapı ve yerleşim planlamalarında iklim değişimi etkilerini göz önüne almak.
Büyük şehirlere göçü cazip halden çıkartmak, geri göçü özendirmek.
Birey Olarak küresel ısınmaya karşı yapabileceklerimiz :
Evde en çok kullanılan 5 ampülü en az enerji tüketen cinslerle değiştirmek. 2.5 milyon evde yapılan bu uygulama ile 1 yılda 800.000 aracın atmosfere verdiği sera gazına eşdeğer tasarruf yapmış oluyoruz. Aynı zamanda elektrik faturamız da düşük gelecektir.
Evlerdeki 2. televizyonları teke indirmeliyiz. Klimaların filtrelerini 3 ayda bir değiştirmeliyiz. Kirlenen filtreler hava akışını yavaşlatacağından cihaz daha fazla enerji harcayacaktır.
İşyerinize veya evinize alacağınız yeni ekipmanların mutlaka enerji tasarrufu fazla olanlarını tercih edin.
Su kullanımındaki savurganlık, hem enerji tüketimini, hem de su tüketimini artırmaktadır. Örneğin, diş temizliğinde ve traş olurken musluklar mutlaka kapatılmalıdır.
Tuvaletlerin sifonları, sızıntılara karşı gözden geçirilmelidir.
Ekili hobi bahçenizi mutlaka küçültün. Sulama gerektirmeyen alanları büyütün. Az sulama gerektiren bitkiler dikin.
Aracınızı hortumla değil de kova su ile yıkayın.
Evinizde ve işyerinizde, kullanmadığınız zamanlarda, TV, radyo, bilgisayar gibi elektronik cihazların fişlerini çekin.
Yaz aylarında evinizin güneş alan penceresine beyaz perde takın ve gün boyu kapalı tutun.
Ağaç dikin. Her ağaç atmosferden önemli ölçüde sera gazı (CO2) emer.
Yakın mesafelere yürüyün. Uzun mesafeler için metro ve tramvayı tercih edin.
Tüketimi azaltın.
Aracınızı düşük hızda kullanın. "Para sizin olabilir ama dünya hepimizin."
Bunları en az beş kişiye anlatın.Kaynak: kuresel-isinma.org
küresel ısınmanın sonuçları
Küresel ısınmanın sonuçları BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) çalışmaları sonucunda, küresel ısınmanın Avrupa'da, kutuplarda, küçük ada devletlerinde ve dünyanın başka bölgelerinde yol açabileceği sonuçlar belirlendi. Taslak halindeki rapor, 130'u aşkın ülke hükümetinin desteklediği ve 2000 dolayındaki bilim adamını ve hükümet temsilcisini kapsayan IPCC'nin yarın başlayacak toplantılarında ele alınacak ve nihai şekli, 6 Nisanda Brüksel'de açıklanacak.
-İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN AVRUPA'DA BEKLENEN ETKİLERİ-
-Nehir yatağı havzalarının, şiddetli ve tehlikeli akıntılara sahip kısımları yüzde 19'dan, 2070 yılında yüzde 34-36'ya çıkacak. -Batı Avrupa'da muhtemelen milyonlarca insan, sulak alanlarla iç içe yoksunluk içerisinde yaşayacak. -Küresel sıcaklık ortalamalarının hızla yükseleceği bir senaryonun gerçekleşmesi halinde 2080'lerde yılda fazladan 2,5 milyon kişi daha kıyı şeritlerindeki sellerden etkilenecek. -Çeşitli senaryolara göre 2070'lerde akarsu potansiyelleri Avrupa'nın Akdeniz kısmında yüzde 20-50 arasında düşerken, Kuzey ve Doğu Avrupa kısımlarında yüzde 15-30 arasında artacak. -Alp buzullarının küçük olanları ortadan kalkacak, büyükleri 2050 itibariyle yüzde 30-70 arasında eriyecek. -Akdeniz'e yönelik turizm yazın düşerken, ilkbahar ve sonbaharda artacak. -KUTUPLAR VE BAZI DİĞER BÖLGELER- -Kuzey kutbundaki deniz buzulları 2100'e kadar yüzde 22-33 arasında azalacak, Antarktika'da ise tamamen ortadan kalkabilecek. Deniz dışı alanlardaki buzullarda önemli incelme olacak ve bu, yeryüzündeki deniz seviyesini yükseltecek. -2100 yılına kadar deniz seviyesindeki yükselmenin 18-59 santimetre arasında olabileceği tahmin ediliyor. -Şu anda 500 bin kilometre kare olan Himalaya buzul alanı, 2030'da 100 bin kilometre kareye kadar gerileyebilecek. -Asya'da birçok ülkede açlık sorunu olacak. -Asya'da 2020 yılında su sıkıntısı çeken kişi sayısı 1,2 milyar kişiye kadar yükselebilecek. -Ada devletlerde genellikle kıyılara inşa edilen uluslararası havaalanları ve yollar su altında kalabilecek. Kaynak: kuresel-isinma.org
-İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN AVRUPA'DA BEKLENEN ETKİLERİ-
-Nehir yatağı havzalarının, şiddetli ve tehlikeli akıntılara sahip kısımları yüzde 19'dan, 2070 yılında yüzde 34-36'ya çıkacak. -Batı Avrupa'da muhtemelen milyonlarca insan, sulak alanlarla iç içe yoksunluk içerisinde yaşayacak. -Küresel sıcaklık ortalamalarının hızla yükseleceği bir senaryonun gerçekleşmesi halinde 2080'lerde yılda fazladan 2,5 milyon kişi daha kıyı şeritlerindeki sellerden etkilenecek. -Çeşitli senaryolara göre 2070'lerde akarsu potansiyelleri Avrupa'nın Akdeniz kısmında yüzde 20-50 arasında düşerken, Kuzey ve Doğu Avrupa kısımlarında yüzde 15-30 arasında artacak. -Alp buzullarının küçük olanları ortadan kalkacak, büyükleri 2050 itibariyle yüzde 30-70 arasında eriyecek. -Akdeniz'e yönelik turizm yazın düşerken, ilkbahar ve sonbaharda artacak. -KUTUPLAR VE BAZI DİĞER BÖLGELER- -Kuzey kutbundaki deniz buzulları 2100'e kadar yüzde 22-33 arasında azalacak, Antarktika'da ise tamamen ortadan kalkabilecek. Deniz dışı alanlardaki buzullarda önemli incelme olacak ve bu, yeryüzündeki deniz seviyesini yükseltecek. -2100 yılına kadar deniz seviyesindeki yükselmenin 18-59 santimetre arasında olabileceği tahmin ediliyor. -Şu anda 500 bin kilometre kare olan Himalaya buzul alanı, 2030'da 100 bin kilometre kareye kadar gerileyebilecek. -Asya'da birçok ülkede açlık sorunu olacak. -Asya'da 2020 yılında su sıkıntısı çeken kişi sayısı 1,2 milyar kişiye kadar yükselebilecek. -Ada devletlerde genellikle kıyılara inşa edilen uluslararası havaalanları ve yollar su altında kalabilecek. Kaynak: kuresel-isinma.org
Sera Etkisi Nedir
Kömür, doğalgaz ve fuel gibi fosil yakıtlar, yüksek basunç altında oluşmuş ve karbondioksit içeriği bakımından çok zengin organik maddelerdir. Bu yakıtların kullanımı sonucunda açığa çıkan CO2 gazı, atmosfere karışır.
Normalde karbon döngüsünün bir parçası olan bu olay, fosil yakıtların kullanımının artması ile atmosferdeki CO2 miktarının normalden yüksek seviyelere çıkmasına neden olur. Havanın başlıca iki bileşeni olan oksijen ve azot gazları, güneşin gözle görülebilen dalga boylu ışınlarını yansıtır ve morötesi ışımaların bir kısmını da absorblar (soğurur). Dünya yüzeyine ulaşabilen güneş ışınları, yeryüzü tarafından soğurularak ısıya dönüştürülür. Bu ısı, yeryüzündeki atomların titreşimine ve kızılötesi ışıma yapmalarına neden olur. Bu kızılötesi ışımalar, oksijen veya azot gazı tarafından soğurulmaz. Ancak havada bulunan CO2 ve CFC (kloroflorokarbon) gazları, kızılötesi ışımaların bir kısmını soğurarak, atmosferden dışarı çıkmalarını engeller. Bu soğurma olayı, atmosferin ısınmasına yol açar. Bunun sonucunda dünya, güneşin altına park edilmiş bir arabanın içi gibi ısınır. İşte bu etkiye, "sera etkisi" adı verilir. Sera etkisi dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığını değiştireceği için, uzun vadede iklimlerde değişiklikler, buzulların erimesi, mevsimlerin kayması ve tarım alanlarının verimsizleşmesi gibi çok ciddi sorunlara neden olabilir.Uzun dönemde, yeryüzünün, güneşten aldığı enerji kadar enerjiyi uzaya vermesi gerekir. Güneş enerjisi yeryüzüne kısa dalga boyu radyasyon olarak ulaşır. Gelen radyasyonun bir bölümü, yeryüzünün yüzeyi ve atmosfer tarafından geri yansıtılır. Ama bunun büyük bölümü, atmosferden geçerek yeryüzünü ısıtır. Yeryüzü bu enerjiden, uzun dalga boyu, kızılötesi radyasyonla kurtulur. Gezegenimizin yüzeyi tarafından yukarıya salınan kızılötesi radyasyonun büyük bölümü atmosferdeki su buharı, karbondioksit ve doğal olarak oluşan diğer “sera gazları” tarafından emilir. Bu gazlar enerjinin, yeryüzünden geldiği gibi doğrudan uzaya geçmesini engeller.Birbiriyle etkileşimli birçok süreç (radyasyon, hava akımları, buharlaşma, bulut oluşumu ve yağmur dahil) enerjiyi atmosferin daha üst tabakalarına taşır ve enerji oradan uzaya aktarılır. Bu daha yavaş ve dolaylı süreç bizim için bir şanstır; çünkü yeryüzünün yüzeyi enerjiyi uzaya hiç engelsiz gönderebilseydi, o zaman yeryüzü soğuk ve yaşamsız bir yer, Mars gibi çıplak ve ıssız bir gezegen olurdu.Atmosferdeki gazların gelen güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak adlandırılmaktadır. İlgili sayfalar; küresel ısınma küresel ısınma nedir Kaynak: kuresel-isinma.org
Normalde karbon döngüsünün bir parçası olan bu olay, fosil yakıtların kullanımının artması ile atmosferdeki CO2 miktarının normalden yüksek seviyelere çıkmasına neden olur. Havanın başlıca iki bileşeni olan oksijen ve azot gazları, güneşin gözle görülebilen dalga boylu ışınlarını yansıtır ve morötesi ışımaların bir kısmını da absorblar (soğurur). Dünya yüzeyine ulaşabilen güneş ışınları, yeryüzü tarafından soğurularak ısıya dönüştürülür. Bu ısı, yeryüzündeki atomların titreşimine ve kızılötesi ışıma yapmalarına neden olur. Bu kızılötesi ışımalar, oksijen veya azot gazı tarafından soğurulmaz. Ancak havada bulunan CO2 ve CFC (kloroflorokarbon) gazları, kızılötesi ışımaların bir kısmını soğurarak, atmosferden dışarı çıkmalarını engeller. Bu soğurma olayı, atmosferin ısınmasına yol açar. Bunun sonucunda dünya, güneşin altına park edilmiş bir arabanın içi gibi ısınır. İşte bu etkiye, "sera etkisi" adı verilir. Sera etkisi dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığını değiştireceği için, uzun vadede iklimlerde değişiklikler, buzulların erimesi, mevsimlerin kayması ve tarım alanlarının verimsizleşmesi gibi çok ciddi sorunlara neden olabilir.Uzun dönemde, yeryüzünün, güneşten aldığı enerji kadar enerjiyi uzaya vermesi gerekir. Güneş enerjisi yeryüzüne kısa dalga boyu radyasyon olarak ulaşır. Gelen radyasyonun bir bölümü, yeryüzünün yüzeyi ve atmosfer tarafından geri yansıtılır. Ama bunun büyük bölümü, atmosferden geçerek yeryüzünü ısıtır. Yeryüzü bu enerjiden, uzun dalga boyu, kızılötesi radyasyonla kurtulur. Gezegenimizin yüzeyi tarafından yukarıya salınan kızılötesi radyasyonun büyük bölümü atmosferdeki su buharı, karbondioksit ve doğal olarak oluşan diğer “sera gazları” tarafından emilir. Bu gazlar enerjinin, yeryüzünden geldiği gibi doğrudan uzaya geçmesini engeller.Birbiriyle etkileşimli birçok süreç (radyasyon, hava akımları, buharlaşma, bulut oluşumu ve yağmur dahil) enerjiyi atmosferin daha üst tabakalarına taşır ve enerji oradan uzaya aktarılır. Bu daha yavaş ve dolaylı süreç bizim için bir şanstır; çünkü yeryüzünün yüzeyi enerjiyi uzaya hiç engelsiz gönderebilseydi, o zaman yeryüzü soğuk ve yaşamsız bir yer, Mars gibi çıplak ve ıssız bir gezegen olurdu.Atmosferdeki gazların gelen güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak adlandırılmaktadır. İlgili sayfalar; küresel ısınma küresel ısınma nedir Kaynak: kuresel-isinma.org
Küresel ısınmanın Türkiyeye etkileri
2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek, Karadeniz Bölgesi dışında yağışlar iyice azalacak. Ekosistem değişince, birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü, küresel ısınmasının, Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkin bir senaryo hazırladı. Bu senaryoya göre, küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, 2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek. Ekosistem değişecek, canlı türleri yok olma tehlikesi yaşayacak.Prof.Dr. Nüzhet Dalfes, Türkiye’nin küresel ısınmayla mücadele karşısındaki tutumunu, “İlk defa bir yerde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bizden bilgi talep eder durumda oldu. Bu tabii bizi çok sevindirdi ama Türkiye bu açıdan geç kalmış bir ülke” sözleriyle eleştirdi.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın isteğiyle, “Türkiye için iklim değişikliği senaryoları” başlıklı bir rapor hazırladıklarını söyleyen Dalfes, şu ana kadar elde edilen verilerin, 2070 -2100 yılları arasını kapsadığını açıkladı.
Dalfes, çalışmayla en kötü durum için hazınlanmış bir projeksiyon yapıldığını dile getirerek, “Türkiye’yi hoş olmayan bir tablo bekliyor” dedi.
Eldeki verilere göre küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, yaz aylarında Türkiye’nin batısında sıcaklıklar 5 ila 6 derece, Orta ve Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise 3 ila 4 derece yükselecek.
Kış aylarında da sıcaklıklar 2 ila 3 derece yükselecek.
Senaryoya göre, 2070 yılında Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar yüzde 10 ila 20’lik artış gösterecek, güneyde ise yüzde 30’a kadar azalacak.
Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, iklim değişikliklerinin farklı şekillerde hissedileceğini, önümüzdeki on yıllarda iklimin değişikliğinin daha fazla hissedileceğini vurgulayarak şöyle diyor:
“Kar yağdığı kışlar da olacak, daha az kar yağdığı kışlar da olacak. Türkiye’nin ekosistemlerinde ciddi sorunlar olacak ki bu ekosistemler de bir ülkeyi bir coğrafyayı ayakta tutan şeyler... Böceğiyle, merasıyla, kurduyla, hayvanıyla canlılar etkilenecek, bir sürü canlı yok olacak...”
Dalfes, küresel ısınmayla mücadele konusunda, öncelikle, sera gazlarının yayılımının azaltılması gerektiğini vurguluyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmaların önümüzdeki yıl tamamlanması planlanıyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın isteğiyle, “Türkiye için iklim değişikliği senaryoları” başlıklı bir rapor hazırladıklarını söyleyen Dalfes, şu ana kadar elde edilen verilerin, 2070 -2100 yılları arasını kapsadığını açıkladı.
Dalfes, çalışmayla en kötü durum için hazınlanmış bir projeksiyon yapıldığını dile getirerek, “Türkiye’yi hoş olmayan bir tablo bekliyor” dedi.
Eldeki verilere göre küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, yaz aylarında Türkiye’nin batısında sıcaklıklar 5 ila 6 derece, Orta ve Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise 3 ila 4 derece yükselecek.
Kış aylarında da sıcaklıklar 2 ila 3 derece yükselecek.
Senaryoya göre, 2070 yılında Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar yüzde 10 ila 20’lik artış gösterecek, güneyde ise yüzde 30’a kadar azalacak.
Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, iklim değişikliklerinin farklı şekillerde hissedileceğini, önümüzdeki on yıllarda iklimin değişikliğinin daha fazla hissedileceğini vurgulayarak şöyle diyor:
“Kar yağdığı kışlar da olacak, daha az kar yağdığı kışlar da olacak. Türkiye’nin ekosistemlerinde ciddi sorunlar olacak ki bu ekosistemler de bir ülkeyi bir coğrafyayı ayakta tutan şeyler... Böceğiyle, merasıyla, kurduyla, hayvanıyla canlılar etkilenecek, bir sürü canlı yok olacak...”
Dalfes, küresel ısınmayla mücadele konusunda, öncelikle, sera gazlarının yayılımının azaltılması gerektiğini vurguluyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmaların önümüzdeki yıl tamamlanması planlanıyor.
Küresel Isınmanın Etkileri
Küresel ısınma en büyük etkisini 21. yüzyılda gösterecek.Dünyanın her yerinde küresel ısınmanın etkileri üzerine görüşmeler yapılıyor.Yıkıcı etkilerinin nasıl yavaşlatılabileceği konusunda araştırmalar yapılıyor. Küresel ısınmayla birlikte deniz seviyeleri yükselecek.10 yıl kadar sonra geri dönüş mümkün olmayabilir.
Sera etkisiyle de gezegenimiz günden güne yok oluyor.Gezegenimizin çevresini saran bir kalkan var.Bu kalkan Nitrojen ve Oksijenden oluşuyor.Bu kalkan CO2 ( Karbondioksit) ve CH4 ( metan gazı) sebebiyle zarar görüyor.
Leeds Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Thomas tarafından Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda “küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin dörtte birini ya da 1 milyondan fazlasını yok edecek” denmektedir. Otomobiller ve fabrikaların gaz yayılımında en büyük etkenler olduğunu vurgulayan Thomas, yayılan gazların, 21. yüzyılın son yıllarına doğru ortalama sıcaklıkları tarihte görülmemiş düzeylere yükselteceğini belirtmekte. Ve eğer bir çözüm üretilmezse, türlerin kitlesel tükenişlerinin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekmekte.
Yerkürede 1992 verilerine göre 12,5 milyon tür yaşamaktadır. Bu türlerin insan marifetiyle yok olma hızları doğal yok olma hızlarının 100 ila 1000 katı olarak tahmin edilmektedir, bu eğilim devam ederse 50 ilâ 100 yıl içerisinde mevcut türlerin %10-50’sinin yok olacağı hesaplanmaktadır. Bugün doğadaki kuş türlerinin yaklaşık %15’i –ki bu 1000 türe karşılık geliyor– tükenme tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Doğadaki besin zincirinin bir kez kırılması inanılmaz sonuçlara yol açacağından canlı türlerinin bazılarının ortadan kalkması, diğer canlı türlerini de doğrudan etkileyecektir.
Dünya besin üretimi giderek sınırlı sayıda bitki türü ve çeşidine bağımlı hale gelmektedir. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketilmiştir; %18’i aşırı tüketildiği için yok olmaktadır, %10’u ise aşırı tüketildiği için verimliliğini yitirmiştir. Okyanuslarda birikmiş olan karbon miktarları yüzünden okyanusların asitliği artmıştır. Bu, balıkların yaşamını doğrudan etkileyecek bir durumdur. Hepsi birer karbon emme makinesi olan mercanların yavaş yavaş ortadan kalktığı görülüyor. Böyle bir durum doğadaki karbon zincirinin kırılmasına ve buna bağlı olarak karbondioksit emisyon miktarlarının inanılmaz boyutlarda artmasına sebep olabilir.
Yapılan araştırmalara göre, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyıl boyunca 0,6 ºC kadar artmış, son kırk yıldır atmosferin 8 kilometrelik alt kısmında sıcaklıklar yükselmiş, kar örtüsü ve buzlanma ise %10 civarında azalmıştır.
Bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre, 11 bin 700 yıl önce Afrika’yı etkisi altına alan hava dalgasıyla oluşan Kilimanjaro buzulu erimeye başladı. Science dergisinde yayımlanan araştırmada, “uydu verilerine bakılırsa, 2020 yılında Kilimanjaro’nun beyaz şapkası yok olacak” deniliyor. Yok olacağından söz edilen Kilimanjaro’nun tepesinde bulunan buz tabakası, şu anda bile susuzluk çeken Tanzanya’nın nehirlerini besleyen ana kaynak. 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse yarısının su kıtlığıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Kaynak: kuresel-isinma.org
Sera etkisiyle de gezegenimiz günden güne yok oluyor.Gezegenimizin çevresini saran bir kalkan var.Bu kalkan Nitrojen ve Oksijenden oluşuyor.Bu kalkan CO2 ( Karbondioksit) ve CH4 ( metan gazı) sebebiyle zarar görüyor.
Leeds Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Thomas tarafından Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda “küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin dörtte birini ya da 1 milyondan fazlasını yok edecek” denmektedir. Otomobiller ve fabrikaların gaz yayılımında en büyük etkenler olduğunu vurgulayan Thomas, yayılan gazların, 21. yüzyılın son yıllarına doğru ortalama sıcaklıkları tarihte görülmemiş düzeylere yükselteceğini belirtmekte. Ve eğer bir çözüm üretilmezse, türlerin kitlesel tükenişlerinin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekmekte.
Yerkürede 1992 verilerine göre 12,5 milyon tür yaşamaktadır. Bu türlerin insan marifetiyle yok olma hızları doğal yok olma hızlarının 100 ila 1000 katı olarak tahmin edilmektedir, bu eğilim devam ederse 50 ilâ 100 yıl içerisinde mevcut türlerin %10-50’sinin yok olacağı hesaplanmaktadır. Bugün doğadaki kuş türlerinin yaklaşık %15’i –ki bu 1000 türe karşılık geliyor– tükenme tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Doğadaki besin zincirinin bir kez kırılması inanılmaz sonuçlara yol açacağından canlı türlerinin bazılarının ortadan kalkması, diğer canlı türlerini de doğrudan etkileyecektir.
Dünya besin üretimi giderek sınırlı sayıda bitki türü ve çeşidine bağımlı hale gelmektedir. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketilmiştir; %18’i aşırı tüketildiği için yok olmaktadır, %10’u ise aşırı tüketildiği için verimliliğini yitirmiştir. Okyanuslarda birikmiş olan karbon miktarları yüzünden okyanusların asitliği artmıştır. Bu, balıkların yaşamını doğrudan etkileyecek bir durumdur. Hepsi birer karbon emme makinesi olan mercanların yavaş yavaş ortadan kalktığı görülüyor. Böyle bir durum doğadaki karbon zincirinin kırılmasına ve buna bağlı olarak karbondioksit emisyon miktarlarının inanılmaz boyutlarda artmasına sebep olabilir.
Yapılan araştırmalara göre, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyıl boyunca 0,6 ºC kadar artmış, son kırk yıldır atmosferin 8 kilometrelik alt kısmında sıcaklıklar yükselmiş, kar örtüsü ve buzlanma ise %10 civarında azalmıştır.
Bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre, 11 bin 700 yıl önce Afrika’yı etkisi altına alan hava dalgasıyla oluşan Kilimanjaro buzulu erimeye başladı. Science dergisinde yayımlanan araştırmada, “uydu verilerine bakılırsa, 2020 yılında Kilimanjaro’nun beyaz şapkası yok olacak” deniliyor. Yok olacağından söz edilen Kilimanjaro’nun tepesinde bulunan buz tabakası, şu anda bile susuzluk çeken Tanzanya’nın nehirlerini besleyen ana kaynak. 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse yarısının su kıtlığıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Kaynak: kuresel-isinma.org
Neler yapabiliriz?
Pek çok ülke, çevreye son derece zararlı olmasına karşın, özellikle kömür gibi fosil yakıtları kullanmaktadır.Kyoto protokolü sera gazı emisyonlarını azaltmaları için OECD ülkelerine çağrıda bulunmaktadır. Kyoto'da 2008-12 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin %5.4 altına çekilmesi hedeflenmiştir. ürünleri seçin.WF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını WF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ediyor. Kampanya kapsamında, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yerine su, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kullanılması teşvik ediliyor.
Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır.
Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır.
Biz neler yapabiliriz?
Enerji dostu ampuller kullanılmalı.
Televizyonlar bekleme konumunda bırakılmamalı.
Doğru ışıklandırma kullanılmalı.
Klima yerine vantilatör kullanılmalı.
Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı.
Eşyalar, radyatörleri kapatmayacak şekilde yerleştirilmeli.
Su kaynaklarının kıtlığı da bir başka önemli sorun. Ancak, alınabilecek önlemler de yok değil.
Diş fırçalama, bulaşık yıkama, traş esnasında musluk açık bırakılmamalı.
Daha az su tüketen yeni teknoloji klozetler kullanılmalı.
Klozetlere asılan temizleme maddeleri kullanılmamalı.
Çamaşır suyu tüketimi en aza indirilmeli.
Akan tesisatlar onarılmalı.
Hortumla sulama ve yıkama yapılmamalı.
Suyu, kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanılmalı.
Çevre örgütleri, tüketicileri ulaşım sektörü konusunda da uyarıyor.
Bu sektör, yenilenemeyen enerji kaynaklarının baş tüketicisi ve sektörde kullanılan gazların emisyonları, hava kirliliğine, iklim değişikliklerine neden oluyor.
Toplu taşıma araçları tercih edilmeli.
Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine, yürümeli.
Kurşunsuz benzin tüketen araçlar tercih edilmeli.
Aracın taşıma kapasitesi aşılmamalı.
Uzun duraklamalarda aracın kontağı kapatılmalı.
Çevre örgütleri, tüketicilere geri dönüşümü bir yaşam tarzı olarak benimsemelerini, alışveriş sırasında aşırı tüketimden kaçmalarını öğütlüyor.
Tüketicilerin özenli davranması gereken en önemli konuların başındaysa ambalaj tüketimi geliyor. Zira plastik ambalajların doğada kaybolma süresi bin yılı buluyor.
Tüketiciler, uzun ömürlü ürünlere yönelmeli.
Geri dönüştürülemeyen ambalajlarda satılan ürünler alınmamalı.
Başta PVC olmak üzere, plastik ambalajlardan kaçınmalı.
Şişe ve kavanoz gibi cam ürünler tercih edilmeli.
Plastik poşet ve yiyecek kapları gibi ürünler yeniden kullanılmalı.
Alışverişlerde plastik poşet kullanılmamalı.
Cam malzemeler, organik çöplerle birlikte atılmamalı.
Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelen bilgisayarların yarattığı kirlilik de azımsanacak gibi değil.
Elektrik tüketimi daha düşük modeller alınmalı.
Yazıcıdan kağıt çıktısı alınması asgariye indirilmeli.
Bilgisayarlar bekleme konumunda bırakılmamalı.
Kullanılmayan bilgisayarlar atılmamalı.
Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır.
Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır.
Biz neler yapabiliriz?
Enerji dostu ampuller kullanılmalı.
Televizyonlar bekleme konumunda bırakılmamalı.
Doğru ışıklandırma kullanılmalı.
Klima yerine vantilatör kullanılmalı.
Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı.
Eşyalar, radyatörleri kapatmayacak şekilde yerleştirilmeli.
Su kaynaklarının kıtlığı da bir başka önemli sorun. Ancak, alınabilecek önlemler de yok değil.
Diş fırçalama, bulaşık yıkama, traş esnasında musluk açık bırakılmamalı.
Daha az su tüketen yeni teknoloji klozetler kullanılmalı.
Klozetlere asılan temizleme maddeleri kullanılmamalı.
Çamaşır suyu tüketimi en aza indirilmeli.
Akan tesisatlar onarılmalı.
Hortumla sulama ve yıkama yapılmamalı.
Suyu, kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanılmalı.
Çevre örgütleri, tüketicileri ulaşım sektörü konusunda da uyarıyor.
Bu sektör, yenilenemeyen enerji kaynaklarının baş tüketicisi ve sektörde kullanılan gazların emisyonları, hava kirliliğine, iklim değişikliklerine neden oluyor.
Toplu taşıma araçları tercih edilmeli.
Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine, yürümeli.
Kurşunsuz benzin tüketen araçlar tercih edilmeli.
Aracın taşıma kapasitesi aşılmamalı.
Uzun duraklamalarda aracın kontağı kapatılmalı.
Çevre örgütleri, tüketicilere geri dönüşümü bir yaşam tarzı olarak benimsemelerini, alışveriş sırasında aşırı tüketimden kaçmalarını öğütlüyor.
Tüketicilerin özenli davranması gereken en önemli konuların başındaysa ambalaj tüketimi geliyor. Zira plastik ambalajların doğada kaybolma süresi bin yılı buluyor.
Tüketiciler, uzun ömürlü ürünlere yönelmeli.
Geri dönüştürülemeyen ambalajlarda satılan ürünler alınmamalı.
Başta PVC olmak üzere, plastik ambalajlardan kaçınmalı.
Şişe ve kavanoz gibi cam ürünler tercih edilmeli.
Plastik poşet ve yiyecek kapları gibi ürünler yeniden kullanılmalı.
Alışverişlerde plastik poşet kullanılmamalı.
Cam malzemeler, organik çöplerle birlikte atılmamalı.
Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelen bilgisayarların yarattığı kirlilik de azımsanacak gibi değil.
Elektrik tüketimi daha düşük modeller alınmalı.
Yazıcıdan kağıt çıktısı alınması asgariye indirilmeli.
Bilgisayarlar bekleme konumunda bırakılmamalı.
Kullanılmayan bilgisayarlar atılmamalı.
Çevre Kirliliği

Çevre kirliliği veya kirlenmesi şu şekilde tanımlanmaktadır: Bütün canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen, cansız çevre öğeleri üzerinde yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin; hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışması olayıdır. Veya “Çevre kirliliği, ekosistemlerde doğal dengeyi bozan ve insanlardan kaynaklanan ekolojik zararlardır.”
Çevre Kirliliğinin Nedenleri
Çeşitli kaynaklardan çıkan katı, sıvı ve gaz halindeki kirletici maddelerin hava, su ve
toprakta yüksek oranda birikmesi ile çevre kirliliği meydana gelmektedir. Başlıca kirleticiler
şunlardır
Başlıca kirlilik çeşitleri ise şunlardır: Hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, gürültü
kirliliği ve radyoaktif kirlilik. Bunlar hakkında özet bilgiler aşağıda verilmiştir.
Hava Kirliliği
Atmosferde toz, duman, gaz, koku ve saf olmayan su buharı şeklinde bulunabilecek
kirleticilerin, insanlar ve diğer canlılar ile eşyaya zarar verebilecek miktarlara yükselmesi,
“Hava Kirliliği” olarak nitelenmektedir. Havayı kirleten maddelerin sınır değerleri (havada
zararlı olmayacak derecedeki en yüksek değerleri), her ülkenin ilgili kuruluşları tarafından
yönetmeliklerle belirlenir.
Kirletici maddelerin niteliğine göre, canlılara vereceği zarar şekil ve dereceleri de
değişir.
Hava kirliliğine karşı alınabilecek önlemler, kirlilik kaynağına göre (fabrika, termik
santral, konutlar, taşıt araçları) çok çeşitlidir.
Bu önlemler başta eğitim alınmak üzere teknik, hukuksal önlemler olmak üzere başlıca
3 grupta toplanabilir.
Su Kirliliği
Su kirliliği, istenmeyen zararlı maddelerin, suyun niteliğini ölçülebilecek oranda
bozmalarını sağlayacak miktar ve yoğunlukta suya karışma olayıdır.
Konutlar, endüstri kuruluşları, termik santraller, gübreler, kimyasal mücadele ilaçları,
tarımsal sanayi atık suları, nükleer santrallerden çıkan sıcak sular ve toprak erozyonu gibi
süreçler ve maddeler su kirliliğini meydana getiren başlıca kaynaklardır. Bunların hepsi
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak canlı ve cansız varlıklara zarar vermektedir.
Suların kirlenmesine karşı alınabilecek önlemler iki grupta toplanabilir:
(1) Su kullanımında tasarruf sağlayacak önlemler (ev idaresi, tarımsal sulama,
sanayide su kullanımı vb.).
(2) Suları temizleyen teknik önlemler.
Birinci gruba giren önlemler, atık kirli su miktarını azaltmayı öngörmektedir. Teknik
önlemler ise, suyun kirlenmesini ve kirlenmiş suların arıtılmasını sağlarlar.
Toprak Kirliliği
“Toprağın verim gücünü düşürecek, optimum toprak özelliklerini bozacak her türlü
teknik ve ekolojik baskılar ve olaylar”, toprak kirliliği veya toprak kirlenmesi olarak nitelenir.
Toprak kirlenmesi, hava ve suları kirleten maddeler tarafından meydana getirilir.
Örneğin, kükürtdioksit oranı yüksek olan bir atmosfer tabakasından geçen yağmur
damlacıkları “asit yağışları” halinde toprağa gelir. Toprak içine giren bu asitli sular ağaç
köklerini, bitkisel ve hayvansal toprak canlılarını zarara uğratır. Toprağın reaksiyonunu
etkileyerek besin maddesi dengesini bozar, taban sularını içilmez hale getirir. Aynı şekilde
çöp yığınlarından toprağa sızan sular, kirli sulama suları, gübre çözeltileri, radyoaktif
maddeler, uçucu küller, toprağı kirleten madde ve kaynaklardır.
Toprak kirliliğini önlemek için çok çeşitli teknik, ekolojik ve hukuksal önlemler alınır.
Bu konuda daha geniş bilgi edinmek için, bakınız Çepel (1997, s.1 – 112).
Radyoaktif Kirlenme
Nükleer enerji santralleri, nükleer silâh üreten fabrikalar , radyoaktif madde artıkları
radyoaktif kirlenme yaratan başlıca kaynaklardır. Radyoaktif maddeler yaymış oldukları
elektronla hava, su, toprak ve bitkilere zarar verir. Radyoaktif maddeye sahip (radyasyonlu)
hayvansal ürünler (et, balık, süt, vb.) ve bitkiler, bu zararlı maddeyi besin zinciri ile insanlara
ve diğer canlılara taşır. Bunun sonucunda bağışıklık mekanizmasını felce uğratmak, organları
zedelemek gibi tedavisi olanak dışı olan hastalıklar meydana getirirler.
Gürültü Kirliliği
“Gürültü Kirliliği” denince, “insanlarda sağlık bakımından geçici bir zaman için
veya sürekli olarak zarar meydana getiren sesler” anlaşılır.
Gürültü kirliliği yaratan başlıca kaynaklar şunlardır: ulaşım araçları, sanayi
kuruluşları, sosyal donatım, eğlence araçları.
Gürültü insanların sinir sistemlerinden, kan dolaşım sistemlerine ve kas gerilimlerine
kadar çok çeşitli zararlar meydana getirir.
Gürültü zararlarına karşı teknik ve biyolojik önlemler alınabilir. Bunlar tamamen özel
konular olduğundan ayrıntıya girilmeyecektir.
Buraya kadar, çeşitli çevre kirliliği olayları özet olarak açıklanmaya çalışılmıştır.
Genel anlamda çevre kirliliğine karşı alınabilecek önlemler çok çeşitli olup, bunların en
önemlileri bir çizelge halinde verilmiştir
Çevre Kirliliğine Karşı Alınabilecek Önlemler.
Prof. Dr. Necmettin ÇEPEL
Celal ERGÜN
Küresel Isınmanın Nedenleri
Isınmanın nedeni %90 insan.Birleşmiş Milletler iklim konferansı bugün, iklim değişikliği konusundaki dördüncü değerlendirme raporunu açıkladı.Raporda, dünya ısısının 2100 yılına dek 1,8 ile 4 derece arasında yükseleceği kaydedildi. Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın başkanı Achim Steiner'in, uzun zamandır beklenen raporunda, küresel ısınmanın, yüzde doksandan da yüksek bir olasılıkla, insan faaliyetleri yüzünden meydana geldiği sonucuna varıldı.Steiner, bu bulguların, artık, son 50 yılda artan sıcaklıklara neyin yol açtığı konusundaki tartışmalara bir nokta koyması gerektiğini söyledi.
2001 yılında hazırlanan son BM raporunda insan sorumluluğu yüzde 70'ler civarında saptanmıştı.
Beş dakika karanlık' eylemi
Raporun açıklanması öncesinde küresel ısınmayla mücadele kampanyası yürüten Fransız grupların öncülüğünde dünya çapında beş dakikalık bir elektrikleri kapama eylemi yapıldı.
Eyfel Kulesi beş dakika karanlıktaydı
TSİ ile 20.55-21.00 arasındaki eylemde, 20 bin ampülle aydınlatılan Eyfel Kulesi karanlığa gömüldü.
Fransa'da ülke çapında yapılan eylem ardından elektrik şirketi, bu süre içinde 800 megawatt'lık bir düşüş kaydettiğini bunun da normal tüketimin yüzde 1'i olduğunu belirtti.
Eyleme bazı Avrupa başkentleri de sembolik destek verdi.
Roma'da en önemli iki tarihi anıt olan Kolezyum ve Capitol'ü, Madrid'de Puerta de Alcala kemerini aydınlatan ışıkları kapatıldı.
Atina'da, pek çok devlet binasının ışıkları söndürüldü.
Fakat, eyleme karşı çıkan bazı uzmanlar, beş dakika içinde açılıp kapanacak elektriklerin, sürekli yananlardan daha fazla enerji tüketeceğini ve santrallere aşırı yük getirerek sorunlar yaratabileceğini söylüyorlar.
Raporda ne var?
Çağımızın en büyük tehditlerinden biri olarak görülen iklim değişiminde "bilimin" vardığı noktayı özetleyen BM raporu, hükümetlerin politikalarını belirlerken temel alabileceği bir belge oluşturmayı amaçlıyor.
Paris'te yapılan toplantılarda en çok tartışılan konulardan biri, denizlerin düzeyinde ne kadar yükselme beklendiğiydi.
BM İklim Değişikliği Paneli'nin 2001'deki son raporunda denizlerin düzeyinin bu yüzyılın sonuna dek 140 santim yükseleceği tahmin edilmişti. Son derece kaygı verici bir rakamdı bu.
Yeni rapordaysa "Denizler 18 ile 59 santim arasında yükselecek" deniyor. Antarktika ve Grönland'daki buzulların erimesiyle oluşacak yükselmenin de gözardı edilmemesi gerektiği vurgulanıyor.
Grönland, her 40 saatte bir, 40 kilometreküp buz kaybediyor. Bu, gelişmiş bir ülkedeki 3-4 milyon nüfuslu bir kentin, örneğin Los Angeles'ın bir yıllık su kullanımına eşit.
2001 yılında hazırlanan son BM raporunda insan sorumluluğu yüzde 70'ler civarında saptanmıştı.
Beş dakika karanlık' eylemi
Raporun açıklanması öncesinde küresel ısınmayla mücadele kampanyası yürüten Fransız grupların öncülüğünde dünya çapında beş dakikalık bir elektrikleri kapama eylemi yapıldı.
Eyfel Kulesi beş dakika karanlıktaydı
TSİ ile 20.55-21.00 arasındaki eylemde, 20 bin ampülle aydınlatılan Eyfel Kulesi karanlığa gömüldü.
Fransa'da ülke çapında yapılan eylem ardından elektrik şirketi, bu süre içinde 800 megawatt'lık bir düşüş kaydettiğini bunun da normal tüketimin yüzde 1'i olduğunu belirtti.
Eyleme bazı Avrupa başkentleri de sembolik destek verdi.
Roma'da en önemli iki tarihi anıt olan Kolezyum ve Capitol'ü, Madrid'de Puerta de Alcala kemerini aydınlatan ışıkları kapatıldı.
Atina'da, pek çok devlet binasının ışıkları söndürüldü.
Fakat, eyleme karşı çıkan bazı uzmanlar, beş dakika içinde açılıp kapanacak elektriklerin, sürekli yananlardan daha fazla enerji tüketeceğini ve santrallere aşırı yük getirerek sorunlar yaratabileceğini söylüyorlar.
Raporda ne var?
Çağımızın en büyük tehditlerinden biri olarak görülen iklim değişiminde "bilimin" vardığı noktayı özetleyen BM raporu, hükümetlerin politikalarını belirlerken temel alabileceği bir belge oluşturmayı amaçlıyor.
Paris'te yapılan toplantılarda en çok tartışılan konulardan biri, denizlerin düzeyinde ne kadar yükselme beklendiğiydi.
BM İklim Değişikliği Paneli'nin 2001'deki son raporunda denizlerin düzeyinin bu yüzyılın sonuna dek 140 santim yükseleceği tahmin edilmişti. Son derece kaygı verici bir rakamdı bu.
Yeni rapordaysa "Denizler 18 ile 59 santim arasında yükselecek" deniyor. Antarktika ve Grönland'daki buzulların erimesiyle oluşacak yükselmenin de gözardı edilmemesi gerektiği vurgulanıyor.
Grönland, her 40 saatte bir, 40 kilometreküp buz kaybediyor. Bu, gelişmiş bir ülkedeki 3-4 milyon nüfuslu bir kentin, örneğin Los Angeles'ın bir yıllık su kullanımına eşit.
Küresel Isınma Nedir Küresel Isınmanın Sebepleri Nelerdir?
İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor.
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilimadamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilimadamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde farkedilebilir etkileri olduğu görüşünde.
Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.
Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var.
Peki bu sıcaklık artışı yani küresel ısınma nelere yol açıyor, hayatımızı nasıl etkiliyor?
Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor.
Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor.Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı.
Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.
İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.
Küresel ısınma insan sağlını da doğrudan etkiliyor
Bilimadamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilimadamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilimadamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde farkedilebilir etkileri olduğu görüşünde.
Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.
Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var.
Peki bu sıcaklık artışı yani küresel ısınma nelere yol açıyor, hayatımızı nasıl etkiliyor?
Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor.
Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor.Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı.
Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.
İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.
Küresel ısınma insan sağlını da doğrudan etkiliyor
Bilimadamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde
Dna Araştırmacısı Amerikalı Craig Venter, Laboratuvarda Bulunan Kimyasal Malzemelerden Sentetik Bir Kromozom Ürettiklerini ve Dünyanın İlk Yapay Yaşam
Dna Araştırmacısı Amerikalı Craig Venter, Laboratuvarda Bulunan Kimyasal Malzemelerden Sentetik Bir Kromozom Ürettiklerini ve Dünyanın İlk Yapay Yaşam Biçimini Açıklamaya Hazırlandıklarını Bildirdi.
İnsanın gen haritasının çıkarılması yarışının tartışmalı DNA araştırmacısı Amerikalı Craig Venter, laboratuvarda bulunan kimyasal malzemelerden sentetik bir kromozom ürettiklerini ve dünyanın ilk yapay yaşam biçimini açıklamaya hazırlandıklarını bildirdi.
İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre, Amerikalı araştırmacı, tasarım ürünü genlerin geliştirilmesinde büyük bir adım olarak kabul edilecek ilk yapay yaşam biçimini pazartesi günü ABD'nin San Diego kentinde düzenlenecek bilimsel toplantıda kamuoyuna açıklayacak.
Yeni türlerin yaratılmasında etik kurallar ve yeni enerji kaynakları veya küresel ısınma ile mücadelede yeni teknikler sağlaması konusunda tartışma yaratması beklenen buluşu anlatan Venter, "Bu kendi türümüzün tarihinde çok önemli felsefi bir adım. Genetik şifrelerimizi okumaktan bunu yazmaya doğru gidiyoruz. Bu bize varsayımsal olarak daha önce hiç düşünülmeyen şeyleri bile yapabilme olanağı sağlayacak" diye konuştu.
Kaynak: (Anadolu Ajansı) http://www.haberler.com/bilimadamlari-yapay-yasam-elde-etti-haberi/
İnsanın gen haritasının çıkarılması yarışının tartışmalı DNA araştırmacısı Amerikalı Craig Venter, laboratuvarda bulunan kimyasal malzemelerden sentetik bir kromozom ürettiklerini ve dünyanın ilk yapay yaşam biçimini açıklamaya hazırlandıklarını bildirdi.
İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre, Amerikalı araştırmacı, tasarım ürünü genlerin geliştirilmesinde büyük bir adım olarak kabul edilecek ilk yapay yaşam biçimini pazartesi günü ABD'nin San Diego kentinde düzenlenecek bilimsel toplantıda kamuoyuna açıklayacak.
Yeni türlerin yaratılmasında etik kurallar ve yeni enerji kaynakları veya küresel ısınma ile mücadelede yeni teknikler sağlaması konusunda tartışma yaratması beklenen buluşu anlatan Venter, "Bu kendi türümüzün tarihinde çok önemli felsefi bir adım. Genetik şifrelerimizi okumaktan bunu yazmaya doğru gidiyoruz. Bu bize varsayımsal olarak daha önce hiç düşünülmeyen şeyleri bile yapabilme olanağı sağlayacak" diye konuştu.
Kaynak: (Anadolu Ajansı) http://www.haberler.com/bilimadamlari-yapay-yasam-elde-etti-haberi/
19 Ekim 2007 Cuma
Kirlilik=sis tabakası=küresel ısınma
Kirlilik=sis tabakası=küresel ısınma 02.08.2007 Ntvmsnbc
Hint Okyanusu üzerinde kirliliğin yol açtığı sis tabakası Güney Asya’da küresel ısınmayı artırıyor.
PARİS - Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, San Diego Üniversitesi Okyanusbilim Enstitüsünden araştırmacılar, her kış Hint Okyanusu üzerinde oluşan ve kentsel, endüstriyel veya tarımsal kirliliklerden kaynaklanan mikroskobik taneciklerden meydana gelen dev ‘kara örtüyü’ incelemek amacıyla pilotsuz uçan üç minyatür uçak kullandı.
Sis tabakasında değişik irtifalarda 18 gözlem ve ölçüm görevi yapan bu uçaklardan elde edilen verileri dijital modellerle inceleyen araştırmacılar, sis tabakasının, atmosferde güneşten kaynaklanan ısınmayı yaklaşık yüzde 50 oranında artırdığı, bu kara örtü içindeki is taneciklerinin güneş ışığını emme eğilimi bulunduğu sonucuna vardılar.
Bu haberi arkadaşına gönder:
Gönderen Ad Soyad :
Alıcı E-Posta Adresi :
Hint Okyanusu üzerinde kirliliğin yol açtığı sis tabakası Güney Asya’da küresel ısınmayı artırıyor.
PARİS - Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, San Diego Üniversitesi Okyanusbilim Enstitüsünden araştırmacılar, her kış Hint Okyanusu üzerinde oluşan ve kentsel, endüstriyel veya tarımsal kirliliklerden kaynaklanan mikroskobik taneciklerden meydana gelen dev ‘kara örtüyü’ incelemek amacıyla pilotsuz uçan üç minyatür uçak kullandı.
Sis tabakasında değişik irtifalarda 18 gözlem ve ölçüm görevi yapan bu uçaklardan elde edilen verileri dijital modellerle inceleyen araştırmacılar, sis tabakasının, atmosferde güneşten kaynaklanan ısınmayı yaklaşık yüzde 50 oranında artırdığı, bu kara örtü içindeki is taneciklerinin güneş ışığını emme eğilimi bulunduğu sonucuna vardılar.
Bu haberi arkadaşına gönder:
Gönderen Ad Soyad :
Alıcı E-Posta Adresi :
36 Ülke, gıda krizinin eşiğinde
36 Ülke, gıda krizinin eşiğinde 05.10.2007 Dw-World.deBirleşmiş Milletler tarafından yayımlanan rapora göre, iklim değişikliği, ayrıca un stoklarının azalması ve talebin artması nedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuluyor.
CENEVRE : Dünya genelinde un fiyatının rekor düzeye ulaşması nedeniyle 36 ülkede “gıda krizinin” yaşanmakta olduğu bildirildi.
Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan rapora göre, iklim değişikliği, ayrıca un stoklarının azalması ve talebin artması hedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuluyor.
Un stoklarının son 25 yılın en düşük düzeyine ulaşması, özellikle Afrika’daki 21 yoksul ülkeyi tehdit ediyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
CENEVRE : Dünya genelinde un fiyatının rekor düzeye ulaşması nedeniyle 36 ülkede “gıda krizinin” yaşanmakta olduğu bildirildi.
Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan rapora göre, iklim değişikliği, ayrıca un stoklarının azalması ve talebin artması hedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuluyor.
Un stoklarının son 25 yılın en düşük düzeyine ulaşması, özellikle Afrika’daki 21 yoksul ülkeyi tehdit ediyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Su tasarrufu için seferberlik
Su tasarrufu için seferberlik 07.10.2007 SabahÇevre ve Orman Bakanlığı 'SUDEST' (Su yatırımlarını destekleme ve su tasarrufu projesi) için kolları sıvadı.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bugünlerde hükümetin 2 yıl önce uygulamaya koyduğu ve başarılı olduğu Köydes (Köylerin Alt Yapısını Destekleme), Beldes (Belediyelerin Altyapısını Destekleme) projesi gibi devletin su yatırımları için kaynak ayırmasına dayanan ve su seferberliğini de içeren bir proje için hazırlık yapmaya başladı. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun, projeyle ilgili olarak bürokratlarıyla yaptığı toplantıda, "Tarımsal sulamada kullanılan suyun depolanması ve bunun için maddi kaynak ayrılması lazım. Finansal sorunları da çözmek için yatırım bütçesinden belli bir payın tıpkı Köydes, Beldes projeleri gibi Sudest projesi için ayrılması gerekiyor" dediği öğrenildi. Düzenlenen toplantılar sonucunda yapılacak çalışmalar şöyle belirlendi: DAMLA SULAMA ÖZENDİRELECEKTarım ve sanayide suya ihtiyacı en aza indirecek teknolojiler desteklenecek. Doğru sulama teknikleri ve uzun ömürlü, su tasarrufu sağlayan, bitkinin su alımını kolaylaştıran yeni teknoloji, yani damla sulama özendirilecek. Finansal problemleri çözmek için de ilk olarak devletin yatırım bütçesinden belli bir payın su yatırımları için ayrılması sağlanacak. Köydes, Beldes projesine benzer Sudest yatırım projesi başlatılacak. ÖZEL SEKTÖR SULAYACAKSulamada özel sektörün önü açılacak. Sulama yatırımları özel sektör eliyle hızlandırılacak. Kimsenin mülkü olmayan kamunun yararı ve kullanımına bırakılmış genel suların satışı yani mülkiyetinin devri söz konusu olmayacak. Kullanım ya da işletme hakkının belli bir bir süre için devri söz konusu olacak. Çevre ve Orman Bakanlığı, ikinci adım olarak hızla bitirilmesi istenen projelerin hızlandırılması için hidroelektrikte olduğu gibi yap-işlet-devret projelerine öncelik verecek. ATIK SULARIN GERİ KAZANIMI SAĞLANACAKAtık suların geri kazanımı konusundaki çalışmaları ağırlık verilmesi sağlanacak. Bu yöndeki Avrupa Birliği desteklerinin önü açılacak. Herkesin su kullanıma özen göstermesi için ulusal düzeyde bir seferberlik başlatılacak. Toplumsal duyarlılık arttırılarak tasarrufa önem verilmesi için bakanlıklar ve sivil toplum örgütleriyle koordineli çalışılacak. DERS PROGRAMLARINA GİRECEKSu tasarrufu ve kuraklık konusu ders programlarına girecek. Öğrenciler, evde ve okulda su tasarrufu yapmanın yollarını öğrenecekler. Önümüzdeki öğretim yılının ders programlarına su tasarrufuyla ilgili dersler verilmesi için çalışmalar yapılacak. (ANKA)
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bugünlerde hükümetin 2 yıl önce uygulamaya koyduğu ve başarılı olduğu Köydes (Köylerin Alt Yapısını Destekleme), Beldes (Belediyelerin Altyapısını Destekleme) projesi gibi devletin su yatırımları için kaynak ayırmasına dayanan ve su seferberliğini de içeren bir proje için hazırlık yapmaya başladı. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun, projeyle ilgili olarak bürokratlarıyla yaptığı toplantıda, "Tarımsal sulamada kullanılan suyun depolanması ve bunun için maddi kaynak ayrılması lazım. Finansal sorunları da çözmek için yatırım bütçesinden belli bir payın tıpkı Köydes, Beldes projeleri gibi Sudest projesi için ayrılması gerekiyor" dediği öğrenildi. Düzenlenen toplantılar sonucunda yapılacak çalışmalar şöyle belirlendi: DAMLA SULAMA ÖZENDİRELECEKTarım ve sanayide suya ihtiyacı en aza indirecek teknolojiler desteklenecek. Doğru sulama teknikleri ve uzun ömürlü, su tasarrufu sağlayan, bitkinin su alımını kolaylaştıran yeni teknoloji, yani damla sulama özendirilecek. Finansal problemleri çözmek için de ilk olarak devletin yatırım bütçesinden belli bir payın su yatırımları için ayrılması sağlanacak. Köydes, Beldes projesine benzer Sudest yatırım projesi başlatılacak. ÖZEL SEKTÖR SULAYACAKSulamada özel sektörün önü açılacak. Sulama yatırımları özel sektör eliyle hızlandırılacak. Kimsenin mülkü olmayan kamunun yararı ve kullanımına bırakılmış genel suların satışı yani mülkiyetinin devri söz konusu olmayacak. Kullanım ya da işletme hakkının belli bir bir süre için devri söz konusu olacak. Çevre ve Orman Bakanlığı, ikinci adım olarak hızla bitirilmesi istenen projelerin hızlandırılması için hidroelektrikte olduğu gibi yap-işlet-devret projelerine öncelik verecek. ATIK SULARIN GERİ KAZANIMI SAĞLANACAKAtık suların geri kazanımı konusundaki çalışmaları ağırlık verilmesi sağlanacak. Bu yöndeki Avrupa Birliği desteklerinin önü açılacak. Herkesin su kullanıma özen göstermesi için ulusal düzeyde bir seferberlik başlatılacak. Toplumsal duyarlılık arttırılarak tasarrufa önem verilmesi için bakanlıklar ve sivil toplum örgütleriyle koordineli çalışılacak. DERS PROGRAMLARINA GİRECEKSu tasarrufu ve kuraklık konusu ders programlarına girecek. Öğrenciler, evde ve okulda su tasarrufu yapmanın yollarını öğrenecekler. Önümüzdeki öğretim yılının ders programlarına su tasarrufuyla ilgili dersler verilmesi için çalışmalar yapılacak. (ANKA)
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Çin'in yeşil yaylaları da çöle dönüyor
Çin'in yeşil yaylaları da çöle dönüyor 08.10.2007 SabahÇin'in İç Moğolistan'daki yüksek steplerinde bulunan ve bir zamanlar boyları 30-40 cm.'ye ulaşan çimenler yerlerini küresel ısınma ve kuraklık sonucu çöl kumlarına bırakmaya başladı. ..
Küresel ısınma sonucu çok az yağmur yağan bölgede koyunlarını otlatmaya çalışan çiftçiler, "Geçmişte otlar ve çimenler benim dizimi geçerdi." diyor. Çobanlar, yaklaşık 6 senedir bölgeye yağmur yağmadığını, çimenlik bölgelerin çok azaldığını kaydediyor. Yetkililer, Çin'deki çöl alanlarının 1994 yılında ülke genelinin yüzde 17,6'sını oluştururken, günümüzde çölleşen bölgelerinin büyüklüğünün yüzde 27,5 oranına ulaştığını açıkladı. Xinjiang, İç Moğolistan, Tibet, Qinghai ve Gansu bölgelerinin kumlar tarafından yutulmaya başlandığını dile getiren yetkililer, İlkbaharda toz fırtınalarının kumları sadece Pekin'e değil Kore'ye, Japonya'ya hatta ABD'ye ulaştırdığını bildirdi. Kum fırtınalarının sadece yeşil alanları tahrip etmediğini vurgulayan doktorlar, göz hastalıklarında giderek ciddi bir artışın gözlemlendiğini belirtti. Özellikle son 2 yılın çok kurak geçtiğinin altını çizen bölge sakinleri, çölleşmenin giderek arttığını, hayvanları için yeterli ot bulamadıklarını ifade ederek, "Beklediğimiz yağmur bir türlü gelmiyor." diye konuşuyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Küresel ısınma sonucu çok az yağmur yağan bölgede koyunlarını otlatmaya çalışan çiftçiler, "Geçmişte otlar ve çimenler benim dizimi geçerdi." diyor. Çobanlar, yaklaşık 6 senedir bölgeye yağmur yağmadığını, çimenlik bölgelerin çok azaldığını kaydediyor. Yetkililer, Çin'deki çöl alanlarının 1994 yılında ülke genelinin yüzde 17,6'sını oluştururken, günümüzde çölleşen bölgelerinin büyüklüğünün yüzde 27,5 oranına ulaştığını açıkladı. Xinjiang, İç Moğolistan, Tibet, Qinghai ve Gansu bölgelerinin kumlar tarafından yutulmaya başlandığını dile getiren yetkililer, İlkbaharda toz fırtınalarının kumları sadece Pekin'e değil Kore'ye, Japonya'ya hatta ABD'ye ulaştırdığını bildirdi. Kum fırtınalarının sadece yeşil alanları tahrip etmediğini vurgulayan doktorlar, göz hastalıklarında giderek ciddi bir artışın gözlemlendiğini belirtti. Özellikle son 2 yılın çok kurak geçtiğinin altını çizen bölge sakinleri, çölleşmenin giderek arttığını, hayvanları için yeterli ot bulamadıklarını ifade ederek, "Beklediğimiz yağmur bir türlü gelmiyor." diye konuşuyor.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Nükleer santral için geri sayım başlıyor
Nükleer santral için geri sayım başlıyor 09.10.2007 RadikalGeçen dönem Sezer'in vetosuyla karşılaşan Nükleer Enerji Yasası, yarın bir kez daha Meclis'te. Hükümet, nükleer santral için kararlı, çevreciler tepkili: Nükleer enerjiyi bütün dünya terk ediyor, biz niye kuruyoruz?
İSTANBUL - Türkiye, Çernobil kâbusunu hâlâ Karadeniz'deki kanserden ölümlerle birlikte anarken, hükümet, nükleer santral kurma yolunda kararlılıkla ilerliyor. Nükleer Enerji Yasası 17 Ocak 2007'de çıkmış, ancak eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vetosuyla karşılaşmıştı. Sezer'in, santralı kuracak şirketin yapısı, denetimi, söküm masrafı gibi alanlarda Anayasa'ya aykırılıklar olduğu gerekçesiyle üç maddesini veto ettiği yasa, yarın bazı değişikliklerle TBMM Sanayi ve Enerji Komisyonu'nda yeniden görüşülecek. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, nükleer santralın 'enerjide dışa bağımlılığını azaltılması için şart olduğunu ve mutlaka yapılacağını' söylemişti. Nükleer yasaya başından beri karşı olan çevrecilerin görüşü ise değişmedi: "Nükleer santrala ihtiyacımız yok, yasa hiçbir riski yok edemiyor."
Giysileri bile nükleer atık Türkiye Yeşillerinden Dr. Ümit Şahin: Kanunun bazı maddelerine değil, tümüne karşıyız. Nükleer santralların atık sorunu çözümlenmiş değil, kaza riski ortadan kalkmadı, radyoaktiviteden kaynaklanan problemleri çözülmedi. Kanunda bu sorunlara, güvenlik sorununa ilişkin öneri yok. Sadece nükleer santral kurulması için kolaylıklar var. Nükleer atıklar doğada yüzyıllarca yok olmayan radyoaktif maddeler. Santalda kullanılan her şeye, çeşitli düzeylerde radyoaktif madde bulaşıyor. Hatta çalışanların kıyafetlerine bile. Zararsız hale getirilemiyorlar. Bunların insanlara temas etmeyecek şekilde depolanması gerekiyor. Başka ülkelerde de bertarafı söz konusu değil. Eskiden okyanuslara dökülmüştü. Şu anda derin madenlere gömmek, uzaya göndermek, geçirgen olmayan kaya yataklarına depolamak gibi düşünceler var ama sadece proje bazında. Hiçbir ülkede nükleer atık deposu yok. Nükleer santralların tüm atıkları santralların içinde. Kaza riskinin sıfıra inmesi mümkün değil. Her yıl santrallarda kazalar, sızıntılar oluyor. Japonya'da çalışmalar kazalardan dolayı durduruldu. Bir de kazalar hakkında açıklandığı kadarıyla bilgiye sahip oluyoruz. Türkiye'de böyle bir durum, daha da tehlikeli olur. Dünyada güvenlik standartları artıyor. Bu, maliyeti yükseltiyor. Yeni kurulmakta olan santrallardan biri Finlandiya'da. Ve bir türlü bitirilemiyor. Çünkü güvenlik şartları artıyor. Nükleer santral maliyeti 5 milyar dolara ulaştı. Türkiye'de de serbest piyasa bunu yapamayacağı için devlet güvencesiyle yaptırılmaya çalışılıyor. Ayrıca bu yasaya ek madde konularak termik santral yapımı özendirildi. Çünkü 25 termik santral projesi onay bekliyor. Yasayla bütün uyarılara karşın termik santralın da önü açılıyor. İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı ve Nükleer Santrallara Karşı Platform Başkanı Tahir Çiçekçi: Cumhurbaşkanı değişti. Bazı partilerin de desteğiyle nükleer santral yasası için artık bir engel kalmadı. Türkiye'nin şunu sorması gerekir: Mevcut sanrallar, yeterince kullanılabiliyor mu? Yenilenebilir enerji potansiyelini kullanabiliyor muyuz? Hayır. Yatırımlar öncelikli olarak temiz enerji kaynaklarına yapılmalı. Nükleer santrallara kesinlikle ihtiyaç yok. Nükleer santrallar konusunda kaza, radyoaktif riski hâlâ söz konusu. Riskin azaltılması için birçok çalışma yapıldı ancak başarılı olunmadı. 1990'lardan bu yana kayıtlı 110 kaza var. Çernobil'in etkisini hâlâ yaşıyoruz. Türkiye Çevre Platformları Genel Koordinatörü Tanay Sıdkı Uyar: Dünyada terk edilmiş bir teknolojinin, terk edilme nedenleri göz ardı edilerek, nükleer santrallarda diretiliyor. Atık tesislerine para yetmeme meselesi 15-20 yıldır biliniyor. Ödenek yetmeyince bunu devlet karşılayacak. Ülkelerin atıklarını Türkiye'de depolamaya yönelik enerji üretmeyecek, kurulmasının parasını ve üretilmeyen enerjinin parasını vatandaşlara ödetecek bir yasa. Bu yasanın çıkmasında vekiller kadar, ses çıkarmayan meslek odaları da sorumludur. Tüm dünyanın su, rüzgâr, güneş gibi alternatif enerji kaynaklarına yöneldiği ve nükleer enerji gibi son derece riskli ve pahalı bir teknolojiyi terk ettiği bir süreçte nükleer enerji yasası toplum yararına ve siyasi etik ilkelerine aykırı. Greenpeace Basın Sözcüsü Yeşim Aslan: Nükleer enerji, eski, pahalı ve geri kalmış bir teknoloji. Güvenli değil. Biz nükleer enerjiye ayrılan kaynağın daha temiz güvenli olan yenilenebilir enerji için kullanılması gerektiğini savunuyoruz. Bu gelişmeler nükleer lobinin etkisiyle oluyor. 2000 yılı Birleşmiş Milletler iklim görüşmelerinde dünya nükleer enerjiyi, kirli, tehlikeli ve yararsız olarak tanımladı.
Batı yeni reaktör siparişi vermiyor Nükleer enerjinin bugün dünyadaki yeri ve alternatifleri ne? Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı anlattı: "ABD'de 30, Avrupa ülkelerindeyse 20 yıldır yeni nükleer reaktör siparişi verilmedi. Sadece Finlandiya 2005'te Avrupa basınçlı reaktörü siparişi verdi. Dört yılda bitecekti ancak güvenlik şartları nedeniyle yapımı gecikti. 2009'a yetişmeyecek. Finlandiya örneğinden sonra Avrupa, nükleere kuşkuyla bakmaya başladı. Batı'da yeni nükleer reaktör siparişi olmuyor, bu nedenle nükleerciler Asya ülkelerinde yayılmaya çalışıyor. Dünyada nükleerin yerine 'yenilenebilir enerjiler' kullanımı tercih ediliyor. Yani güneş, rüzgâr, biyokütle, jeotermal gibi kaynağı tükenmeyen enerjiler. Almanya, 2020'ye kadar nükleer enerjiyi devre dışı bıraktı. İspanya, yeni nükleer santral yapmayacağını, olanları kapatacağını açıklamıştı. Şu an dünyada 400 nükleer reaktör var. Bir santralın dört reaktörü olabiliyor. Bu nedenle santral sayısı değil, reaktör sayısı söyleniyor."
Bedelsiz arazi
Nükleer enerji yasa tasarısına göre kamu şirketleri de santral yapabilecek. Kurulacak şirkete özel sektör şirketleri ortak olabilecekler.
Şirket Türkiye Atom Enerjisi Kurumu standartlarına uyan firmalar arasından bir yarışmayla seçilecek.
Atıklar ve söküm için iki fon oluşturulacak. Bu fonlara ödemeler mergiden muaf. Söküme devlet katkı yapabilecek. Yatırımcılara santral arazisi bedelsiz tahsis edilecek.
2014 yılına kadar faaliyete geçecek 1000 MW'nin üzerindeki yerli kömür kullanan santrallara 15 yıl boyunca alım garantisi var.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
İSTANBUL - Türkiye, Çernobil kâbusunu hâlâ Karadeniz'deki kanserden ölümlerle birlikte anarken, hükümet, nükleer santral kurma yolunda kararlılıkla ilerliyor. Nükleer Enerji Yasası 17 Ocak 2007'de çıkmış, ancak eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vetosuyla karşılaşmıştı. Sezer'in, santralı kuracak şirketin yapısı, denetimi, söküm masrafı gibi alanlarda Anayasa'ya aykırılıklar olduğu gerekçesiyle üç maddesini veto ettiği yasa, yarın bazı değişikliklerle TBMM Sanayi ve Enerji Komisyonu'nda yeniden görüşülecek. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, nükleer santralın 'enerjide dışa bağımlılığını azaltılması için şart olduğunu ve mutlaka yapılacağını' söylemişti. Nükleer yasaya başından beri karşı olan çevrecilerin görüşü ise değişmedi: "Nükleer santrala ihtiyacımız yok, yasa hiçbir riski yok edemiyor."
Giysileri bile nükleer atık Türkiye Yeşillerinden Dr. Ümit Şahin: Kanunun bazı maddelerine değil, tümüne karşıyız. Nükleer santralların atık sorunu çözümlenmiş değil, kaza riski ortadan kalkmadı, radyoaktiviteden kaynaklanan problemleri çözülmedi. Kanunda bu sorunlara, güvenlik sorununa ilişkin öneri yok. Sadece nükleer santral kurulması için kolaylıklar var. Nükleer atıklar doğada yüzyıllarca yok olmayan radyoaktif maddeler. Santalda kullanılan her şeye, çeşitli düzeylerde radyoaktif madde bulaşıyor. Hatta çalışanların kıyafetlerine bile. Zararsız hale getirilemiyorlar. Bunların insanlara temas etmeyecek şekilde depolanması gerekiyor. Başka ülkelerde de bertarafı söz konusu değil. Eskiden okyanuslara dökülmüştü. Şu anda derin madenlere gömmek, uzaya göndermek, geçirgen olmayan kaya yataklarına depolamak gibi düşünceler var ama sadece proje bazında. Hiçbir ülkede nükleer atık deposu yok. Nükleer santralların tüm atıkları santralların içinde. Kaza riskinin sıfıra inmesi mümkün değil. Her yıl santrallarda kazalar, sızıntılar oluyor. Japonya'da çalışmalar kazalardan dolayı durduruldu. Bir de kazalar hakkında açıklandığı kadarıyla bilgiye sahip oluyoruz. Türkiye'de böyle bir durum, daha da tehlikeli olur. Dünyada güvenlik standartları artıyor. Bu, maliyeti yükseltiyor. Yeni kurulmakta olan santrallardan biri Finlandiya'da. Ve bir türlü bitirilemiyor. Çünkü güvenlik şartları artıyor. Nükleer santral maliyeti 5 milyar dolara ulaştı. Türkiye'de de serbest piyasa bunu yapamayacağı için devlet güvencesiyle yaptırılmaya çalışılıyor. Ayrıca bu yasaya ek madde konularak termik santral yapımı özendirildi. Çünkü 25 termik santral projesi onay bekliyor. Yasayla bütün uyarılara karşın termik santralın da önü açılıyor. İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı ve Nükleer Santrallara Karşı Platform Başkanı Tahir Çiçekçi: Cumhurbaşkanı değişti. Bazı partilerin de desteğiyle nükleer santral yasası için artık bir engel kalmadı. Türkiye'nin şunu sorması gerekir: Mevcut sanrallar, yeterince kullanılabiliyor mu? Yenilenebilir enerji potansiyelini kullanabiliyor muyuz? Hayır. Yatırımlar öncelikli olarak temiz enerji kaynaklarına yapılmalı. Nükleer santrallara kesinlikle ihtiyaç yok. Nükleer santrallar konusunda kaza, radyoaktif riski hâlâ söz konusu. Riskin azaltılması için birçok çalışma yapıldı ancak başarılı olunmadı. 1990'lardan bu yana kayıtlı 110 kaza var. Çernobil'in etkisini hâlâ yaşıyoruz. Türkiye Çevre Platformları Genel Koordinatörü Tanay Sıdkı Uyar: Dünyada terk edilmiş bir teknolojinin, terk edilme nedenleri göz ardı edilerek, nükleer santrallarda diretiliyor. Atık tesislerine para yetmeme meselesi 15-20 yıldır biliniyor. Ödenek yetmeyince bunu devlet karşılayacak. Ülkelerin atıklarını Türkiye'de depolamaya yönelik enerji üretmeyecek, kurulmasının parasını ve üretilmeyen enerjinin parasını vatandaşlara ödetecek bir yasa. Bu yasanın çıkmasında vekiller kadar, ses çıkarmayan meslek odaları da sorumludur. Tüm dünyanın su, rüzgâr, güneş gibi alternatif enerji kaynaklarına yöneldiği ve nükleer enerji gibi son derece riskli ve pahalı bir teknolojiyi terk ettiği bir süreçte nükleer enerji yasası toplum yararına ve siyasi etik ilkelerine aykırı. Greenpeace Basın Sözcüsü Yeşim Aslan: Nükleer enerji, eski, pahalı ve geri kalmış bir teknoloji. Güvenli değil. Biz nükleer enerjiye ayrılan kaynağın daha temiz güvenli olan yenilenebilir enerji için kullanılması gerektiğini savunuyoruz. Bu gelişmeler nükleer lobinin etkisiyle oluyor. 2000 yılı Birleşmiş Milletler iklim görüşmelerinde dünya nükleer enerjiyi, kirli, tehlikeli ve yararsız olarak tanımladı.
Batı yeni reaktör siparişi vermiyor Nükleer enerjinin bugün dünyadaki yeri ve alternatifleri ne? Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı anlattı: "ABD'de 30, Avrupa ülkelerindeyse 20 yıldır yeni nükleer reaktör siparişi verilmedi. Sadece Finlandiya 2005'te Avrupa basınçlı reaktörü siparişi verdi. Dört yılda bitecekti ancak güvenlik şartları nedeniyle yapımı gecikti. 2009'a yetişmeyecek. Finlandiya örneğinden sonra Avrupa, nükleere kuşkuyla bakmaya başladı. Batı'da yeni nükleer reaktör siparişi olmuyor, bu nedenle nükleerciler Asya ülkelerinde yayılmaya çalışıyor. Dünyada nükleerin yerine 'yenilenebilir enerjiler' kullanımı tercih ediliyor. Yani güneş, rüzgâr, biyokütle, jeotermal gibi kaynağı tükenmeyen enerjiler. Almanya, 2020'ye kadar nükleer enerjiyi devre dışı bıraktı. İspanya, yeni nükleer santral yapmayacağını, olanları kapatacağını açıklamıştı. Şu an dünyada 400 nükleer reaktör var. Bir santralın dört reaktörü olabiliyor. Bu nedenle santral sayısı değil, reaktör sayısı söyleniyor."
Bedelsiz arazi
Nükleer enerji yasa tasarısına göre kamu şirketleri de santral yapabilecek. Kurulacak şirkete özel sektör şirketleri ortak olabilecekler.
Şirket Türkiye Atom Enerjisi Kurumu standartlarına uyan firmalar arasından bir yarışmayla seçilecek.
Atıklar ve söküm için iki fon oluşturulacak. Bu fonlara ödemeler mergiden muaf. Söküme devlet katkı yapabilecek. Yatırımcılara santral arazisi bedelsiz tahsis edilecek.
2014 yılına kadar faaliyete geçecek 1000 MW'nin üzerindeki yerli kömür kullanan santrallara 15 yıl boyunca alım garantisi var.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Bursa'nın kaç günlük suyu kaldı: 9 mu, 120 mi?
Bursa'nın kaç günlük suyu kaldı: 9 mu, 120 mi? 10.10.2007 MilliyetBURSA Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İşleri (BUSKİ) Genel Müdürlüğü'nün resmi internet sitesinde kentin içme suyu ihtiyacını karşılayan Doğancı Barajı'nda kesinti uygulanmaması halinde 9 günlük su kaldığı belirtilirken,Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'li Hikmet Şahin, yeraltı kaynaklarıyla birlikte kentin 120 günlük suyu bulunduğunu kaydetti.
Bursa'nın günlük su tüketiminin 265 bin metreküp olduğu, bunun halen 170 bininin Doğancı Barajı'ndan, 80 bininin mevcut kuyulardan, 15 bininin ise pınar kaynaklarından karşılandığı açıklandı. Bursa'nın içme suyunun yüzde 80'inin karşılandığı Doğancı Barajı'ndaki minimum su kotu altındaki hacimden su alınabilmesi için seyyar pompa istasyonu kurulduğunu belirten yetkililer, kentin su ihtiyacının yarısını karşılayacak olan su kuyularının 10 gün içinde mevcut şebekeye dahil edileceğini belirtti.
Tarihi Belediye binasında yapılan meclis toplantısının ardından basın mensuplarının susuzlukla ilgili sorularını yanıtlayan Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, hiç yağmur yağmadığı takdirde bile yeraltı kaynakları ve Doğancı Barajı'ndaki 7 milyon metreküplük minimum seviyedeki kapasitenin kontrollü dağıtımı ile Bursa'nın 4 aylık suyunun bulunduğunu ifade etti. Bu arada yeraltı kaynaklarından alınan suların 4 ayrı merkezde kontrol edildikten sonra şebekeye verildiği bildirildi.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Bursa'nın günlük su tüketiminin 265 bin metreküp olduğu, bunun halen 170 bininin Doğancı Barajı'ndan, 80 bininin mevcut kuyulardan, 15 bininin ise pınar kaynaklarından karşılandığı açıklandı. Bursa'nın içme suyunun yüzde 80'inin karşılandığı Doğancı Barajı'ndaki minimum su kotu altındaki hacimden su alınabilmesi için seyyar pompa istasyonu kurulduğunu belirten yetkililer, kentin su ihtiyacının yarısını karşılayacak olan su kuyularının 10 gün içinde mevcut şebekeye dahil edileceğini belirtti.
Tarihi Belediye binasında yapılan meclis toplantısının ardından basın mensuplarının susuzlukla ilgili sorularını yanıtlayan Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, hiç yağmur yağmadığı takdirde bile yeraltı kaynakları ve Doğancı Barajı'ndaki 7 milyon metreküplük minimum seviyedeki kapasitenin kontrollü dağıtımı ile Bursa'nın 4 aylık suyunun bulunduğunu ifade etti. Bu arada yeraltı kaynaklarından alınan suların 4 ayrı merkezde kontrol edildikten sonra şebekeye verildiği bildirildi.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Hava kirliliği, Avrupa'da ömrü bir yıl kısaltıyor
Hava kirliliği, Avrupa'da ömrü bir yıl kısaltıyor 10.10.2007 MilliyetBelgrad’da bu akşam yayınlanan AB Çevre Kurumunun raporunda, Avrupa’nın, ömrü kısaltan, çocukların gelişmesini tehdit eden kirliliğe karşı ciddi tedbirler alması gerektiği vurgulandı.
Hava kirliliğinin, Avrupa’da ortalama ömrü bir yıl kısalttığı bildirildi.
Belgrad’da bu akşam yayınlanan AB Çevre Kurumunun raporunda, Avrupa’nın, ömrü kısaltan, çocukların gelişmesini tehdit eden kirliliğe karşı ciddi tedbirler alması gerektiği vurgulandı.
Raporda, başta azot oksit olmak üzere, parçacık ve ozon seviyesinin batı ve orta Avrupa ülkelerinde ortalama ömrün bir yıl kısalmasına yol açtığı kaydedildi, ancak rakam zikredilmedi. 440 sayfalık rapor, BM gözetiminde 56 ülkenin katılımıyla düzenlenen konferans çerçevesinde yayınlandı.
Rapora göre, 2000 yılından bu yana doğu Avrupa, Kafkaslar ve orta Asya’da atmosferi kirleten gazlar yüzde 10 arttı. Son 15 yıl içinde de doğu Avrupa, Kafkasya, orta Asya ve güneydoğu Avrupa’da su ve sağlık tesislerinin kalitesi düştü.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Hava kirliliğinin, Avrupa’da ortalama ömrü bir yıl kısalttığı bildirildi.
Belgrad’da bu akşam yayınlanan AB Çevre Kurumunun raporunda, Avrupa’nın, ömrü kısaltan, çocukların gelişmesini tehdit eden kirliliğe karşı ciddi tedbirler alması gerektiği vurgulandı.
Raporda, başta azot oksit olmak üzere, parçacık ve ozon seviyesinin batı ve orta Avrupa ülkelerinde ortalama ömrün bir yıl kısalmasına yol açtığı kaydedildi, ancak rakam zikredilmedi. 440 sayfalık rapor, BM gözetiminde 56 ülkenin katılımıyla düzenlenen konferans çerçevesinde yayınlandı.
Rapora göre, 2000 yılından bu yana doğu Avrupa, Kafkaslar ve orta Asya’da atmosferi kirleten gazlar yüzde 10 arttı. Son 15 yıl içinde de doğu Avrupa, Kafkasya, orta Asya ve güneydoğu Avrupa’da su ve sağlık tesislerinin kalitesi düştü.
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Dünya Toksikoloji Kongresi'nin ardından
Dünya Toksikoloji Kongresi'nin ardından 10.08.2007 Cumhuriyet / Bilim TeknikDünya Toksikoloji Kongresi'nin on üçüncüsü Kanada'da yapıldı. Endüstrileşmenin kimyasallar yoluyla insan sağlığı ve çevre üzerinde yarattığı olumsuz etkilerini ortadan kaldırmada toksikoloji biliminin rolü, kongre teması olarak seçilmişti.Günümüzde kimyasal madde kullanımı hızla artmaktadır. Prof. Dr. Bensu Karahalil , Türk Toksikoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
1939 yılında 1 milyon ton olan dünya kimyasal madde üretimi bugün 400 milyon tona ulaşmıştır. Otuz bini çok sık olmak üzere 100 000 kimyasal; ilaç, tarım ilacı, kozmetik, gıda katkısı, ev kimyasalı ve endüstri kimyasalı olarak kullanılmaktadır. Bu kimyasalların insan sağlığı ve çevre üzerindeki zararlı etkileri konusundaki bilgiler 50 yıl öncesine kadar son derece sınırlı idi.
Bu sınırlı bilgiye rağmen 1940'lardan sonra kimyasalların kullanımındaki hızlı artış başta akut ve kronik zehirlenmeler, kanser ve sakat doğumlar olmak üzere bazıları epidemi boyutunda çok sayıda trajik olaya yol açmıştır. Toksikoloji bilimi, toplum sağlığı ve çevreyi tehdit eden kimyasalların bu etkilerini ortadan kaldırmak veya mümkün olduğunca azaltmak için uğraşı veren bilimsel bir disiplin konumundadır.
Ancak toksikoloji biliminin hızla gelişmesine karşın kimyasallar halen insan sağlığı ve çevre için tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Tek bir örnekle konuyu açıklamak gerekirse; bugün en etkin kontrol edilen kimyasal madde grubu olan ilaçların doktor reçetelerine uygun olarak kullanım dozunda yol açtığı advers (toksisite) etkilerden dolayı yalnız ABD'de yılda 106 000 kişi ölmektedir (Lazarou J, et.al. JAMA 1998;279:1200-5).
Bu rakam dikkate alındığında dahi, kimyasalların daha güvenli kullanılabilmesi için toksikologların önünde çok geniş bir araştırma ve çalışma alanı olduğu görülmektedir. Son yıllarda moleküler biyoloji, biyoinformatik, toksikogenomik ve farmakogenomik gibi alanlardaki gelişmelerden yararlanan toksikoloji, daha güvenli kimyasallara ulaşmada önemli adımlar atmıştır.
Kongrede, insan sağlığı ve çevreyi tehdit eden toksikolojik etkenler, oluşturdukları hasarlar, bu hasarlardan korunmak için geliştirilen stratejiler ve teknolojiler 35 sempozyum konu başlığı altında sunulan 165 çağrılı tebliğ, 5 konferans ve 1105 poster tebliği ile tartışıldı. Kongredeki sunumlar hakkında ayrıntılı bilgiye "www.ict2007.org" web adresinden ulaşılabilir.
Toksikoji kaynaklı sorunlar yönünden gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında büyük farklar söz konusudur. Örneğin Bangladeş'te içme suyunda arsenik kontaminasyonun yol açtığı kanser ve deri lezyonları milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir epidemi boyutunda iken, gelişmiş ülkelerde kontrol altında tutulan bu nedenle de azalan önemde bir konu niteliğindedir.
Yine Hepatit C prevelansı yüksek olan Çin gibi ülkelerde gıdalardaki aflatoksin kirlenmesinin yaratacağı karaciğer kanseri riski gelişmiş ülkelere göre onlarca kat daha fazladır. Toksikoloji bilimindeki en son bilimsel ve teknolojik gelişmelerin izlenmesinin yanı sıra tebliğ sunanların dünyanın dört bir köşesinden, 78 farklı ülkeden oluşu, toksikoloji konusunda dünyanın tam bir fotoğrafının çekilmesi yönünden de kongreyi önemli bir konuma getirdi.
Yetmiş sekiz ülkeden 1800 katılımcı ile gerçekleşen kongreye Türkiye'den de 16 araştırmacı katıldı. Türk katılımcılar için kongrenin bir diğer önemli yanı da başkanlığı 2004 yılından beri hocamız Prof. Dr. Ali Esat Karakaya tarafından yürütülen Uluslararası Toksikoloji Birliği'nin (IUTOX) bir organizasyonu olan bu kongrenin her aşamasında hocamızın etkinliğinin gözlenmesi idi. Kongre, Kanada Bilimsel Araştırma Kurumu (NRC) Başkanı Dr. Pierre Coulombe ve Prof. Karakaya 'nın konuşmaları ile açıldı. Prof. Karakaya, toksikolojinin ve bu bilimin en büyük örgütü olan IUTOX'un önemini vurguladığı konuşmasında birliğin Dünyada gerçekleştirdiği faaliyetleri açıkladı. 52 ulusal ve bölgesel dernek ve 24. 500 üyeden oluşan bu birliğin bir üyesi de 180 üyeli Türk Toksikoloji Derneği'dir. Türk Toksikoloji Derneği'nden, Prof. Dr. Mümtaz İşcan 'da Montreal'de yapılan IUTOX Genel Kurulu'nda IUTOX Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.
1939 yılında 1 milyon ton olan dünya kimyasal madde üretimi bugün 400 milyon tona ulaşmıştır. Otuz bini çok sık olmak üzere 100 000 kimyasal; ilaç, tarım ilacı, kozmetik, gıda katkısı, ev kimyasalı ve endüstri kimyasalı olarak kullanılmaktadır. Bu kimyasalların insan sağlığı ve çevre üzerindeki zararlı etkileri konusundaki bilgiler 50 yıl öncesine kadar son derece sınırlı idi.
Bu sınırlı bilgiye rağmen 1940'lardan sonra kimyasalların kullanımındaki hızlı artış başta akut ve kronik zehirlenmeler, kanser ve sakat doğumlar olmak üzere bazıları epidemi boyutunda çok sayıda trajik olaya yol açmıştır. Toksikoloji bilimi, toplum sağlığı ve çevreyi tehdit eden kimyasalların bu etkilerini ortadan kaldırmak veya mümkün olduğunca azaltmak için uğraşı veren bilimsel bir disiplin konumundadır.
Ancak toksikoloji biliminin hızla gelişmesine karşın kimyasallar halen insan sağlığı ve çevre için tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Tek bir örnekle konuyu açıklamak gerekirse; bugün en etkin kontrol edilen kimyasal madde grubu olan ilaçların doktor reçetelerine uygun olarak kullanım dozunda yol açtığı advers (toksisite) etkilerden dolayı yalnız ABD'de yılda 106 000 kişi ölmektedir (Lazarou J, et.al. JAMA 1998;279:1200-5).
Bu rakam dikkate alındığında dahi, kimyasalların daha güvenli kullanılabilmesi için toksikologların önünde çok geniş bir araştırma ve çalışma alanı olduğu görülmektedir. Son yıllarda moleküler biyoloji, biyoinformatik, toksikogenomik ve farmakogenomik gibi alanlardaki gelişmelerden yararlanan toksikoloji, daha güvenli kimyasallara ulaşmada önemli adımlar atmıştır.
Kongrede, insan sağlığı ve çevreyi tehdit eden toksikolojik etkenler, oluşturdukları hasarlar, bu hasarlardan korunmak için geliştirilen stratejiler ve teknolojiler 35 sempozyum konu başlığı altında sunulan 165 çağrılı tebliğ, 5 konferans ve 1105 poster tebliği ile tartışıldı. Kongredeki sunumlar hakkında ayrıntılı bilgiye "www.ict2007.org" web adresinden ulaşılabilir.
Toksikoji kaynaklı sorunlar yönünden gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında büyük farklar söz konusudur. Örneğin Bangladeş'te içme suyunda arsenik kontaminasyonun yol açtığı kanser ve deri lezyonları milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir epidemi boyutunda iken, gelişmiş ülkelerde kontrol altında tutulan bu nedenle de azalan önemde bir konu niteliğindedir.
Yine Hepatit C prevelansı yüksek olan Çin gibi ülkelerde gıdalardaki aflatoksin kirlenmesinin yaratacağı karaciğer kanseri riski gelişmiş ülkelere göre onlarca kat daha fazladır. Toksikoloji bilimindeki en son bilimsel ve teknolojik gelişmelerin izlenmesinin yanı sıra tebliğ sunanların dünyanın dört bir köşesinden, 78 farklı ülkeden oluşu, toksikoloji konusunda dünyanın tam bir fotoğrafının çekilmesi yönünden de kongreyi önemli bir konuma getirdi.
Yetmiş sekiz ülkeden 1800 katılımcı ile gerçekleşen kongreye Türkiye'den de 16 araştırmacı katıldı. Türk katılımcılar için kongrenin bir diğer önemli yanı da başkanlığı 2004 yılından beri hocamız Prof. Dr. Ali Esat Karakaya tarafından yürütülen Uluslararası Toksikoloji Birliği'nin (IUTOX) bir organizasyonu olan bu kongrenin her aşamasında hocamızın etkinliğinin gözlenmesi idi. Kongre, Kanada Bilimsel Araştırma Kurumu (NRC) Başkanı Dr. Pierre Coulombe ve Prof. Karakaya 'nın konuşmaları ile açıldı. Prof. Karakaya, toksikolojinin ve bu bilimin en büyük örgütü olan IUTOX'un önemini vurguladığı konuşmasında birliğin Dünyada gerçekleştirdiği faaliyetleri açıkladı. 52 ulusal ve bölgesel dernek ve 24. 500 üyeden oluşan bu birliğin bir üyesi de 180 üyeli Türk Toksikoloji Derneği'dir. Türk Toksikoloji Derneği'nden, Prof. Dr. Mümtaz İşcan 'da Montreal'de yapılan IUTOX Genel Kurulu'nda IUTOX Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.
İstanbul'a hayat bu ormanlara ölüm!
İstanbul'a hayat bu ormanlara ölüm! 11.10.2007 MilliyetİSKİ, Dünya Bankası'nın korunması için maddi destek verdiği Istranca derelerinin suyunu İstanbul'a getirmek istiyor. Uzmanlar ise 'Bu İğneada Longoz Ormanları'nı yok eder' diyerek projeye karşı çıkıyor
Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri, çevreciler ve uzmanlar, İSKİ'nin İstanbul'a su getirmeyi amaçlayan "Istranca (Yıldız) Dereleri Projesi"nin, İğneada Longoz Ormanları'nı yok edeceğini ve mutlaka bu projenin durdurulması gerektiğini açıkladı. Çevreci kuruluşlar, bölgeye "Dikkat! Hırsız var! Su hırsızları bölgemizde, suyumuza sahip çıkalım" şeklinde ilanlar asarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.İSKİ'nin, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun başlatılmasını istediği projesi hayata geçerse, 2 bin yılından beri Küresel Çevre Fonu ve Dünya Bankası'nın hibesiyle Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen "İğneada Longoz Ormanları Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi" de önemini ve anlamını yitirmiş olacak. Demirköy Doğayı Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği Başkanı Sırrı Tayan, İSKİ'nin bu projeyle bölgede kalan dereler ve Türkiye ile Bulgaristan sınırını oluşturan Rezve (Mutlu) Deresi'nden toplam 430 milyon metreküp suyu inşa edilecek baraj ve regülatörlerle toplayıp İstanbul'a pompalamayı planladığını belirterek şöyle dedi:"Bulanıkdere, Madaradere, Çavuşdere, Balanbandere 1 ve Balabandere 2 projelerindeki sular doğrudan doğruya İğneada ormanlarının yani 'longozların' su ihtiyacının tamamını sağlayan derelerdir ve longozların şahdamarıdır. Bu dereler olmasaydı longozlar olmazdı. Çok zengin bir biyoçeşitlilik arz eden longoz ormanlarının sanayinin gelişmesi sonucunda Avrupa'da sadece Polonya'da az bir miktar kaldı, ülkemizde ise sadece İğneada'da mevcut."
20 günlük su için...İğneada Doğal Ekosistemi Koruma ve Bölgesel Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Orhan Uyanık, "Eğer bu derelerin suyu olmazsa longoz ormanı yok olur. Bu projeden İstanbul sadece 20 günlük su elde edebilir" iddiasında bulundu. Çevreci Asaf Ertan ise uygulamayla, Karadeniz balıkçılığının da biteceğini belirterek şunları söyledi: "Rezve'den alınacak su, bir kanal açılarak longozların hemen arkasından geçirilerek Kıyıköy'e ulaşacak. Geçtiği bütün derelerden su alacak. Böylece taban suyunu engelleyerek longozun suyunu kesecek. Derelerden beslenemeyecek olan bu ortamlar taban suyunu da almazsa en çok 10 yıl içinde tümüyle çöker."Ankara Üniversitesi biyologlarından Prof. Dr. Barbaros Yüksel ise şu bilgileri verdi:
'Korumak için imza attık'"Istranca'daki ormanlar Avrupa'nın en nadir yerlerinden biridir. Tuzcul deniz ile tatlı su ekosisteminin bir arada olduğu, üzerinde subasar ormanların yer aldığı ender yerlerdendir. Ülkemizin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler ve kendi kanunlarımız çerçevesinde biz bu alanı mutlak surette korumak zorundayız. Dünya Bankası 8.2 milyon dolarlık hibe krediyi bizi sevdiğinden vermedi; bu alan biyoçeşitlilik açısından uluslararası bir öneme sahip olduğu için verdi. Eğer burayı yok edersek Uluslararası RAMSAR Sözleşmesi'ne aykırı davranmış oluruz. Subasar ormanı diğer ormanlara benzemiyor. Su gittiği zaman o ağaçlar hızla ölür." 'Buraya çivi bile çakılamaz'Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri ise şu bilgileri verdi: "Dünya Bankası ve Küresel Çevre Fonu, 8.2 milyon dolar vererek, İğneada Longoz Ormanları ile 3 bölgeyi 'mutlak koruma alanı' ilan etti. Longoz alanı 3 bin hektar. Kuş göç yolunun da üzerinde. Burada 671 tür bitki, 635 tür hayvan, 194 kuş türü, 6 da göl var. Su olmazsa buradaki sistem bozulur. Bölge, 1988'den beri Tabiatı Koruma Alanı, bir çivi çakmak bile yasak. Buradan su alınırsa tatlı su yok olur, deniz suyu bölgeye girerek ormanı yok eder. İnşaat yapılması kaçınılmaz hale gelir ki, bu da yasaya aykırı."
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri, çevreciler ve uzmanlar, İSKİ'nin İstanbul'a su getirmeyi amaçlayan "Istranca (Yıldız) Dereleri Projesi"nin, İğneada Longoz Ormanları'nı yok edeceğini ve mutlaka bu projenin durdurulması gerektiğini açıkladı. Çevreci kuruluşlar, bölgeye "Dikkat! Hırsız var! Su hırsızları bölgemizde, suyumuza sahip çıkalım" şeklinde ilanlar asarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.İSKİ'nin, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun başlatılmasını istediği projesi hayata geçerse, 2 bin yılından beri Küresel Çevre Fonu ve Dünya Bankası'nın hibesiyle Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülen "İğneada Longoz Ormanları Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi" de önemini ve anlamını yitirmiş olacak. Demirköy Doğayı Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği Başkanı Sırrı Tayan, İSKİ'nin bu projeyle bölgede kalan dereler ve Türkiye ile Bulgaristan sınırını oluşturan Rezve (Mutlu) Deresi'nden toplam 430 milyon metreküp suyu inşa edilecek baraj ve regülatörlerle toplayıp İstanbul'a pompalamayı planladığını belirterek şöyle dedi:"Bulanıkdere, Madaradere, Çavuşdere, Balanbandere 1 ve Balabandere 2 projelerindeki sular doğrudan doğruya İğneada ormanlarının yani 'longozların' su ihtiyacının tamamını sağlayan derelerdir ve longozların şahdamarıdır. Bu dereler olmasaydı longozlar olmazdı. Çok zengin bir biyoçeşitlilik arz eden longoz ormanlarının sanayinin gelişmesi sonucunda Avrupa'da sadece Polonya'da az bir miktar kaldı, ülkemizde ise sadece İğneada'da mevcut."
20 günlük su için...İğneada Doğal Ekosistemi Koruma ve Bölgesel Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Orhan Uyanık, "Eğer bu derelerin suyu olmazsa longoz ormanı yok olur. Bu projeden İstanbul sadece 20 günlük su elde edebilir" iddiasında bulundu. Çevreci Asaf Ertan ise uygulamayla, Karadeniz balıkçılığının da biteceğini belirterek şunları söyledi: "Rezve'den alınacak su, bir kanal açılarak longozların hemen arkasından geçirilerek Kıyıköy'e ulaşacak. Geçtiği bütün derelerden su alacak. Böylece taban suyunu engelleyerek longozun suyunu kesecek. Derelerden beslenemeyecek olan bu ortamlar taban suyunu da almazsa en çok 10 yıl içinde tümüyle çöker."Ankara Üniversitesi biyologlarından Prof. Dr. Barbaros Yüksel ise şu bilgileri verdi:
'Korumak için imza attık'"Istranca'daki ormanlar Avrupa'nın en nadir yerlerinden biridir. Tuzcul deniz ile tatlı su ekosisteminin bir arada olduğu, üzerinde subasar ormanların yer aldığı ender yerlerdendir. Ülkemizin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler ve kendi kanunlarımız çerçevesinde biz bu alanı mutlak surette korumak zorundayız. Dünya Bankası 8.2 milyon dolarlık hibe krediyi bizi sevdiğinden vermedi; bu alan biyoçeşitlilik açısından uluslararası bir öneme sahip olduğu için verdi. Eğer burayı yok edersek Uluslararası RAMSAR Sözleşmesi'ne aykırı davranmış oluruz. Subasar ormanı diğer ormanlara benzemiyor. Su gittiği zaman o ağaçlar hızla ölür." 'Buraya çivi bile çakılamaz'Çevre ve Orman Bakanlığı mühendisleri ise şu bilgileri verdi: "Dünya Bankası ve Küresel Çevre Fonu, 8.2 milyon dolar vererek, İğneada Longoz Ormanları ile 3 bölgeyi 'mutlak koruma alanı' ilan etti. Longoz alanı 3 bin hektar. Kuş göç yolunun da üzerinde. Burada 671 tür bitki, 635 tür hayvan, 194 kuş türü, 6 da göl var. Su olmazsa buradaki sistem bozulur. Bölge, 1988'den beri Tabiatı Koruma Alanı, bir çivi çakmak bile yasak. Buradan su alınırsa tatlı su yok olur, deniz suyu bölgeye girerek ormanı yok eder. İnşaat yapılması kaçınılmaz hale gelir ki, bu da yasaya aykırı."
Bu haberi arkadaşına gönder:Gönderen Ad Soyad : Alıcı E-Posta Adresi :
Bir sulak alan daha kurak alan oldu!
Bir sulak alan daha kurak alan oldu! 14.10.2007 MilliyetAdana Akyatan Lagünü, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da etkisiyle çöle döndü
Avrupa ile Afrika arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş yolu üzerindeki en önemli sulak alanlardan olan Adana Akyatan Lagünü, kuraklık nedeniyle çöle döndü. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan lagünde, yaklaşık 40 bin dönüm alanda sular çekildi.
36 yıl önce Uluslararası Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altına alınan lagünde, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da çölleşme sürecini hızlandırdığı belirtildi.
Van Gölü'nün 3 katı kayıp
Orman Mühendisleri Odası Doğu Akdeniz Şube Başkanı Selami Tece, kuraklığın sonuçlarının en açık şekilde görüldüğü Akyatan'da insan eliyle doğal su rejiminin bozulmasının kabul edilemez olduğunu belirterek, kanal açma çalışmalarına son verilmesini istedi.
Tece, Türkiye'de 40 yılda Van Gölü'nün 3 katı büyüklüğünde, yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın kaybedildiğine dikkat çekerek şöyle konuştu: "Şu an ülkemizde 1 milyon 250 bin hektar sulak alan kaldı. Sulak alanlar çevrenin nem oranını yükselterek başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim üzerinde olumlu etkiler meydana getirirler. Yeraltı suları için kaynak görevi yapan sulak alanlar, su kaynaklarını veya başka bir sulak alanı beslerler."
Avrupa ile Afrika arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş yolu üzerindeki en önemli sulak alanlardan olan Adana Akyatan Lagünü, kuraklık nedeniyle çöle döndü. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan lagünde, yaklaşık 40 bin dönüm alanda sular çekildi.
36 yıl önce Uluslararası Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altına alınan lagünde, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da çölleşme sürecini hızlandırdığı belirtildi.
Van Gölü'nün 3 katı kayıp
Orman Mühendisleri Odası Doğu Akdeniz Şube Başkanı Selami Tece, kuraklığın sonuçlarının en açık şekilde görüldüğü Akyatan'da insan eliyle doğal su rejiminin bozulmasının kabul edilemez olduğunu belirterek, kanal açma çalışmalarına son verilmesini istedi.
Tece, Türkiye'de 40 yılda Van Gölü'nün 3 katı büyüklüğünde, yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın kaybedildiğine dikkat çekerek şöyle konuştu: "Şu an ülkemizde 1 milyon 250 bin hektar sulak alan kaldı. Sulak alanlar çevrenin nem oranını yükselterek başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim üzerinde olumlu etkiler meydana getirirler. Yeraltı suları için kaynak görevi yapan sulak alanlar, su kaynaklarını veya başka bir sulak alanı beslerler."
Konya'da ekim dönemi geldi çiftçi hâlâ tarlaya inemedi
Konya'da ekim dönemi geldi çiftçi hâlâ tarlaya inemedi 14.10.2007 RadikalHububatta geçen yıl kuraklık yüzünden yüzde 40 rekolte kaybı yaşayan Konya'da ekim dönemi geldi. Kuraklık zararına uğrayan çiftçi ekim yapamıyor, tarlalar boş kaldı
AA - KONYA - Yaşanan kuraklık yüzünden rekoltede 40'a yaklaşan oranda kayıp yaşayan 'hububat ambarı' Konya'da, ekim dönemi gelmesine karşın çiftçi henüz tarlaya inemedi. Konya Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Kara, dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın yol açtığı kuraklığın, Türkiye'de en fazla Konya Ovası'nı etkilediğini söyledi. Ürünlerin tarlada yandığını, çiftçilerin beklediğini alamadığını ifade eden Kara, "Konya'da normalde 2 milyon 400 bin ton buğday, 1 milyon 400 bin ton arpa alınması gerekiyordu. Ancak kuraklık yüzünden yüzde 40 kayıp yaşandı. Hububatta yaklaşık 1.5 milyon tonluk bir kayıp var" dedi. Kara, bunun sadece buğday satışı olarak bakıldığında çiftçinin toplam zararının 750 milyon YTL olduğunu vurgulayarak, farklı sanayi dallarında üretim ele alındığında ise zararın milyarlarca YTL anlamına geleceğini söyledi. Çiftçinin tarladan ürün kaldıramaması yüzünden borçlarını ödeyemediğini ve adeta köşeye sıkıştığını belirten Kara, şunları kaydetti: "Orta Anadolulu çiftçi, çözüm yolu bekliyor. Sertifikalı tohum desteğini, doğrudan gelir desteğini ve kuraklık yüzünden verilmesi planlanan hasar desteğinin ödenmesini bekliyor. Çiftçi zaten borçlu. Borcunu ödeyemediği, yeniden borçlanamadığı için mazot, gübre ve tohum temin edilemiyor. Bunlar olmayınca çiftçi tarlada ne yapsın? Ekim ayındayız, ekim dönemindeyiz ancak çiftçi tarlaya inemediği için tarlalar halen boş duruyor. Bu durum ülke ekonomisi için risktir." Kara, ekim ayının 20'sine kadar ekim yapılması gerektiğini vurgulayarak, "Bundan sonraki her geçen gün rekolte kaybı demektir. Böyle giderse önümüzdeki yıl Konya, hububat ambarı özelliğini kaybedecek. Ekim, 20'sinden sonraya kalırsa kuraklığın da etkisiyle Konya, gelecek yıl daha büyük rekolte kaybı yaşayacak" dedi. Şu andaki kısır döngüden çıkılması gerektiğini belirten Kara, "Bunun için çiftçinin desteklenmesi gerekiyor. Destek ve hasar paraları ödenmiş olsa çiftçi tarlaya inecek. Tarlaların boş kalmaması için acele edilmesi gerekiyor. Çiftçiyi tarlasına küstürmemeliyiz" diye konuştu.
Narenciyeci de umutsuz Öte yandan Antalya İl Tarım Müdür Yardımcısı Mehmet Yoran, kuraklık nedeniyle narenciye üretiminde geçen yıllara oranla yüzde 10 verim düşüşünün yaşanabileceğini açıkladı. 2006'da 152 bin 79 dekarlık alanda portakal üretimi yapıldığı ve 450 bin 500 ton ürün elde edildiğini de belirten Yoran, yaş meyve ihracatında ilk sırayı kiraz ve vişnenin aldığını, yaş sebzede ise domates, biber, hıyar, mantar ve soğan, narenciyede ise limon, mandalina, portakal greyfurtun ilk sıralarda yer aldığını söyledi.
AA - KONYA - Yaşanan kuraklık yüzünden rekoltede 40'a yaklaşan oranda kayıp yaşayan 'hububat ambarı' Konya'da, ekim dönemi gelmesine karşın çiftçi henüz tarlaya inemedi. Konya Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Kara, dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın yol açtığı kuraklığın, Türkiye'de en fazla Konya Ovası'nı etkilediğini söyledi. Ürünlerin tarlada yandığını, çiftçilerin beklediğini alamadığını ifade eden Kara, "Konya'da normalde 2 milyon 400 bin ton buğday, 1 milyon 400 bin ton arpa alınması gerekiyordu. Ancak kuraklık yüzünden yüzde 40 kayıp yaşandı. Hububatta yaklaşık 1.5 milyon tonluk bir kayıp var" dedi. Kara, bunun sadece buğday satışı olarak bakıldığında çiftçinin toplam zararının 750 milyon YTL olduğunu vurgulayarak, farklı sanayi dallarında üretim ele alındığında ise zararın milyarlarca YTL anlamına geleceğini söyledi. Çiftçinin tarladan ürün kaldıramaması yüzünden borçlarını ödeyemediğini ve adeta köşeye sıkıştığını belirten Kara, şunları kaydetti: "Orta Anadolulu çiftçi, çözüm yolu bekliyor. Sertifikalı tohum desteğini, doğrudan gelir desteğini ve kuraklık yüzünden verilmesi planlanan hasar desteğinin ödenmesini bekliyor. Çiftçi zaten borçlu. Borcunu ödeyemediği, yeniden borçlanamadığı için mazot, gübre ve tohum temin edilemiyor. Bunlar olmayınca çiftçi tarlada ne yapsın? Ekim ayındayız, ekim dönemindeyiz ancak çiftçi tarlaya inemediği için tarlalar halen boş duruyor. Bu durum ülke ekonomisi için risktir." Kara, ekim ayının 20'sine kadar ekim yapılması gerektiğini vurgulayarak, "Bundan sonraki her geçen gün rekolte kaybı demektir. Böyle giderse önümüzdeki yıl Konya, hububat ambarı özelliğini kaybedecek. Ekim, 20'sinden sonraya kalırsa kuraklığın da etkisiyle Konya, gelecek yıl daha büyük rekolte kaybı yaşayacak" dedi. Şu andaki kısır döngüden çıkılması gerektiğini belirten Kara, "Bunun için çiftçinin desteklenmesi gerekiyor. Destek ve hasar paraları ödenmiş olsa çiftçi tarlaya inecek. Tarlaların boş kalmaması için acele edilmesi gerekiyor. Çiftçiyi tarlasına küstürmemeliyiz" diye konuştu.
Narenciyeci de umutsuz Öte yandan Antalya İl Tarım Müdür Yardımcısı Mehmet Yoran, kuraklık nedeniyle narenciye üretiminde geçen yıllara oranla yüzde 10 verim düşüşünün yaşanabileceğini açıkladı. 2006'da 152 bin 79 dekarlık alanda portakal üretimi yapıldığı ve 450 bin 500 ton ürün elde edildiğini de belirten Yoran, yaş meyve ihracatında ilk sırayı kiraz ve vişnenin aldığını, yaş sebzede ise domates, biber, hıyar, mantar ve soğan, narenciyede ise limon, mandalina, portakal greyfurtun ilk sıralarda yer aldığını söyledi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)